Yeni Türkiye mi?

     Yeni, her zaman pozitif anlam içerendir. Eğer bir şeye “yeni” diyorsanız eskiden rahatsızsınız ya da eski artık işlevini yitirmiştir diye düşünürsünüz. Yeni, daha güzel daha iyidir. Fakat bir şeye yeni demeniz o şeyin sadece yeni demekle iyi ve güzel olacağı anlamına gelmez.

Uzun zamandır dillerde olan “Yeni Türkiye” söylemine bakalım. 1989 ve 1993 tarihleri arası ilkokul yıllarımdı. İlkokulda iki ayrı okula gittim. İkisinde de ev ile okul arasındaki yürüme mesafesi en az 15 dakikaydı ve ben yürüyerek okula gidip geliyordum. Üç defa da yolumu kaybettiğimi hatta bir defasında polis aracılığı ile aileme ulaştığımı hatırlıyorum. Şimdilerde her hangi bir ilkokul çocuğunun okula tek başına gidip gelmesi büyük tehlikedir dersem kimse itiraz etmez. Hele hele bu mesafe 10 dakikanın üzerinde ise. Yani aylık servis ücretlerini ödemek zorundasınız. Eskiden büyükanne ve büyükbabalar evlatları ve torunları ile beraber aynı evi paylaşırdı. Torunlar büyük ailenin verdiği huzur ortamında yetişir, informal eğitimin en değerli atmosferinde büyürlerdi. Şimdilerde huzur evlerinin, emekli maaşlarının, yaşlı bakım ücretlerinin hesabını yapmayan aile sayısı çok azaldı. Eskiden sigara, içki, uyuşturucu kullanımı, gazete manşetlerinin ya da ana haber bültenlerinin şaşkınlıkla okunan ve izlenen konularıydı. Şimdilerde verilen resmi rakamlara göre sigara, içki ve uyuşturucu kullanım yaşları sırasıyla 10, 11 ve 12’li yaşlara kadar düştü. Eskiden aileler evlatlarını vakıf ve derneklerin manevi iklimine emanet ederek evde ve okulda eksik kalan eğitimi tamamlarlardı. Şimdilerde sivil toplum virüslü bir alan olarak görülüyor. Mevcut sivil toplum kuruluşların önemli bir kısmı ise işçi bulma kurumu, ihale destek müessesesi ya da siyasi güç ile popüler politiğin aymazlık merkezlerine dönüşmüş durumda. Eskiden Türkiye’de yardımsever, insancıl ve duygusal bir sosyoloji hâkimken şimdilerde individual, hedonist ve güç merkezli bir anlayış hâkim. Eskiden kırsal kesimde ciddi bir nüfus yoğunluğu gözlemlenirdi ya da birçok ailenin doğduğu topraklar ile bir bağı vardı. En fazla üç beş katlı evlerde oturulur, komşuluk ilişkilerine önem verilir, bahçesiz evler değersiz görülürdü. Şimdilerde beton bloklara, gökdelenlerin asosyal ve kibir abidesi görüntüsüne, kapı komşularının dahi birbirini tanımadığı açık hava metropollerine teslim olmuş bir kitleler yığını haline geldik. Eskiden okuyan, düşünen, fikir sahibi, yorum yapabilen ve şartlara teslim olmayan aynı zamanda Hak merkezli bir tavır sergileyen insanlar vardı. Şimdilerde sosyal medya prangalarına vurulmuş, kitaptan uzaklaşmış kısa yazı ve kısa video takipçisi, düşünce dünyası daralmış, vizyonunu ve istikametini kaybetmiş bir kitle ile karşı karşıyayız. Yeni neslin içinde bulunduğu psikolojiyi ya da buhranı isterseniz başka bir yazımızda ayrıca ele alalım.

Eğer yeni dediğiniz, binalar, hastahaneler, duble yollar, alt ve üst geçitler, adliye sarayları, park ve bahçeler, gökdelenler, kredi ile alınan otomobillerse tebrikler. Tebrikler beyler. Sizi şapka çıkararak, saygı ve hürmetle ayakta alkışlıyorum. Hem de avuç içlerim çatlarcasına.

 

Tarihi Zaferlerden Kültürel Hezimetlere

Toprak üzerine yürütülen savaşlar ve fetihler yerini kültürler arası çatışmalara bıraktı. Batıl zihniyetin temsilcileri çalışma yöntemini değiştireli uzun zaman oldu. Bize de tarihi konuşma alanını bıraktılar. Tarihle istediğiniz kadar övünebileceğimiz, diziler, filimler çekerek heyecanlanabileceğimiz fakat kültürel ve zihinsel anlamda söz söyleyeme hakkımızın olmadığı bir alan. İşte batının özgürlük dünyası. Kanun ve kuralları onların belirlediği kadar uygulayabilirsiniz. Hükümler onların planlarına uygun verildiği sürece problem yaşamazsınız. İşte batının demokrasi anlayışı. Üretmeden, teknoloji sahibi olmadan, ithalata dayalı faiz ve sömürü düzeninin çarklarına çomak sokmadan her türlü ticareti yapabilirsiniz. İşte batının ekonomi anlayışı. İşte bize ayrılan alan.
Müslümanlar olarak, sınırları belirlenmiş bir yaşam alanına mahkûm edildiğimizin ne zaman farkına varacağız çok merak ediyorum. Ufak tefek özgürlüklerle kandırılmaya hala devam edecek miyiz? Batı dünyasının, İslâm ülkelerinin kendi aralarında yürüteceği her türlü ekonomik, sosyal ve siyasal işbirliğinin karşısında durduğunu ne zaman göreceğiz bilemiyorum. Rahmetli Erbakan hocanın tabiri ile Çanakkale’de yedi düvele karşı verdiğimiz bağımsızlık mücadelesi neticesinde kovduğumuz emperyal güçlerin bugün bacadan girdiklerinin, gençlerimizin zihin dünyasını tarumar ettiklerinin ne zaman farkına varacağız.
Belki biraz bakış açımızı değiştirmeye ihtiyacımız var. Belki biraz da tarihi okuma şeklimizi değiştirmeliyiz. Mesela Mekke’nin fethini sadece fethin askeri açıdan yürütülen stratejisi açısından değil de o güne kadar Peygamberimize (sav) her türlü kötülüğü yapan müşriklerin affedilmesindeki hikmet açısından değerlendirmek lazım. İstanbul’un fethi ile bir çağın kapanıp bir çağın açıldığını, Peygamberimizin (sav) Hadis’ine mazhar olunduğunu bilmekle beraber fetihten sonra oluşturulan kültür iklimini, gayri Müslimlere olan yaklaşımı ve dönemin Osmanlı toplumunun ahlâk seviyesini görmek lazım. Çanakkale zaferinde bilmem kaç milletten gelen ordularla yürütülen mücadelenin, kazanılan zaferin yanında İslâm dünyasının dört bir yanından gelerek İslâm birliğinin ne mana ifade ettiğinin ispatını görmek lazım. Ecdadımızın yazdığı şanlı tarihi ve fetihleri, kazanılan topraklar, alınan kelleler açısından değil, Allah’ın sözünü kıtalara ulaştırma, gönülleri kazanma, ortaya bütün insanlığın ihtiyacı olan büyük bir medeniyet modeli koyma açısından görmek lazım. Bir karıncayı dahi incitmekten imtina eden, komşusu aç iken tok yatana iyi gözle bakmayan kültür anlayışını anlamak lazım.
Ekranlar aracılığı ile kavramlar üzerinden yürütülen işgalin farkına varmadan zor. Sosyal medyanın sansürsüz dünyasında dönen oyunları bilmeden zor. İki çift söze, biraz da şekle bakarak aldanarak zor. Kültür emperyalizminin izlerini önce evlerimizden, sonra sokaklarımızdan, şehirlerimizden ve zihinlerimizden silmeden çok zor.
Başta bakış açımız ve düşünce şeklimiz olmak üzere güncellememiz gereken o kadar çok şey var ki.

21 Mart 2018 – Çarşamba – Milli Gazete

Ken Ay Sey Samting

Biz kısık seslerdik, tam teslim olmuş, inançlı, özü sözü bir. Şimdilerde sesimiz gayet gür çıkıyor ama karşılığı ve tesiri yok. Ezanlarımız minarelerden okunuyor ama anlayan yok. Bir garip hâl içerisindeyiz bu zamanlarda. Geçmişi ile övünüp duran bir millet haline geldik. Ertuğrul Bey ile yatar, Abdülhamit Han ile kalkar olduk. Hani Mevlana diyor ya, “dün dünde kaldı can cağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.” Şanlı tarihimizle caka satarken yaşadığımız zamanın gerçeklerinden bihaber yaşıyoruz. Big Data’yı hayata geçirmeye çalışan dünyanın hızlı gündemine takıldığımızdan olsa gerek, sürekli olayları konuşuyoruz, sonuçları tartışıyoruz ama maalesef nedenleri hiç bilmiyoruz. Bakış açımız, yüzeysel, sığ, medyatik, liberal ve dedikodu merkezli bir hale geldi.

Varoluşun sebep ve gayelerinin sırlarını, tarih şuurumuzu, asırları aşan ufkumuzu kaybettik. Sürekli sorunlarla karşılaştığımız halde, hep öteledik, biriktirdik ama bir türlü bu sorunlarla yüzleşmeye cesaret edemedik. Günü kurtarma telaşında koştururken geleceğimizi kaybettik, pırlanta gibi nesilleri, gençlerimizi yani geleceğimizi, bozuk para gibi harcıyoruz. Popüler adamlar, sansasyonel olaylar, savaşlar, teknolojik gelişmeler gündemimizin merkezine oturdu ama büyük fikirleri, aklı, mantığı, hikmeti, tefekkürü hep atladık, kaybettik. Parayı, beton blokları, katları, yatları, yazlıkları arazileri çoğaltma derdine düştük.

Cetvelle çizilen sınırlarımızın dışındaki kardeşlerimizin yeraltı kaynaklarının ve topraklarının sömürgeleşmesini izlerken, kendi düşüncemiz ve bilincimiz sömürgeleşti. Düşünsel dünyamızın bağımsızlık ve özgürlük iradesine ipotek koyuldu farkına bile varamadık. Bu sinsi oyunun sahipleri tarih yazdı, felsefe yaptı, makine üretti, teknoloji tasarladı bize de seyretmek ve konuşmak düştü. Bizi, tarihin yazıldığı meydanların arka sokaklarına ittiler. Sanal olan şeylerin dünyasına hapsettiler, anlayamadık.

Ah o özgürlük, demokrasi ve insan hakları ambalajlı sömürgecilik. Kitleleri sömürülmeye uygun kıvama getiren türlü organizasyonların sahibi sömürgecilik. Her bölgenin coğrafyasına uygun sömürü düzenini kuran ve kana, gözyaşına, paraya doymayan sömürgecilik. Takım elbiseli, temiz, traşlı ve güler yüzlü, eli hançerli sömürgecilik. Söylem tarzı olarak insanı ve haklarını konuşan eylemi cana kıymak olan sahte sömürgecilik. İslâm dünyasına kendi dinlerini aşırılık olarak kabul ettiren, liberal batılı düşüncelere hayran bırakan sömürgecilik bizi ne hale getirdi anlayamadık.

Hayat nizamı olarak tanımlanan İslâm dinini, sakız orucu bozar mı, sakalın boyu ne kadar olmalı, yakmayan kefenin kumaş türü seviyesinde tartışmaya başladık. Sinema ve dizi sektörünün, sosyal medyanın ve geleneksel medya dünyasının, popüler kültür tarafından kullanılan birer uyuşturucu aygıtı olduğunu anlayamadık. Diğer yandan Mehdi’nin özelliklerini, kıyametin ne zaman kopacağını, İslâm’da cariyeliğin durumunu tartışırken batılıların tarihi, zamanı ve mekânı teslim almalarını seyrettik.

Ne zaman bir sorun yaşasak hep suçu başkalarına attık, sebeplerini hep dışarıda aradık. İslâm, bütün insanlığın tek kurtuluş reçetesidir diye vaaz ettik ama kendi Müslüman kardeşlerimizi gruplar halinde tekfir ettik. Kardeşlerimizi, İslâm’ın hakîkatleri ile buluşturmamız gerekirken, kendi ırk, renk, mezhep ya da sivil toplum dünyamıza hapsettik. Kendimizi, inançlarımızı, dünyayı ve metafizik âlemi idrak edemedik. Algılarımız, kavramlara verdiğimiz anlamlar altüst oldu, aklımız tutuldu.

Karizmatik liderler, maddi gücü elinde tutanlar, kitleler ve etkili konuşma sanatına hâkim olanlar her türlü fikir, düşünce, bilgi, birikim, tecrübe ve ferasetin önüne geçti. Ufuklar ayakucumuza düştü, bilinç kayboldu. Otoriteye karşı ortaya çıkan her eleştirinin ihanetle suçlandığı, itirazın ve farklı bir düşüncenin ortaya koymanın imkânsız olduğu zamanlardayız.

Hepimiz dindarız ama bireysel, ırkçı ve mezhepçi. İslâm’ı kişilerin vicdanına hapsettik. Seküler düşünce akımlarına olan ilgimiz İslâm’a olan ilgimizi kırka katladı. Kapitalist işgalin genişlemesi için ırkçı ve ideolojik bilginin taşıyıcıları olduk. Birilerinin toprakları, bizim ise bilinç dünyamız sömürgeleşti. Kendilerine küçük özgürlükler verilen ve sembolik ibadetleri dinin aslı olarak gören bir toplum haline geldik.

Velhasılıkelam, konuşuyoruz ama ne dediğimizi bilmiyoruz. Düşünüyoruz ama anlamıyoruz. Bağırıyoruz ama kimse bize kulak vermiyor. Nişan alıyoruz ama hedefi vuramıyoruz. Tartışıyoruz ama dinlemiyoruz. Yürüyoruz ama nereye gittiğimizi bilmiyoruz. Çalışıyoruz ama kime hizmet ettiğimizin farkında değiliz. Gerçekten çok konuşuyoruz ama hiçbir şey söylemiyoruz.f902dda4-8452-47ea-9e8b-37f7fb822e79

Fikri Dergi | Şubat 2018 | Sayı 13
Fatih YILMAZ

Trollük Müessesesi ve Siyasi Seçimler

     s-6419446436124439fde9db37781e8aac04e129e6     Trol kelimesi aslında İskandinav halkının inanışına göre genellikle dev ya da cüce olarak tasvir edilen yaşamını mağaralarda sürdüren efsanevi ve çirkin yaratığa verilen isimdir. Sosyal medya dünyasında ilk olarak ne amaçla ve kimin tarafından kullanıldığı pek bilinmediği gibi herkes tarafından kabul görmüş, kesin ve tek bir tanımı da yoktur. Özet olarak trol, hedonist bir yaklaşımla, yani haz merkezli olarak, sosyal medya mecralarında alaycı, mizahi, ortalığı karıştırıcı, insanları kızdıran, düşüncelerini saptıran, dikkatlerini dağıtan, gündem oluşturan ya da oluşturulan gündemi manipüle eden kişilere verilen genel isimdir. Troller toplum nezdinde sevimsiz ve akılsız karakterler olarak bilinmesine rağmen aslında genellikle zekidirler. Onların takındıkları tavrın kasıtlı olarak mı yoksa doğal olarak mı ortaya koyulduğu pek net değildir.

Sosyal medyada birçok alanda trollerden bahsedilebilir. Yaklaşan başkanlık seçimlerini dikkate alırsak siyasal alanda çalışma gösteren troller biraz daha ön plana çıkıyor. Öyle ki, ülkemizin olağanüstü yoğun siyasal gündemi bu konunun daha da popüler olmasına sebep oluyor. Troller siyasi alanda yaptıkları kara propaganda çalışmaları ile hem nefret hem de takipçi kazanırlar ve her iki durumda da haz almaya devam ederler. Siyasi alanda organize olarak ya da gönüllü olarak çalışan trollerin tanımını yapmak gerekirse onlar, zarf atan, konuyu saptırmaya ya da kendi arzu ettikleri mecraya çekmeye çalışan, yanlış bilgi yayıp manüplasyon yapan, kendi savundukları siyasi parti adına hiç çekinmeden yalan haberler yayan, rakip gördükleri siyasi partilere olmadık hakaretlerde bulunan kişilerdir. Bu yaptıkları çalışmaya trolling yani trolleme denir.

Sosyal medya siyasi çalışmalarda artık eskisinden çok daha önemli bir hale geldi. Artık bir siyasi kampanyayı sosyal medya ayağı olmadan yürütmek mümkün değildir. Hatta meclis dışında olan, geleneksel medyada kendine yer bulamayan partiler siyasi propaganda süreçleri için ayırdıkları bütçenin önemli bir bölümünü sosyal medyaya ayırmak zorundadırlar. Tabi sosyal medyanın tüm partiler açısından nasıl bir güce ulaştığını bazı örneklerle ele alacağız. Sosyal medyanın gücü önemli oranda nokta atışı çalışma yapabilme imkânını sunduğundan kaynaklanmaktadır. Yani siz belli bir kültürde, belli yaş ve maaş aralığında, arzu ettiğiniz bölgede, istediğiniz cinsiyette kişilere mesajınızı ulaştırabilirsiniz. Artık sosyal medyada insanların beğendiklerini, yapıp ettiklerini, ilgi alanlarını, hassasiyetlerini bilerek içerik gönderebilme imkânına sahipsiniz. İşte bütün bu etkenler sosyal medyanın mı yoksa geleneksel medyanın mı insanlar üzerinde daha etkili olduğunu tartışılır hale getirmiştir.

Artık hemen hemen tüm dünyada yapılan siyasi seçimlerde adayların bazı söylemlerinden, sosyal medyadaki gündeme gelme durumlarına göre vazgeçmek zorunda kaldıklarına şahitlik ediyoruz. Twitter gündemi bu anlamda en etkili sosyal medya mecrası olarak dikkat çekiyor. İşte tam bu noktada, trollük müessesesinin oluşmasının en temel sebeplerinden birinin sosyal medyanın sahip olduğu güç olduğunu söyleyebiliriz. Artık birçok ülkede siyasi yapılar kendi sosyal medya timlerini oluşturmuş durumdadır. Siyasi alana sonradan gelen trollük müessesesini ciddi bir fabrika haline getiren ise Ruslar olmuştur.

Amerikan başkanı Donald Trump’ın uzun zamandır başı bu konuyla dertte. İddiaya göre Amerika’da yapılan 2016 seçimlerinde özellikle Twitter, Instagram ve Facebook üzerinden Rusya St. Petersburg kaynaklı hesaplar Trump lehine ciddi reklam çalışmaları yapmışlar. Amerikalı yetkililer bu bilgiyi Twitter, Instagram ve Facebook yöneticileri ile yaptıkları toplantıda bizzat kendilerinden aldıklarını söylüyorlar. Mevzu edilen konuya dair Youtube’da yayınlanan bazı belgeselleri bizzat izleyebilirsiniz. Yine aynı yetkililer, 2016 yılında Amerika’da yapılan başkanlık seçimlerinde Facebook üzerinden 120 milyon, Instagram üzerinden ise 20 milyon kullanıcıya yine Rusya kaynaklı olarak Trump lehine reklam çalışması yapıldığını itiraf ediyorlar. Fakat bu hesaplar sahte oldukları için bir şey yapamıyoruz diyerek de izahatta bulunuyorlar.

Sosyal medyanın etki gücünü çözümlemek zor ama yaşanan gelişmelere bakıldığında haber almanın ve propagandanın ana kaynağı ve en etkili ikna aracı olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. İşte bu süreç ve etki dikkate alındığında sosyal medyanın önemi her seçimde bir öncekinden daha fazla dikkate alınması gereken bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Soru şu, “trollere karşı ne yapılabilir?” Amerika’da yaşanan örneklere ve en etkili sosyal medya kanallarının yöneticilerinin açıklamalarına bakılırsa hiç bir şey yapılamaz. Ancak daha düzenli, disiplinli, yeterli sayıda ve nitelikli iş çıkaracak bir sosyal medya ekibi ile karşı mücadele yapılabilir. Yoksa sosyal medyanın doğasındaki problemlerin başında, bahsi geçen trollerin denetlenebilir olmaması, sahte hesapların sorunsuz bir şekilde varlıklarını sürdürebilmeleri, her türlü yayının hiçbir engele takılmadan her hangi bir yoldan paylaşabilmesi geliyor. En ahlaksızca olanı ise yalan, iftira ya da hakaret konusunda pervasızca davranabilme imkânının olmasıdır. İşte bu handikaplara bakılırsa belki de itibar ve güven açılarından sosyal medyanın asla geleneksel medyanın yerini alamayacağı iddia edilebilir.

Troller bazen tıpkı 2016 yılındaki Amerikan seçimlerinde Pizza Gate skandalında olduğu gibi bir iftira kampanyası ile seçim sonuçlarına etki edebilecek bir olayı ortaya atarlar. Hala ispat edilememiş olan bu sansasyonel hadise belki de Demokrat partinin seçimi kaybetmesine sebep olan en önemli olaylardandır. Ülkemizde ise sosyal medyada bazı trollerin akla hayale uymaz paylaşımları bunlara örnek gösterilebilir. Mesela, “sır gibi saklanan uçan uçak gemimiz” diyerek paylaşılan abartı ve hayali bir fotoğraf yüzbinlerce kişi tarafından beğenilip paylaşılabiliyor. Bazı partiler sırf kendi düşüncelerini ifade ettiklerinden dolayı çok kolay bir şekilde vatan haini olarak itham edilebiliyor. Yine bazı siyasi partilerin diğer legal siyasi partilere yaptıkları en basit nezaket ziyaretleri bile “şer ittifak”, “terör cephesi flörtü” olarak troller tarafından yönetilen hesaplarda paylaşılabiliyor.

Bahsettiğimiz konu bağlamında yeni bir tanım yapmak gerekirse, trollük müessesesi ahlaki değerleri hiçe sayan, yalan ve iftira konusunda çekinmeden ve düşünmeden her türlü paylaşımı yapan, menfaat ve haz kaygısı ile hayal üreten ve insanların ter temiz zihinlerini bulandıran, karalama kampanyalarının, kara propagandaların modern kurumları olarak da adlandırılabilir. İlk dönemlerde bireysel olarak faaliyet gösteren bu hak gaspçıları artık kurumsal ve organize bir hal almış durumda. Fakat gözden kaçırılan çok önemli bir detay var. Trollük müesseselerinin çalışmaları günü birlik, kısa vadeli fayda sağlama doğrultusundadır. Uzun vadede yol açtıkları kayıplar, kurumsal olarak zarar verdikleri itibar hesap edildiğinde bu müessese akla, ahlaka ve mantığa hiç de uygun değildir.

Hangi alanda veya platformda olursa olsun iyilik, güzellik, sağduyu, hak ve hukuka dayalı anlayış mutlaka galip gelecektir. Diğer taraftan sosyal, siyasal, ekonomik ve teknolojik gelişmeler takip edilmezse, post modern dünyanın desiseleri göz ardı edilirse bir sürü emek ve alın teri ile planlanan propaganda süreci eksik kalmış olur. Çağa uygun yorumlarla adım atılmazsa yani fiili dualar atlanır kavli dualara teslim olunursa arzu edilen sonuca ulaşmak bir hayalden öteye gidemez.

Diyorum ki, sosyal medya şimdiden ele alınmalı ve daha fazla üzerinde durulmalı.