Yeni Türkiye mi?

     Yeni, her zaman pozitif anlam içerendir. Eğer bir şeye “yeni” diyorsanız eskiden rahatsızsınız ya da eski artık işlevini yitirmiştir diye düşünürsünüz. Yeni, daha güzel daha iyidir. Fakat bir şeye yeni demeniz o şeyin sadece yeni demekle iyi ve güzel olacağı anlamına gelmez.

Uzun zamandır dillerde olan “Yeni Türkiye” söylemine bakalım. 1989 ve 1993 tarihleri arası ilkokul yıllarımdı. İlkokulda iki ayrı okula gittim. İkisinde de ev ile okul arasındaki yürüme mesafesi en az 15 dakikaydı ve ben yürüyerek okula gidip geliyordum. Üç defa da yolumu kaybettiğimi hatta bir defasında polis aracılığı ile aileme ulaştığımı hatırlıyorum. Şimdilerde her hangi bir ilkokul çocuğunun okula tek başına gidip gelmesi büyük tehlikedir dersem kimse itiraz etmez. Hele hele bu mesafe 10 dakikanın üzerinde ise. Yani aylık servis ücretlerini ödemek zorundasınız. Eskiden büyükanne ve büyükbabalar evlatları ve torunları ile beraber aynı evi paylaşırdı. Torunlar büyük ailenin verdiği huzur ortamında yetişir, informal eğitimin en değerli atmosferinde büyürlerdi. Şimdilerde huzur evlerinin, emekli maaşlarının, yaşlı bakım ücretlerinin hesabını yapmayan aile sayısı çok azaldı. Eskiden sigara, içki, uyuşturucu kullanımı, gazete manşetlerinin ya da ana haber bültenlerinin şaşkınlıkla okunan ve izlenen konularıydı. Şimdilerde verilen resmi rakamlara göre sigara, içki ve uyuşturucu kullanım yaşları sırasıyla 10, 11 ve 12’li yaşlara kadar düştü. Eskiden aileler evlatlarını vakıf ve derneklerin manevi iklimine emanet ederek evde ve okulda eksik kalan eğitimi tamamlarlardı. Şimdilerde sivil toplum virüslü bir alan olarak görülüyor. Mevcut sivil toplum kuruluşların önemli bir kısmı ise işçi bulma kurumu, ihale destek müessesesi ya da siyasi güç ile popüler politiğin aymazlık merkezlerine dönüşmüş durumda. Eskiden Türkiye’de yardımsever, insancıl ve duygusal bir sosyoloji hâkimken şimdilerde individual, hedonist ve güç merkezli bir anlayış hâkim. Eskiden kırsal kesimde ciddi bir nüfus yoğunluğu gözlemlenirdi ya da birçok ailenin doğduğu topraklar ile bir bağı vardı. En fazla üç beş katlı evlerde oturulur, komşuluk ilişkilerine önem verilir, bahçesiz evler değersiz görülürdü. Şimdilerde beton bloklara, gökdelenlerin asosyal ve kibir abidesi görüntüsüne, kapı komşularının dahi birbirini tanımadığı açık hava metropollerine teslim olmuş bir kitleler yığını haline geldik. Eskiden okuyan, düşünen, fikir sahibi, yorum yapabilen ve şartlara teslim olmayan aynı zamanda Hak merkezli bir tavır sergileyen insanlar vardı. Şimdilerde sosyal medya prangalarına vurulmuş, kitaptan uzaklaşmış kısa yazı ve kısa video takipçisi, düşünce dünyası daralmış, vizyonunu ve istikametini kaybetmiş bir kitle ile karşı karşıyayız. Yeni neslin içinde bulunduğu psikolojiyi ya da buhranı isterseniz başka bir yazımızda ayrıca ele alalım.

Eğer yeni dediğiniz, binalar, hastahaneler, duble yollar, alt ve üst geçitler, adliye sarayları, park ve bahçeler, gökdelenler, kredi ile alınan otomobillerse tebrikler. Tebrikler beyler. Sizi şapka çıkararak, saygı ve hürmetle ayakta alkışlıyorum. Hem de avuç içlerim çatlarcasına.

 

Tarihi Zaferlerden Kültürel Hezimetlere

Toprak üzerine yürütülen savaşlar ve fetihler yerini kültürler arası çatışmalara bıraktı. Batıl zihniyetin temsilcileri çalışma yöntemini değiştireli uzun zaman oldu. Bize de tarihi konuşma alanını bıraktılar. Tarihle istediğiniz kadar övünebileceğimiz, diziler, filimler çekerek heyecanlanabileceğimiz fakat kültürel ve zihinsel anlamda söz söyleyeme hakkımızın olmadığı bir alan. İşte batının özgürlük dünyası. Kanun ve kuralları onların belirlediği kadar uygulayabilirsiniz. Hükümler onların planlarına uygun verildiği sürece problem yaşamazsınız. İşte batının demokrasi anlayışı. Üretmeden, teknoloji sahibi olmadan, ithalata dayalı faiz ve sömürü düzeninin çarklarına çomak sokmadan her türlü ticareti yapabilirsiniz. İşte batının ekonomi anlayışı. İşte bize ayrılan alan.
Müslümanlar olarak, sınırları belirlenmiş bir yaşam alanına mahkûm edildiğimizin ne zaman farkına varacağız çok merak ediyorum. Ufak tefek özgürlüklerle kandırılmaya hala devam edecek miyiz? Batı dünyasının, İslâm ülkelerinin kendi aralarında yürüteceği her türlü ekonomik, sosyal ve siyasal işbirliğinin karşısında durduğunu ne zaman göreceğiz bilemiyorum. Rahmetli Erbakan hocanın tabiri ile Çanakkale’de yedi düvele karşı verdiğimiz bağımsızlık mücadelesi neticesinde kovduğumuz emperyal güçlerin bugün bacadan girdiklerinin, gençlerimizin zihin dünyasını tarumar ettiklerinin ne zaman farkına varacağız.
Belki biraz bakış açımızı değiştirmeye ihtiyacımız var. Belki biraz da tarihi okuma şeklimizi değiştirmeliyiz. Mesela Mekke’nin fethini sadece fethin askeri açıdan yürütülen stratejisi açısından değil de o güne kadar Peygamberimize (sav) her türlü kötülüğü yapan müşriklerin affedilmesindeki hikmet açısından değerlendirmek lazım. İstanbul’un fethi ile bir çağın kapanıp bir çağın açıldığını, Peygamberimizin (sav) Hadis’ine mazhar olunduğunu bilmekle beraber fetihten sonra oluşturulan kültür iklimini, gayri Müslimlere olan yaklaşımı ve dönemin Osmanlı toplumunun ahlâk seviyesini görmek lazım. Çanakkale zaferinde bilmem kaç milletten gelen ordularla yürütülen mücadelenin, kazanılan zaferin yanında İslâm dünyasının dört bir yanından gelerek İslâm birliğinin ne mana ifade ettiğinin ispatını görmek lazım. Ecdadımızın yazdığı şanlı tarihi ve fetihleri, kazanılan topraklar, alınan kelleler açısından değil, Allah’ın sözünü kıtalara ulaştırma, gönülleri kazanma, ortaya bütün insanlığın ihtiyacı olan büyük bir medeniyet modeli koyma açısından görmek lazım. Bir karıncayı dahi incitmekten imtina eden, komşusu aç iken tok yatana iyi gözle bakmayan kültür anlayışını anlamak lazım.
Ekranlar aracılığı ile kavramlar üzerinden yürütülen işgalin farkına varmadan zor. Sosyal medyanın sansürsüz dünyasında dönen oyunları bilmeden zor. İki çift söze, biraz da şekle bakarak aldanarak zor. Kültür emperyalizminin izlerini önce evlerimizden, sonra sokaklarımızdan, şehirlerimizden ve zihinlerimizden silmeden çok zor.
Başta bakış açımız ve düşünce şeklimiz olmak üzere güncellememiz gereken o kadar çok şey var ki.

21 Mart 2018 – Çarşamba – Milli Gazete

Ken Ay Sey Samting

Biz kısık seslerdik, tam teslim olmuş, inançlı, özü sözü bir. Şimdilerde sesimiz gayet gür çıkıyor ama karşılığı ve tesiri yok. Ezanlarımız minarelerden okunuyor ama anlayan yok. Bir garip hâl içerisindeyiz bu zamanlarda. Geçmişi ile övünüp duran bir millet haline geldik. Ertuğrul Bey ile yatar, Abdülhamit Han ile kalkar olduk. Hani Mevlana diyor ya, “dün dünde kaldı can cağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.” Şanlı tarihimizle caka satarken yaşadığımız zamanın gerçeklerinden bihaber yaşıyoruz. Big Data’yı hayata geçirmeye çalışan dünyanın hızlı gündemine takıldığımızdan olsa gerek, sürekli olayları konuşuyoruz, sonuçları tartışıyoruz ama maalesef nedenleri hiç bilmiyoruz. Bakış açımız, yüzeysel, sığ, medyatik, liberal ve dedikodu merkezli bir hale geldi.

Varoluşun sebep ve gayelerinin sırlarını, tarih şuurumuzu, asırları aşan ufkumuzu kaybettik. Sürekli sorunlarla karşılaştığımız halde, hep öteledik, biriktirdik ama bir türlü bu sorunlarla yüzleşmeye cesaret edemedik. Günü kurtarma telaşında koştururken geleceğimizi kaybettik, pırlanta gibi nesilleri, gençlerimizi yani geleceğimizi, bozuk para gibi harcıyoruz. Popüler adamlar, sansasyonel olaylar, savaşlar, teknolojik gelişmeler gündemimizin merkezine oturdu ama büyük fikirleri, aklı, mantığı, hikmeti, tefekkürü hep atladık, kaybettik. Parayı, beton blokları, katları, yatları, yazlıkları arazileri çoğaltma derdine düştük.

Cetvelle çizilen sınırlarımızın dışındaki kardeşlerimizin yeraltı kaynaklarının ve topraklarının sömürgeleşmesini izlerken, kendi düşüncemiz ve bilincimiz sömürgeleşti. Düşünsel dünyamızın bağımsızlık ve özgürlük iradesine ipotek koyuldu farkına bile varamadık. Bu sinsi oyunun sahipleri tarih yazdı, felsefe yaptı, makine üretti, teknoloji tasarladı bize de seyretmek ve konuşmak düştü. Bizi, tarihin yazıldığı meydanların arka sokaklarına ittiler. Sanal olan şeylerin dünyasına hapsettiler, anlayamadık.

Ah o özgürlük, demokrasi ve insan hakları ambalajlı sömürgecilik. Kitleleri sömürülmeye uygun kıvama getiren türlü organizasyonların sahibi sömürgecilik. Her bölgenin coğrafyasına uygun sömürü düzenini kuran ve kana, gözyaşına, paraya doymayan sömürgecilik. Takım elbiseli, temiz, traşlı ve güler yüzlü, eli hançerli sömürgecilik. Söylem tarzı olarak insanı ve haklarını konuşan eylemi cana kıymak olan sahte sömürgecilik. İslâm dünyasına kendi dinlerini aşırılık olarak kabul ettiren, liberal batılı düşüncelere hayran bırakan sömürgecilik bizi ne hale getirdi anlayamadık.

Hayat nizamı olarak tanımlanan İslâm dinini, sakız orucu bozar mı, sakalın boyu ne kadar olmalı, yakmayan kefenin kumaş türü seviyesinde tartışmaya başladık. Sinema ve dizi sektörünün, sosyal medyanın ve geleneksel medya dünyasının, popüler kültür tarafından kullanılan birer uyuşturucu aygıtı olduğunu anlayamadık. Diğer yandan Mehdi’nin özelliklerini, kıyametin ne zaman kopacağını, İslâm’da cariyeliğin durumunu tartışırken batılıların tarihi, zamanı ve mekânı teslim almalarını seyrettik.

Ne zaman bir sorun yaşasak hep suçu başkalarına attık, sebeplerini hep dışarıda aradık. İslâm, bütün insanlığın tek kurtuluş reçetesidir diye vaaz ettik ama kendi Müslüman kardeşlerimizi gruplar halinde tekfir ettik. Kardeşlerimizi, İslâm’ın hakîkatleri ile buluşturmamız gerekirken, kendi ırk, renk, mezhep ya da sivil toplum dünyamıza hapsettik. Kendimizi, inançlarımızı, dünyayı ve metafizik âlemi idrak edemedik. Algılarımız, kavramlara verdiğimiz anlamlar altüst oldu, aklımız tutuldu.

Karizmatik liderler, maddi gücü elinde tutanlar, kitleler ve etkili konuşma sanatına hâkim olanlar her türlü fikir, düşünce, bilgi, birikim, tecrübe ve ferasetin önüne geçti. Ufuklar ayakucumuza düştü, bilinç kayboldu. Otoriteye karşı ortaya çıkan her eleştirinin ihanetle suçlandığı, itirazın ve farklı bir düşüncenin ortaya koymanın imkânsız olduğu zamanlardayız.

Hepimiz dindarız ama bireysel, ırkçı ve mezhepçi. İslâm’ı kişilerin vicdanına hapsettik. Seküler düşünce akımlarına olan ilgimiz İslâm’a olan ilgimizi kırka katladı. Kapitalist işgalin genişlemesi için ırkçı ve ideolojik bilginin taşıyıcıları olduk. Birilerinin toprakları, bizim ise bilinç dünyamız sömürgeleşti. Kendilerine küçük özgürlükler verilen ve sembolik ibadetleri dinin aslı olarak gören bir toplum haline geldik.

Velhasılıkelam, konuşuyoruz ama ne dediğimizi bilmiyoruz. Düşünüyoruz ama anlamıyoruz. Bağırıyoruz ama kimse bize kulak vermiyor. Nişan alıyoruz ama hedefi vuramıyoruz. Tartışıyoruz ama dinlemiyoruz. Yürüyoruz ama nereye gittiğimizi bilmiyoruz. Çalışıyoruz ama kime hizmet ettiğimizin farkında değiliz. Gerçekten çok konuşuyoruz ama hiçbir şey söylemiyoruz.f902dda4-8452-47ea-9e8b-37f7fb822e79

Fikri Dergi | Şubat 2018 | Sayı 13
Fatih YILMAZ

Trollük Müessesesi ve Siyasi Seçimler

     s-6419446436124439fde9db37781e8aac04e129e6     Trol kelimesi aslında İskandinav halkının inanışına göre genellikle dev ya da cüce olarak tasvir edilen yaşamını mağaralarda sürdüren efsanevi ve çirkin yaratığa verilen isimdir. Sosyal medya dünyasında ilk olarak ne amaçla ve kimin tarafından kullanıldığı pek bilinmediği gibi herkes tarafından kabul görmüş, kesin ve tek bir tanımı da yoktur. Özet olarak trol, hedonist bir yaklaşımla, yani haz merkezli olarak, sosyal medya mecralarında alaycı, mizahi, ortalığı karıştırıcı, insanları kızdıran, düşüncelerini saptıran, dikkatlerini dağıtan, gündem oluşturan ya da oluşturulan gündemi manipüle eden kişilere verilen genel isimdir. Troller toplum nezdinde sevimsiz ve akılsız karakterler olarak bilinmesine rağmen aslında genellikle zekidirler. Onların takındıkları tavrın kasıtlı olarak mı yoksa doğal olarak mı ortaya koyulduğu pek net değildir.

Sosyal medyada birçok alanda trollerden bahsedilebilir. Yaklaşan başkanlık seçimlerini dikkate alırsak siyasal alanda çalışma gösteren troller biraz daha ön plana çıkıyor. Öyle ki, ülkemizin olağanüstü yoğun siyasal gündemi bu konunun daha da popüler olmasına sebep oluyor. Troller siyasi alanda yaptıkları kara propaganda çalışmaları ile hem nefret hem de takipçi kazanırlar ve her iki durumda da haz almaya devam ederler. Siyasi alanda organize olarak ya da gönüllü olarak çalışan trollerin tanımını yapmak gerekirse onlar, zarf atan, konuyu saptırmaya ya da kendi arzu ettikleri mecraya çekmeye çalışan, yanlış bilgi yayıp manüplasyon yapan, kendi savundukları siyasi parti adına hiç çekinmeden yalan haberler yayan, rakip gördükleri siyasi partilere olmadık hakaretlerde bulunan kişilerdir. Bu yaptıkları çalışmaya trolling yani trolleme denir.

Sosyal medya siyasi çalışmalarda artık eskisinden çok daha önemli bir hale geldi. Artık bir siyasi kampanyayı sosyal medya ayağı olmadan yürütmek mümkün değildir. Hatta meclis dışında olan, geleneksel medyada kendine yer bulamayan partiler siyasi propaganda süreçleri için ayırdıkları bütçenin önemli bir bölümünü sosyal medyaya ayırmak zorundadırlar. Tabi sosyal medyanın tüm partiler açısından nasıl bir güce ulaştığını bazı örneklerle ele alacağız. Sosyal medyanın gücü önemli oranda nokta atışı çalışma yapabilme imkânını sunduğundan kaynaklanmaktadır. Yani siz belli bir kültürde, belli yaş ve maaş aralığında, arzu ettiğiniz bölgede, istediğiniz cinsiyette kişilere mesajınızı ulaştırabilirsiniz. Artık sosyal medyada insanların beğendiklerini, yapıp ettiklerini, ilgi alanlarını, hassasiyetlerini bilerek içerik gönderebilme imkânına sahipsiniz. İşte bütün bu etkenler sosyal medyanın mı yoksa geleneksel medyanın mı insanlar üzerinde daha etkili olduğunu tartışılır hale getirmiştir.

Artık hemen hemen tüm dünyada yapılan siyasi seçimlerde adayların bazı söylemlerinden, sosyal medyadaki gündeme gelme durumlarına göre vazgeçmek zorunda kaldıklarına şahitlik ediyoruz. Twitter gündemi bu anlamda en etkili sosyal medya mecrası olarak dikkat çekiyor. İşte tam bu noktada, trollük müessesesinin oluşmasının en temel sebeplerinden birinin sosyal medyanın sahip olduğu güç olduğunu söyleyebiliriz. Artık birçok ülkede siyasi yapılar kendi sosyal medya timlerini oluşturmuş durumdadır. Siyasi alana sonradan gelen trollük müessesesini ciddi bir fabrika haline getiren ise Ruslar olmuştur.

Amerikan başkanı Donald Trump’ın uzun zamandır başı bu konuyla dertte. İddiaya göre Amerika’da yapılan 2016 seçimlerinde özellikle Twitter, Instagram ve Facebook üzerinden Rusya St. Petersburg kaynaklı hesaplar Trump lehine ciddi reklam çalışmaları yapmışlar. Amerikalı yetkililer bu bilgiyi Twitter, Instagram ve Facebook yöneticileri ile yaptıkları toplantıda bizzat kendilerinden aldıklarını söylüyorlar. Mevzu edilen konuya dair Youtube’da yayınlanan bazı belgeselleri bizzat izleyebilirsiniz. Yine aynı yetkililer, 2016 yılında Amerika’da yapılan başkanlık seçimlerinde Facebook üzerinden 120 milyon, Instagram üzerinden ise 20 milyon kullanıcıya yine Rusya kaynaklı olarak Trump lehine reklam çalışması yapıldığını itiraf ediyorlar. Fakat bu hesaplar sahte oldukları için bir şey yapamıyoruz diyerek de izahatta bulunuyorlar.

Sosyal medyanın etki gücünü çözümlemek zor ama yaşanan gelişmelere bakıldığında haber almanın ve propagandanın ana kaynağı ve en etkili ikna aracı olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. İşte bu süreç ve etki dikkate alındığında sosyal medyanın önemi her seçimde bir öncekinden daha fazla dikkate alınması gereken bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Soru şu, “trollere karşı ne yapılabilir?” Amerika’da yaşanan örneklere ve en etkili sosyal medya kanallarının yöneticilerinin açıklamalarına bakılırsa hiç bir şey yapılamaz. Ancak daha düzenli, disiplinli, yeterli sayıda ve nitelikli iş çıkaracak bir sosyal medya ekibi ile karşı mücadele yapılabilir. Yoksa sosyal medyanın doğasındaki problemlerin başında, bahsi geçen trollerin denetlenebilir olmaması, sahte hesapların sorunsuz bir şekilde varlıklarını sürdürebilmeleri, her türlü yayının hiçbir engele takılmadan her hangi bir yoldan paylaşabilmesi geliyor. En ahlaksızca olanı ise yalan, iftira ya da hakaret konusunda pervasızca davranabilme imkânının olmasıdır. İşte bu handikaplara bakılırsa belki de itibar ve güven açılarından sosyal medyanın asla geleneksel medyanın yerini alamayacağı iddia edilebilir.

Troller bazen tıpkı 2016 yılındaki Amerikan seçimlerinde Pizza Gate skandalında olduğu gibi bir iftira kampanyası ile seçim sonuçlarına etki edebilecek bir olayı ortaya atarlar. Hala ispat edilememiş olan bu sansasyonel hadise belki de Demokrat partinin seçimi kaybetmesine sebep olan en önemli olaylardandır. Ülkemizde ise sosyal medyada bazı trollerin akla hayale uymaz paylaşımları bunlara örnek gösterilebilir. Mesela, “sır gibi saklanan uçan uçak gemimiz” diyerek paylaşılan abartı ve hayali bir fotoğraf yüzbinlerce kişi tarafından beğenilip paylaşılabiliyor. Bazı partiler sırf kendi düşüncelerini ifade ettiklerinden dolayı çok kolay bir şekilde vatan haini olarak itham edilebiliyor. Yine bazı siyasi partilerin diğer legal siyasi partilere yaptıkları en basit nezaket ziyaretleri bile “şer ittifak”, “terör cephesi flörtü” olarak troller tarafından yönetilen hesaplarda paylaşılabiliyor.

Bahsettiğimiz konu bağlamında yeni bir tanım yapmak gerekirse, trollük müessesesi ahlaki değerleri hiçe sayan, yalan ve iftira konusunda çekinmeden ve düşünmeden her türlü paylaşımı yapan, menfaat ve haz kaygısı ile hayal üreten ve insanların ter temiz zihinlerini bulandıran, karalama kampanyalarının, kara propagandaların modern kurumları olarak da adlandırılabilir. İlk dönemlerde bireysel olarak faaliyet gösteren bu hak gaspçıları artık kurumsal ve organize bir hal almış durumda. Fakat gözden kaçırılan çok önemli bir detay var. Trollük müesseselerinin çalışmaları günü birlik, kısa vadeli fayda sağlama doğrultusundadır. Uzun vadede yol açtıkları kayıplar, kurumsal olarak zarar verdikleri itibar hesap edildiğinde bu müessese akla, ahlaka ve mantığa hiç de uygun değildir.

Hangi alanda veya platformda olursa olsun iyilik, güzellik, sağduyu, hak ve hukuka dayalı anlayış mutlaka galip gelecektir. Diğer taraftan sosyal, siyasal, ekonomik ve teknolojik gelişmeler takip edilmezse, post modern dünyanın desiseleri göz ardı edilirse bir sürü emek ve alın teri ile planlanan propaganda süreci eksik kalmış olur. Çağa uygun yorumlarla adım atılmazsa yani fiili dualar atlanır kavli dualara teslim olunursa arzu edilen sonuca ulaşmak bir hayalden öteye gidemez.

Diyorum ki, sosyal medya şimdiden ele alınmalı ve daha fazla üzerinde durulmalı.

 

 

 

Kim, Nerede, Nasıl?

Dünyanın gözünün içine baka baka dehşet verici bir tiyatro oynattılar. Bir adamı bahane ederek ülkemize girdiler. En çok ağırımıza giden de adeta fincancı dükkânına girmiş fil gibi dünyayı talan eden kör olasıca Amerikan askerlerinin yanında Peygamber ocağımızın yiğitlerini görmekti. Görmez olaydık. (Bir zamanlar Afganistan’da biri)

Eli kanlı, zalim, insanlıktan nasibini almamış Amerikan askerleri bacılarımızın ırzına geçiyor. Hapishanelerde yapılan zulmün haddi hesabı yok. Namusumuz ve şerefimiz ciğeri beş para etmez kan emici katillere emanet. Gecenin karanlığında insanların feryatları gök kubbeyi titretiyor ama sesimizi duyan yok. (Yıllar önce Irak’ta biri)

Kendi özgürlüğümüzü kazanacağımızı zannettik. Oysa yanı başımızda Irak’ta yaşananlardan ders alabilirdik. Gidecek yerimiz yok, kalacak evimiz, yiyecek ekmeğimiz, yakacak odunumuz kalmadı. Tehlike dört bir tarafımızı sarmış. Çocuklarımız gözümüzün önünde açlıktan ve soğuktan ölüyor. (Bir süre önce Suriye’de biri)

Meğer devlet başkanımız bize birçok ülkede olmayan imkânları sunmuş. Kıymetini şimdi anladık ama iş işten geçti. Arap baharı dedikleri aslında kara kışın habercisiymiş. Şimdilerde kaos her yerde, terör aldı başını gidiyor, kim nereyi yönetiyor belli değil. Ülkemizin kaynakları demokrasi çığırtkanı vahşilerce talan ediliyor. (Birkaç yıl önce Libya’da biri)

Özgürlük ve demokrasi türküleri ile avutulduk ve inandık. Hür irademizle Cumhur reisimizi seçtik, kısa zaman sonra ülkemiz karıştı, darbe oldu. Bütün insanlığın gözleri önünde demokrasi ve özgürlük putunu bir oturuşta yediler. Ağızlarından kan damlıyordu. Kim ne dediyse hiç oralı olmadılar. Meğer hepsi yalanmış. (Üç beş yıl önce Mısır’da biri)

Hayatımda temiz ve sağlıklı içme suyu görmedim. Karnımın doyduğu bir zamanı hatırlamıyorum. Çocuklarımız en basit ilaçlara dahi ulaşamadığımız için ölüyor. En basit ameliyatları yapacak imkanlarımız olmadığı için bir çok insanımız hasta ya da sakat olarak yaşıyor. Dünyanın en zengin kaynakları üzerinde yaşayan ama en büyük zorlukları çeken insanlarız. Bizim hiçbir şeyimiz yok. (Yıllardır Afrika’da biri)

Kardeşlerimizi diri diri yakıyorlar. Evlerimiz, köylerimiz talan ediliyor. Canımızı, namusumuzu kurtarmak için vatanımızı terk etmek zorunda kalıyoruz. Çocuklarımızı kaçış yolunda ve en zor şartlar altında bir bir yitiriyoruz. Yüzbinler olarak çadır kamplarında, toprak üzerinde en zor şartlarda yaşam mücadelesi veriyoruz. Sabrediyoruz. (Arakan’da biri)

Kardeşim Amerika dünyanın şeysi nasıl kafa tutabiliriz ki! Hem öyle Koka Kolayı protesto ederek falan bişey olmaz. Bu Suriyelilerin ne işi var Türkiye’de anlamıyorum. İslam Birliği ütopya oğlum, hangi çağda yaşıyorsun sen? Vardır bir bildiği, sanki o düşünemiyor mu senin dediklerini. Sonra hem benim kalbim temiz, dedem hafızdı üç kere de hacca gitti. Kardeşim tamam adam ıslık çalıyor ama çalışıyor da. Hem bugüne kadar hep onlar bizi dövdü artık sıra bizde. Asgari ücreti geç kardeşim dünyanın en iyi ekonomisi biziz, baksana şu yollara. Dolar beş lira olsa ne yazar, bizi ilgilendiren bişey yok ki. Sen düşman oklarına baksana nasıl sivri yapmış adamlar. Abi valla doğru söylüyorsun ama… (Bayadır Türkiye’de biri)

Allah sonumuzu hayretsin. (Herkes)
Yahu bi düşünün Allah aşkına. (Başka biri)

Fikri Dergi | Ocak 2018 | Sayı 11
Fatih YILMAZ

Nitelikli Sosyal Medya Kullanımı

26230671_1678863025507080_8270334836081684560_n     Kullanılan şey, bir makine, bir alet ya da bir teknoloji ürünü olabilir, önemli olan o şeyin kullanımına ve bilinmesi gereken her şeye hâkim olmaktır. Aksi halde bir takım kazalardan kurtulmanız mümkün değil. Mesela bugün herkes ütü ile çay demlemenin, çamaşır makinesinde bulaşık yıkamanın ya da bıçakla diş temizlemenin ne gibi tehlikeli sonuçlar doğuracağını tahmin edebilir. İşte sosyal medya da bu örneklerde olduğu gibi doğru kullanılmadığında tahmin bile edemeyeceğiniz olumsuz sonuçlar doğurabilir. Bugün hepimiz sosyal medya dünyasında hatalı paylaşımlar dolayısıyla gündem olan nice kişi ve kurumların içine düştükleri zorluklara şahitlik ediyoruz. Sosyal medya kullanımının temelde dikkat edilmesi gereken üç maddesi vardır. Diğer maddeleri bu üç temel üzerine inşa etmek gerekir. Temeli oluşturan maddeler, güvenilirlik, özgün içerik üretimi ve güncel konuların paylaşılmasıdır.

Kurumsal firmalara bakarsanız, özellikle küresel ölçekte olanların hikâyeleri olduğunu göreceksiniz. Marka isminin nereden geldiği, ilk işe nasıl ya da nerede başladığı ya da dünyaca ünlü bir bilim adamının ilkokulda okuldan atıldığı gibi. Bu durum sizin hikayenizle anılmanıza ve diğerlerinden farklı lanse edilmenize dolayısıyla bir adım önde olmanıza neden olacaktır. Böylelikle daha akılda kalıcı bir tarafınız olmuş olacak. Mutlaka bir hikâyeniz olsun.

Popüler konularda yazmak daha fazla ilgi çeker. Popüler olan aynı zamanda güncel olan ve en çok konuşulan demektir. Hatta hakkında bir yorum yapılması beklenilendir. Bu konu zaman zaman hassas boyutlar kazanabilir. Mesela dokuz şehit haberinin geldiği ve ülke insanının yas tuttuğu bir günde “akrabalarla piknik keyfi” şeklinde bir paylaşım hiç de yakışık almaz. Hasbelkader piknikte olabilirsiniz ama bunu illa paylaşmak zorunda değilsiniz hatta paylaşmamanız gerekir. Özgünlüğü kaybetmeden, farklı bir bakış açısı ile popüler konularda yazın ama güncel gündemi sakın gözden kaçırmayın.

İnsanların hislerine tercüman olmanız, özellikle duygusal konularda bu detayı yakalamanız size her zaman puan kazandırır. Fakat bu konunun duyguları istismar noktasına gelmesi de etik olmaz. Yani her, daha fazla beğeni alma, daha fazla gündem olma, takipçimizi artırma telaşıyla yapılan paylaşım bizim ahlak anlayışımıza indirilen bir darbe anlamına gelmektedir. Niyeti koruyarak ve kontrolü elden bırakmadan duygusal paylaşımlar yapın.

Eğer bir iddiada bulunuyorsanız bunu güçlü bir şekilde ispat etmeniz gerekir. Bunun en önemli dayanaklarından biri rakamlardan beslenmek, istatistiki bilgilere dayanarak yazmak ve yapılan bilimsel araştırma sonuçlarına göre konuşmaktır. Bu maddeyi, modern zamanda bilimsel olana başvurma rahatlığı olarak da ifade edebiliriz. Böyle bir paylaşıma kolaylıkla bir itiraz gelmediğini göreceksiniz. Mesela “üniversite öğrencilerinin bir kısmı” yerine “üniversite öğrencilerinin %23’ü” demek çok daha etkili olacaktır. Güçlü bir iddia sağlam deliller anlamına gelir dolayısıyla mutlaka rakamlardan beslenerek net paylaşımlar yapın.

Taklitçilik hiçbir zaman hoşgörü ile karşılanmamıştır. Sosyal medyada başkalarına ait şeyleri kopyalayarak paylaşımda bulunmak hoş bir davranış değil. Takip edilen kişiler ve paylaşımları ilham kaynağı olabilir ama kopyalama kaynağı olamaz. Bu düşünme kabiliyetinin de önünde bir engeldir. Asıl olan kendi düşüncemizi, farklı bir bakış açısı ile ortaya koyabilmektir. Her konunun kimsenin bakmadığı bir açıdan yorumu yapılabilir. Başkalarını taklit etmeden, konuyu farklı bir açıdan yorumlayan özgün paylaşımlar yapın.

İnsanlar popüler sosyal medya hesaplarını kendilerini güldürüp eğlendirdikleri ya da  düşündürdükleri için takip ederler. Sürekli karamsar bir tablo çizmek doğru değil. İnsanların bugün mutluluğa, hayale, geleceğe dair güzel haberlere ihtiyacı var. Sevgi ve kardeşlik diline her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Sosyal medya kullanımında bu maddeye fazlasıyla dikkat etmek gerekiyor. Paylaşımlarınızda sevgi, kardeşlik, iyilik ve güzellik ana tema olarak dikkat çeksin.

Yaptığınız paylaşımlara insanların değer vermesini istiyorsanız onların faydalanacağı, işe yarar, paylaşılmaya değer özgün içerikler üretmelisiniz. Örneğin bir öğretmenin sınıfında, bir annenin mutfağında, bir iş adamının fabrikasında kullanabileceği her türlü bilgi okumaya, paylaşmaya değerdir. Paylaşımınızda alın teri, emek varsa, üzerine düşünülmüşse mutlaka karşılık görecektir. İnsanlara faydalı olacak paylaşımlar yapın.

Takipçilerinizi arkadaşlarınız olarak görün ve onları dikkate alın. Size yazılan her yoruma cevap vermek zorunda değilsiniz ama aralarında cevap verilmesi gerekenleri seçmeniz gerekir. Hatta duyarlı takipçilerinizi seçerek onlara biraz daha ilgi gösterebilirsiniz. Paylaşımlarınızda onlara yer vermeniz, onlardan alıntı yaptığınızı belirterek paylaşımda bulunmaz size itibar kazandıracaktır. Sürekli paylaşım yaparken sizi takip eden, sizi kendi takipçilerine tanıtan takipçilerinizi unutmayın.

Her sosyal medya paylaşımında üç madde dikkat çekicidir. Atılan başlık, kullanılan görsel ve eklenen yazı. Başlık çarpıcı ve dikkat çekici olmalıdır, hatta bazen tek bir başlık ve fotoğraf bir kitabın anlatamayacağı nitelikte olabilir. İyi görselden kasıt görüntünün net olduğu ve detaylarında problem olmayan bir fotoğraf demek. Detaylarına dikkat edilmiş demek, fotoğrafa dikkatli bakılmadan paylaşıldıktan sonra uyarı almayacak kadar incelenmesi anlamına gelmektedir. Son olarak eklenen yazıyı bitirdikten sonra paylaşmadan önce, imla hatalarına dikkat ederek tekrar okumak varsa yapılan son birkaç hatanın da düzeltilmesine vesile olacaktır. Tüm bu maddelere dikkat edildiğinde ortaya güzel, nitelikli, faydalı ve başkaları tarafından paylaşılmaya değer bir üretim çıkmış olur.

Nitelikli sosyal medya kullanımının maddelerini kısaca bu şekilde sıraladık. Tabi ki bunlara daha birçok madde eklenebilir. Biz burada önemli gördüğümüz bazı maddeleri kısaca özetledik. Son olarak bu maddelerin dışında dikkat edilmesi gereken bir hususa daha değinmiş olalım. Bu husus kişinin sosyal medyayı faydalı bir şekilde kullanması gerekirken tam aksine kendine zarar verir hale getirmesine sebep olabilir. Eğer dikkat edilmezse.

Sosyal medya iletişim, reklam, tanıtım ve son dönemde bir okul gibi kullanma imkânlarını insanlara sunmaktadır. Bu amaçların dışındaki durumlar insanları negatif yönde etkilediği gibi sosyolojik bazı sorunların da zeminini hazırlamaktadır. Örnek vermek gerekirse, popüler kültürün esareti altında yani popülist kaygılarla paylaşım yapmak insanı insan yapan değerlerden uzaklaştıran bencillik, gurur ve kibir hastalıklarına sebep olmaktadır. Sosyal medya kullanımında nitelik, takipçi ve beğeni kazanma kaygısından münezzeh bir tavırla mümkün olabilir. Aksi halde biraz takipçi ve beğeni kazansak da kendi değerlerimizi kaybetmiş oluruz ve bu da daha büyük bir kayıp anlamına gelir. Sosyal medya kullanımını her ne kadar adı sanal âlem olsa da gerçek hayattan ayırmamak gerekir. Gerçek hayatta dikkat ettiğimiz her şeye sanal âlemde de dikkat etmezsek içinden çıkılması zor problemlerle karşı karşıya kalabiliriz. Popüler kültür bugün bize ait değerleri teslim alma karşılığında bize  hedonist, bireysel ve dünyevileşmiş bir profilden başka bir şey sunmuyor. Bu pazarlık iyi bir pazarlık değil. Dikkatli olmalı ve sosyal medyayı oyuna gelmeden insanlığa faydalı bir şekilde kullanmalıyız.

 

 

Hiçim Hiç

26220500_1675855199141196_8953386170680151716_o     “Ben”, dünya yaratılmadan önce başlayıp şimdilerde öz çekim çubukları vasıtasıyla sosyal medyada hayat bulan ve kıyamete kadar da devam edecek olan en büyük tehlike. “Ben”, namı diğer kibir, gurur ve modern tanımı ile ego. Karşı taraftan bakarsanız “sen” diye okunur. Yani çoğu zaman “ben” belasını başa saran “sen” diyerek insanı ateşe atan kitlelerdir. “Sen başkasın abi, neden sen değil de o, sen daha layıksın, aslında senin hakkındı, seni kıskanıyor da ondan” derken bir bakarsınız koskoca bir “ben” çıkmış ortaya. Artık kimsenin önünde durmaya bile cesaret edemediği koskoca bir “ben”.

Hadise ilk olarak şeytanın Ben’i ile başladı. “Ben dumansız ateşten yaratıldım!” demişti. “Dumansız ateşten yaratılan topraktan yaratılana secde eder mi!” dedi ardından. Eğer Ben’in penceresinden bakarsanız, ona göre doğru bir yaklaşım, çünkü Ben tehlikedir. Sonra şeytanın tecrübesi olayı akıllı telefonların ön kamerasına kadar taşıdı. Ben! Neden başkalarını çekeyim? Neden fotoğrafta ben de olmayayım? Ben’siz olur mu? Egoizme giden yolları açın gerisini oluruna bırakın demiş şeytan sanki. Gençlerin ne olduğunu tarif bile edemediği moda, medyanın pompaladığı popülizm, bireyselliğin tavan yaptığı bir artı bir dairelerde yaşam, asosyal hayatın mimarı sosyal medya, arkadaşlığı can evinden vuran yeni nesil oyunlar, bunların hepsi egoizmi hedef alır ve değerleri yok eder.

Mübarek şehadet makamını bile uğruna sömürdüğümüz egoizmden bahsediyorum. Kardeşime soruyorum: “şehidimize yönelik paylaşımının içinde biraz ego var mı acaba? Ne güzel paylaşım yapıyor desinler, daha fazla beğeni alsın, daha fazla kişi beni takip etsin diye bir kaygı var mı? Acaba?” Biz birbirimizi tanıyoruz kardeşim. Sen güzel konuşuyorsun, afili cümleler kuruyorsun ama yaşamıyorsun ve her geçen gün popüler kültür bataklığında yok olmaya devam ediyorsun.

Sosyal medya ile egoizm muhtemelen en güçlü dönemine ulaştı. Siz arkadaşlarınızın aile fotoğraflarını, neşeli anlarını, yaptıkları çalışmaları izlerken diğer taraftan gizli mesajlarla da muhatap oluyorsunuz. “Klas mekânlarda dolaşıyorum, her yeri geziyorum, para bende, makam bende, lüks ortamlarda vakit geçiriyorum, en lezzetli yemekleri ben yiyorum, Ben çok önemli bir insanım.” Bunlar tılsımı bozan haller ve tılsım çoktan bozuldu.

Artık insanların anlattıklarına ya da CV dosyalarına bakmanıza gerek yok. Sosyal medya hesapları size en samimi bilgiyi verecektir. Sadece biraz psikoloji ve sosyoloji bilmeniz gerekli belki biraz da pazarda insan ağzı görmüş olmanız lazım yani azıcık hayat tecrübesi.

“Sen benim bu âlemde namımı duymadın mı hiç? Ben bir hiçim, hiç!” der Hz. Mevlana. Tabi ki nihilist bir bakış açısıyla değil, tasavvufi anlamda hiç. Hiç, derin bir mana taşır, güçlü bir slogandır, kendini ve haddini bilmeyi ifade eder. Kısacası “hiç” bencilliğe verilecek en güzel cevaptır.

Post modern dünya “ben” diye haykırıyor, bizim inancımız “biz” diye fısıldar, kemâlât ise “önce kardeşim” diyerek bağrına basar. İnsan bencillikten kurtulmadan huzura kavuşamaz, ruhunu dinlendiremez, gerçek aşkı bulamaz. Aşk mutlu olmaktan ziyade mutlu etmektir. Daha fazla mutlu olmak için, benliğinizden geçin, mutlu edin.

 

Dijital Dünyada Din

25994574_1657776044282445_2673257251799163287_n                         Dijital alemde, radyo ve gazete gibi diğer geleneksel medya organlarında kontrol kimin elinde ise içerik aynı kişilerin inanç ve düşünce yapılarına göre şekillenir. Sosyal medya kanallarının hayatımızın merkezine oturmasına kadar söz hakkı hep güçlünün elindeydi. Artık her bir şahıs arzu ettiği içerik üretimini oluşturarak kendisine bir medya alanı oluşturabilir, videolar resimler çekerek milyonlara ulaştırabilir.

Dijital dünyada din konusu ise farklı bir ciddiyet ve hassasiyetle ele alınması gerekir. Kapitalizmin hakim olduğu, oyun ve eğlence merkezli olarak kurgulanmış, benlikleri ön plana çıkaran, nefsi duyguların sürekli okşandığı, popüler kültürün en hakim alanlarından biri olan medyada din kendine nasıl bir yer bulabilir ciddi bir soru işareti olarak karşımızda durmaktadır.

Türkiye’de ilk sinema filmlerinin çekildiği, ilk televizyonların kurulduğu tarihten bugüne ekranlarda dini konuların nasıl ele alındığını şöyle bir hatırlayalım. Türk sinemalarında herhalde herkes, filmlerin en çirkin ve ahlaksız, saçı sakalı birbirine karışmış, her türlü yalan ve iftira atan kişilerin hocalar olarak sunulan karakterler olduğunu hatırlar. Dizilerde efsunlu bir hale getirilen, sadece doğaüstü olayların cereyan ettiği, herkesin yaşaması mümkün olmayan bir sırlar dünyası olarak takdim edilen yine din gerçeğidir. Televizyon programları ile bu dejenerasyon devam etti. Televizyon programlarında aynı şekilde insanların dalga geçeceği sorular seviyesine düşürülen, basit, sıradan ve bayağı bir kıvama getirilen ve adeta popüler kültüre kurban edilen bir din algısı görüyoruz. Son olarak sosyal medya dönemi ile durum daha da vahim bir hal aldı. İnsanlar neredeyse ayet ve hadis tasarımlarını paylaşarak dini vecibelerini yerine getirdiklerini düşünmeye başladılar. İşin dini boyutu bir tarafa, ahlaki ve içtimai olarak da bir buhrana doğru sürüklenmekteyiz. Artık düğün, nişan, sünnet tebrikleri, kutlamalar, taziyeler sanal aleme taşındı. İnsanlara iyiliği emredip kötülükten men etme ilkesi sosyal medya paylaşımları ile yeterli olarak görülmeye başlandı. Kısacası, insanların hem dünya hem de ahiretini ilgilendiren, bir kural ve kanunlar manzumesi olan, hayatın her alanına bir sözü olan din gerçeği sanal alemin dijital parmaklıkları arasına hapsedilmiş oldu.

Buradaki paradoksal durum aslında şu, insan hayatının neredeyse tüm alanlarını kaplamış bir medyadan bahsediyoruz ve artık dini konuların izlendiği, takip edildiği ve araştırıldığı alan da tamamen medya olmuş durumda. Fakat medya oyun, eğlence merkezli, popüler kültürün hakim olduğu, kontrolün kimin elinde olduğu çok muğlak olan bir alandır. Dolayısıyla bu alanda dinin öğrenilmesi ya da ele alınması, istismar edilip sömürülmesi yanında bir hiç mesabesindedir. Çünkü din, popüler ve medyatik bir konu değil bilakis bir dünya ve ahiret gerçeğidir.

Medyanın bir özelliği de algı yönetimi aracı olarak kullanılmasıdır. Bu özellik bir şeyin olduğundan farklı gösterilmesi ya da bir kişinin kendisini olduğundan farklı ifade etmesi anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda ve alanda din anlatımı ancak dinin başta kendinin zarar görmesi ile ayrıca takipçinin de yanlış bilgilendirilmesi ile neticelenecektir. Kaldı ki, başta sansürsüz yayın yapılabilen sosyal medya olmak üzere diğer medya kanallarının da içerikleri düşünüldüğünde, bu gayri ahlaki alanda hangi dini konu ne kadar ele alınabilir diye düşünmek lazım. Herhangi bir kanal değişiminde ya da bir sosyal medya kanalının zaman tünelinde biraz yol aldığınızda veya bir sonraki videoya geçtiğinizde sizin nelerin beklediğini çoğu zaman bilemezsiniz.

Bir Fransız sosyolog modernizmin ortaya çıkışının din üzerinde dört etkisi olacağını öne sürmüştür. Bunlar, gerileme, uyarlama ve yeni yorum, muhafazakâr tepki ve yeniliktir. Bu etkilerin en kolay hakimiyet kuracağı alan medyadır. Sonuç ise dinin tahrif edilmesi olarak karşımıza çıkacaktır. Yani dini ve yaratıcıyı insan hayatından tamamen çıkarıp merkeze insanı koyan seküler dünya görüşü ile din anlatımı ya da din tebliği yapmak pek mümkün gözükmemektedir.

Medya, sekülerizm ve kapitalizmin etkisi altında olan, kavramlara farklı anlamlar yüklemenin sorun olmadığı, her şeyin rahatlıkla alınıp satıldığı ve hatta din anlatan hocaların dahi fahiş fiyatlara kanaldan kanala transfer olduğu bir alandır. Din karşıtı bütün güçlerin hakim olduğu bir alan olmasına rağmen o alanda var olmak zorunluluktur ama sağlıklı bir tebliğ sürecinin yürütülmesi ciddi bir tartışma konusudur. Nihayetinde insan hayatında din kutsal olması gerekirken, medyanın insanlara kutsal olarak sundukları, kadın, para, makam, modern ve lüks bir hayat, oyun ve eğlence, içki ve kumar gibi birçok kötülük olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bu kadar keşmekeşin içerisinde sıhhatli bir manevi atmosferin oluşması, insanların akıl ve duygularına doğru mesajın gönderilebilmesi yukarıda saydığımız saikler de dikkate alındığında pek mümkün gözükmüyor.

Medya dini değerlere uzaktır ve tanımaz. Kendi varoluşu ve devamlılığı için ne gerekiyorsa yapar, ne tüketilmesi gerekiyorsa tüketir. Bu bağlamda aşırı egoist ve fazlasıyla çıkarcıdır. Mesela 2012 yılında bir medya organının Ramazan ayı iftar menüsündeki şu ifadesi oldukça dikkat çekicidir: “Baharatlı tavuk ızgara yemeği için önerilen malzemeler, sekiz çorba kaşığı beyaz şarap…” Yani medyanın her hangi bir dini hassasiyetinin ya da kaygısının olduğunu söylemek çok doğru olmaz. Medya Ramazan ayında bu programları dini bir çalışma ya da gerçeklik dolayısı ile değil, toplumsal tepkiyi azaltmak, talep edilen konuyu arz etmek, reyting ve para kazanmak için yapar.

İhtiyaçları ve değerleri arasına sıkıştırılmış, borca esir olmuş, gündelik hayatın içerisinde ciddi bir mücadele veren insan medya sektörünün tezgahlarında sunulan ürünlerin kalite ayrımını yapamaz. Yani herhangi bir dini görüntülü programı izlemeye başlayan insan yarın aynı kanal üzerinden, dizilere, evlendirme programlarına, gayri ahlaki birçok yayına kapılır gider ama bunun farkına varamaz. Özellikle televizyon yayınları dikkate alındığında toplumsal olarak gözden kaçırdığımız bir büyük tehlike ise gayri ahlaki birçok şeyin artık olağan karşılanmaya başlanmasıdır. Şöyle ki, bundan 20 yıl önce bir filmde ya da dizide ortaya koyulan edep dışı bir sahneye tepki oranı bugün inanılmaz derecelerde minimize edilmiş durumda.

Ahlaksızlığın normalleşmesi, dinin zamanla örf, adet, gelenek ve göreneklere dönüşmesi, günahın sıradanlaşması ve bu tükenişe karşı refleksin zayıflamasının önüne geçilmezse artık medya kanallarında sunulan post modern, hedonist, seküler ve kapitalist hayat tarzının evlerimize kadar girdiğini görebiliriz. Farkındaysanız yavaş yavaş, manevi büyüklerimizin yerini popüler sanatçı ya da siyasilerin, okumanın yerini oyun ve eğlencenin, ibadetin yerini çılgınlığın, zevk ve sefanın, tefekkürün yerini içki ve uyuşturucunun aldığını görüyoruz. Daha dikkatli olmalı, medyadaki tehlikeyi görmeli, her türlü akıl oyunlarına, algı yönetimlerine rağmen kontrolün hala insanın bizatihi kendinde olduğunu bilmeli ve ona göre dikkatli davranmalı, tepkimizi ortaya koymalıyız. Aksi halde sanal olduğu halde gerçek olarak pazarlanan yeni dünya ürünlerinin zamanla dinimizin yerini aldığına şahitlik edebiliriz.

 

 

Eğitimde Teknoloji Entegrasyonu Sorunu

24883197_1636931229700260_6559335402316393658_o     Eğitim, en basit tanımıyla belli bir bilim dalında, belli bir konuda, bilgi ve beceri kazandırma, yetiştirme ve geliştirme süreci olarak ifade edilir. Eğitim denildiği zaman ilk akla gelen bir okul, okul idaresi, öğretmenler, sınıflar, masa ve sıralar, akıllı tahtalar, öğrenciler ve onların kullandığı materyallerdir. Hâlbuki zaman değişti, artık eğitim yöntem ve stratejileri, mekanları, araç ve gereçleri bambaşka bir hal aldı. Online eğitim, uzaktan eğitim, dijital eğitim gibi teknoloji çağının modern tanımları hayatımızda çoktan yerini almış oldu. Artık sosyal medyanın eğitim süreçlerindeki rolü tartışılıyor ve sosyal medyanın eğitime katkıları anlamında araştırma ve uygulamalar deneniyor. Batıda bazı okullar bu bağlamda proje okulu olarak denemeler yapıyor.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken, hala sosyal medya kullanımını bilinçsizce eleştiren, gençlerin sosyal medya kullanımına laf etmekten başka bir şey yapmayan, yeniliğe kapalı, teknolojik gelişmelerden uzak bir toplumla ve bir kısım öğretmenlerle karşı karşıyayız. Bugün teknoloji akıl almaz boyutlara ulaştı. Artık her şey cebimizde. Bir tıkla yapılamayacak iş kalmadı. Gelişen teknoloji hayatımızın değişmez bir parçası haline geldi. Genç nüfusu dünya ortalamasının çok üstünde olan bir ülkenin vatandaşlarıyız. Yapılan araştırmalar gençlerin günde ortalama 6-7 saatini sosyal medyada geçirdiğini, saatte ortalama 16 kez telefonuna baktığını gösteriyor. Bu da gençlerin her dört dakikada bir telefonunun ekranını açıp kapattığını ve sosyal medya kanallarını kontrol ettiğini gösteriyor.

Dünyanın en fazla sosyal medya takipçisi olan ülkelerinden birisi olarak özellikle genç nüfus dikkate alındığında eğitim ve sosyal medya konularının, milli eğitime entegrasyonu sağlanmalı ve bu konuda gerekli adımlar geç de olsa atılmalıdır. Yeni medya ve iletişim araçlarının genelindeki gelişimler dikkate alındığında eğitim dünyasının sosyal medyadan ayrı düşünülmesi akla ve mantığa aykırı bir durum haline gelmiştir. Sosyal medya artık sadece fotoğrafların değil, bilginin de paylaşılıp, en kolay şekilde ulaşıldığı bir mecra haline gelmiştir.

Şimdi dikkate almamız gereken can alıcı problemlerden biri de şudur; X, Y kuşaklarının ve özellikle öğretmenlerin önemli bir bölümünün sosyal medya ve yeni iletişim araçlarına olan ilgisizliği, duyarsızlığı ve yabancılığı. Daha ergenlik dönemine girmeden takipçi olarak sosyal medya aleminin birer temsilcisi olan gençlerimize, onların yaşadığı topraklara, nefes aldıkları iklime o kadar yabancıyız ki, bir türlü içinde bulundukları psikolojiyi anlamıyoruz, anlayamıyoruz, anlamak istemiyoruz. Bilmediğimiz toprakları nasıl sürebiliriz, yabancı olduğumuz bir araziye ne ekip kaldıracağımızı nerden bilebiliriz, hiç solumadığımız bir havada ne zaman ne yapacağımızı nasıl kestirebiliriz ki?

Özellikle eğitimle uğraşan kişilerin sosyal medya dünyasını, orada olup bitenleri bilmesi artık bir tercih meselesi değil bir zorunluluktur. Bugünün gençlerini tanımak, onların nelerden hoşlandığını, neleri sevmediğini, nasıl bir düşünce yapısına sahip olduklarını, onlarla nasıl iletişime geçilebileceğini kestirmek için, kısacası onları anlamak ve onlara bir şeyler anlatmak, öğretmek için onların dünyasına girmek zorundayız.

Buna ilk olarak sosyal medyanın, bazı fotoğraf ve videoların paylaşıldığı ve insanların bir birini takip edip paylaşımlarını beğendiği bir alandan daha fazlası olduğunu öğrenerek başlayabiliriz. Artık geleneksel eğitim metotlarının ötesinde bir dünyanın varlığını kabul etmek durumundayız. Bilgiye ulaşma hızının eski dönemlere nazaran milyon kat arttığı bir dönemdeyiz. Öğretmen bir konuyu anlatırken araştırmaya başlama imkânına sahip olunan bir dönemdeyiz. Tüm bu araştırmaların, bırakın masa üstü ve diz üstü bilgisayarları, artık cebimizde taşıdığımız akıllı telefonlardan yapıldığı bir dönemin içerisinden geçiyoruz. Bir başka araştırma Google üzerinden yapılan 100 milyar araştırmanın %50’den fazlasının mobil telefonlardan yapıldığını gösteriyor. Artık sadece batı ülkelerinde değil doğu ülkelerinde bile hükümetler tarafından teknolojiyi ve sosyal medyayı eğitimde daha iyi kullanmanın yolları araştırılıyor ve yatırımlar yapılıyor.

Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda ise öğrencilerin sosyal medya kanallarında boşa zaman harcadıkları, oyun oynadıkları, arkadaşları ile lüzumsuz uzun süreli konuşmalar yaptıkları, saatlerce video izledikleri doğrudur ama eğitimciler bu durumu düzeltebilir. Yani onların sosyal medya mecrasında öğrencileri ile aynı ortamda olması, birbirlerini takip etmeleri, onlarla sürekli iletişim halinde olmaları çözüme yönelik önemli adımlar olarak görülmektedir. İşte size okul dışında öğrencilerle vakit geçirecek bir alan; sosyal medya. Eğer öğretmenler öğrencileri ile birer arkadaş gibi ilgilenirse belki de kötü alışkanlık edinmelerine, uygunsuz ortamlarda bulunmalarına, yanlış kişilerle arkadaşlık etmelerine engel olabilirler. Yine öğrencilerin birer telefon bağımlısı olarak görülmesi de rahatsız edici durumlardan bir tanesi. Fakat şöyle bir gerçeği de göz ardı etmemek lazım. Artık akıllı telefonlarla o kadar çok iş hallediliyor ki, bu telefonların sürekli insanların elinde olması çok da yadırganacak bir durum olmasa gerek. Ya da en azından uygun olmayan ortamlar dışında, mesela tek başına bir gencin akıllı telefonu ile vakit geçirmesinden daha doğal bir şey olamaz.

Bugünkü okullarımızı ve okullarımızın sahip olduğu fiziki şartları bir düşünün. Özellikle devlet okullarından bahsediyorum. Bir de sosyal medya dünyasının renkli ve eğlenceli alanlarını düşünün. Bugün çocuklarımızın okula giderken neden bitkin ve yılgın okuldan çıkarken neşeli ve heyecanlı olduklarını düşünün. Post modern dünyayı, dijital çağı, web 2.0, 3.0 ve 4.0 teknolojilerini, Big Data yani büyük veriyi bilmek, tanımak ve bu gerçeklere uygun, aynı zamanda hazırlıklı yaşamak zorundayız. Sosyal medyayı, yeni medya ve ileri teknoloji aygıtlarını tanımak, bu çağın gereksinimlerine ayak uydurmak zorundayız. Dijital dünyanın eğitim süreçlerinde ne büyük katkılar sağlayabileceğini araştırmak öğrenmek suretiyle öğrencilerimizin eğitim öğretim dünyasına en büyük katkıları sağlayabiliriz.

Artık teknoloji dünyasının internet üzerinden canlı görüşme ve toplantı imkânlarını, Word, Exell ve PDF dosyaları başta olmak üzere birçok eğitim dosyasının paylaşımının kolaylığını, anında iletişim sistemleri ile ders dinleme, soru sorma olanaklarını ve buna benzer sayısız imkânı tanıyıp kullanmak, kaçınılmaz apaçık gerçekler olarak önümüzde durmaktadır. Öğrencilerimiz 3-5 MB’lık programlarla anadil ya da yabancı dil sözlük sorununu, slayt sunum problemlerini, ödev yapımlarında destek hizmetlerini kolaylıkla sağlayabilmektedirler. İstedikleri konularda belgesel, bilimsel veri ya da anlatımlara kolaylıkla hem yazılı, hem görsel ve işitsel ulaşabilmektedirler. YouTube gibi bazı sosyal medya kanalları artık koca koca okullar haline gelmiştir. Hatta biraz araştırma yapan ve biraz da teknik destek alan bir öğretmen kolaylıkla sosyal medya üzerinden kendi eğitim dünyasını kurgulayabilir, nitekim buna yüzlerce örnek bulunmaktadır.

Sonuç olarak, bugün internet dünyasında bulunan sosyal medya mecralarının tamamı teknik olarak eğitim alanında kullanılmaya uygun şekildedir. Asıl mesele bu mecralara bir öcü gibi bakmadan ve zaten içinden çıkaramayacağımız gençlerin arasına girerek onların kullanımlarını faydalı hale dönüştürebilmeyi başarmaktan geçmektedir. Sosyal medya ve yeni iletişim teknolojileri her öğretmene kendi okulunu kurabilme imkânı sunmaktadır. Eğer öğretmenlerimi gayret eder, araştırır, öğrenir ve planlarsa. Yani tek yapacakları yıllardır öğrencilerine anlattıklarını uygulamak. Okumak, araştırmak, çalışmak.

 

 

Bu Bir İşgal Girişimidir

24273923_1635371743189542_8661750758486826287_o     Şöyle bir yokluyorlar, bazen sinema ile bazen birkaç karikatürle ya da bir dizi film ile. Sonra koltuklarına kasılıp seyrediyorlar neler oluyor, nasıl tepki veriyorlar diye. Tepkinin dozajına göre ayarlama devam ediyor. Bazen kavramlarla, televizyon programlarıyla, tişörtlerin üzerine uygulanan baskılarla ve buna benzer birçok yolla bu yoklamalar devam ediyor. Bunu yeni dünya düzeninin post modern işgal girişimi olarak adlandırabiliriz.

Kardeşim şöyle bir etrafına baksana! Bu manzara kolaylıkla oluşmadı. Mesela kaç tane ana dilde tabela var say bakalım. Şu şehirlerin en büyük ana caddelerinde sıra sıra dizilen bankalar ne iş yapar bilir misin? Kaç tanesi yerli kaçı yabancı o bankaların? Anlata anlata bitiremediğimiz duble yollarımızın üzerinde son gaz giden araçların markalarına dikkat ettin mi? Eskiden en azından Hacı Murat, Anadol, Doğan, Şahin diye Türkçe isimli montaj sanayi ürünü araçlar vardı. Şimdi onlar da azınlıkta. Hatta tek yerli olarak tarihin tozlu garajlarında hapsedilen Devrim otomobilini hiç göstermedi ocağı tütesiceler.

Kardeşim, sana post modern işgalden bahsediyorum. “Devleti yaşat ki, sömürü devam etsin” anlayışı ile devam eden işgal. Yıkarsan nasıl sömürebilirsin? Ne öldüreceksin, ne de olduracaksın ki iliklerine kadar tüketebilesin. En kötüsü de bizi bizden edip ardından bunu normalleştirmeleri. zamanla alışmak ve artık olağan karşılamak ne kadar da tehlikeli aslında. Yaşı 25’in altındakiler pek bilmez, bundan 20 yıl öncesine kadar bizim oralarda Ramazan ayında lokantalar kapatılırdı. Sizin oralar neresi diye sormanıza gerek yok muhtemelen sizin oralarda da durum farklı değildi. Lokantalar diyorum çünkü o zamanlar fast food pek yoktu. Hani şu meşhur mek danıltslar, börgır kingler falan. İslam olmasa da İslami hassasiyet biraz da insanlık vardı. İnanca saygı vardı. İnsanlar sokakta yiyip içmezdi! Çağdaşlaştıkça geriliyoruz kardeşim. Hem de cilalı taş devrine doğru.

Tespihler çekiliyor, namazlar kılınıyor, başlar örtülü, ellerde Kuran, minarelerde ezan, saçlar Amerikan, traşlar sinek kaydı, kıyafet Avrupai, ayakkabılar Çin malı, zihinler bulanık, düşünce felsefi, iman eleştirel, kotlar yırtık derken böyle değişik bir dünyalı olduk çıktık. Yavaş yavaş, azar azar, bize bir haller oldu. Benim bile bu satırları yazarken daha da dikkatimi çekti. Hakikaten ne hale gelmişiz yahu. Tabi bir de buraya satırların arasına edebimizden dolayı alamadığımız gerçekler var. Yazmayı bırakın konuşmaya cesaret edemediğimiz, düşünürken çıldırtan gerçekler. Aman Allah’ım.

Üretemeyen kitleler tüketim toplumuna dönüşüyor. Haliyle üretenler isim hakkına sahip oluyor, tüketenler de o ismi kullanıyor. Onun için Facebook, Youtube, Twitter var, yüz kitabı, senin kanalın diyeceğim ama kanal kelimesi de İngilizce ya da cıvıltı yok. Çünkü ruh yok, heyecan yok, azim yok, gayret yok, çalışma yok, plan yok, program yok, hedef yok, ideal yok.

Şimdi biz bu konuyu ele aldık çünkü üzerine düşünüyoruz. Siyasiler kürsülerden konuşuyor mu? Evet. Diğer taraftan memleketimizin çok muhterem hocaları vaazlarında bu konuları hep dile getiriyor mu? Evet. Eğitim kurumlarımızda öğretmenlerimiz bunları bilmiyor mu? Biliyor. Konuşmuyor mu? Elbette konuşuyor. Televizyonlarda sık sık tartışma programlarında bu konular enine boyuna müzakere edilmiyor mu? Elbette. Değişen bir şey var mı? Yok. Peki süreç daha iyiye mi gidiyor yoksa kötüye mi? Kötüye. Tabi konuya duble yollar, köprüler, hava alanları, yeni açılan imam hatipler açısından bakarsak ne olur? Yine bir şey değişmez.

Tamam. Başka sorum yok. Allah’a emanet olun.