Nitelikli Sosyal Medya Kullanımı

26230671_1678863025507080_8270334836081684560_n     Kullanılan şey, bir makine, bir alet ya da bir teknoloji ürünü olabilir, önemli olan o şeyin kullanımına ve bilinmesi gereken her şeye hâkim olmaktır. Aksi halde bir takım kazalardan kurtulmanız mümkün değil. Mesela bugün herkes ütü ile çay demlemenin, çamaşır makinesinde bulaşık yıkamanın ya da bıçakla diş temizlemenin ne gibi tehlikeli sonuçlar doğuracağını tahmin edebilir. İşte sosyal medya da bu örneklerde olduğu gibi doğru kullanılmadığında tahmin bile edemeyeceğiniz olumsuz sonuçlar doğurabilir. Bugün hepimiz sosyal medya dünyasında hatalı paylaşımlar dolayısıyla gündem olan nice kişi ve kurumların içine düştükleri zorluklara şahitlik ediyoruz. Sosyal medya kullanımının temelde dikkat edilmesi gereken üç maddesi vardır. Diğer maddeleri bu üç temel üzerine inşa etmek gerekir. Temeli oluşturan maddeler, güvenilirlik, özgün içerik üretimi ve güncel konuların paylaşılmasıdır.

Kurumsal firmalara bakarsanız, özellikle küresel ölçekte olanların hikâyeleri olduğunu göreceksiniz. Marka isminin nereden geldiği, ilk işe nasıl ya da nerede başladığı ya da dünyaca ünlü bir bilim adamının ilkokulda okuldan atıldığı gibi. Bu durum sizin hikayenizle anılmanıza ve diğerlerinden farklı lanse edilmenize dolayısıyla bir adım önde olmanıza neden olacaktır. Böylelikle daha akılda kalıcı bir tarafınız olmuş olacak. Mutlaka bir hikâyeniz olsun.

Popüler konularda yazmak daha fazla ilgi çeker. Popüler olan aynı zamanda güncel olan ve en çok konuşulan demektir. Hatta hakkında bir yorum yapılması beklenilendir. Bu konu zaman zaman hassas boyutlar kazanabilir. Mesela dokuz şehit haberinin geldiği ve ülke insanının yas tuttuğu bir günde “akrabalarla piknik keyfi” şeklinde bir paylaşım hiç de yakışık almaz. Hasbelkader piknikte olabilirsiniz ama bunu illa paylaşmak zorunda değilsiniz hatta paylaşmamanız gerekir. Özgünlüğü kaybetmeden, farklı bir bakış açısı ile popüler konularda yazın ama güncel gündemi sakın gözden kaçırmayın.

İnsanların hislerine tercüman olmanız, özellikle duygusal konularda bu detayı yakalamanız size her zaman puan kazandırır. Fakat bu konunun duyguları istismar noktasına gelmesi de etik olmaz. Yani her, daha fazla beğeni alma, daha fazla gündem olma, takipçimizi artırma telaşıyla yapılan paylaşım bizim ahlak anlayışımıza indirilen bir darbe anlamına gelmektedir. Niyeti koruyarak ve kontrolü elden bırakmadan duygusal paylaşımlar yapın.

Eğer bir iddiada bulunuyorsanız bunu güçlü bir şekilde ispat etmeniz gerekir. Bunun en önemli dayanaklarından biri rakamlardan beslenmek, istatistiki bilgilere dayanarak yazmak ve yapılan bilimsel araştırma sonuçlarına göre konuşmaktır. Bu maddeyi, modern zamanda bilimsel olana başvurma rahatlığı olarak da ifade edebiliriz. Böyle bir paylaşıma kolaylıkla bir itiraz gelmediğini göreceksiniz. Mesela “üniversite öğrencilerinin bir kısmı” yerine “üniversite öğrencilerinin %23’ü” demek çok daha etkili olacaktır. Güçlü bir iddia sağlam deliller anlamına gelir dolayısıyla mutlaka rakamlardan beslenerek net paylaşımlar yapın.

Taklitçilik hiçbir zaman hoşgörü ile karşılanmamıştır. Sosyal medyada başkalarına ait şeyleri kopyalayarak paylaşımda bulunmak hoş bir davranış değil. Takip edilen kişiler ve paylaşımları ilham kaynağı olabilir ama kopyalama kaynağı olamaz. Bu düşünme kabiliyetinin de önünde bir engeldir. Asıl olan kendi düşüncemizi, farklı bir bakış açısı ile ortaya koyabilmektir. Her konunun kimsenin bakmadığı bir açıdan yorumu yapılabilir. Başkalarını taklit etmeden, konuyu farklı bir açıdan yorumlayan özgün paylaşımlar yapın.

İnsanlar popüler sosyal medya hesaplarını kendilerini güldürüp eğlendirdikleri ya da  düşündürdükleri için takip ederler. Sürekli karamsar bir tablo çizmek doğru değil. İnsanların bugün mutluluğa, hayale, geleceğe dair güzel haberlere ihtiyacı var. Sevgi ve kardeşlik diline her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Sosyal medya kullanımında bu maddeye fazlasıyla dikkat etmek gerekiyor. Paylaşımlarınızda sevgi, kardeşlik, iyilik ve güzellik ana tema olarak dikkat çeksin.

Yaptığınız paylaşımlara insanların değer vermesini istiyorsanız onların faydalanacağı, işe yarar, paylaşılmaya değer özgün içerikler üretmelisiniz. Örneğin bir öğretmenin sınıfında, bir annenin mutfağında, bir iş adamının fabrikasında kullanabileceği her türlü bilgi okumaya, paylaşmaya değerdir. Paylaşımınızda alın teri, emek varsa, üzerine düşünülmüşse mutlaka karşılık görecektir. İnsanlara faydalı olacak paylaşımlar yapın.

Takipçilerinizi arkadaşlarınız olarak görün ve onları dikkate alın. Size yazılan her yoruma cevap vermek zorunda değilsiniz ama aralarında cevap verilmesi gerekenleri seçmeniz gerekir. Hatta duyarlı takipçilerinizi seçerek onlara biraz daha ilgi gösterebilirsiniz. Paylaşımlarınızda onlara yer vermeniz, onlardan alıntı yaptığınızı belirterek paylaşımda bulunmaz size itibar kazandıracaktır. Sürekli paylaşım yaparken sizi takip eden, sizi kendi takipçilerine tanıtan takipçilerinizi unutmayın.

Her sosyal medya paylaşımında üç madde dikkat çekicidir. Atılan başlık, kullanılan görsel ve eklenen yazı. Başlık çarpıcı ve dikkat çekici olmalıdır, hatta bazen tek bir başlık ve fotoğraf bir kitabın anlatamayacağı nitelikte olabilir. İyi görselden kasıt görüntünün net olduğu ve detaylarında problem olmayan bir fotoğraf demek. Detaylarına dikkat edilmiş demek, fotoğrafa dikkatli bakılmadan paylaşıldıktan sonra uyarı almayacak kadar incelenmesi anlamına gelmektedir. Son olarak eklenen yazıyı bitirdikten sonra paylaşmadan önce, imla hatalarına dikkat ederek tekrar okumak varsa yapılan son birkaç hatanın da düzeltilmesine vesile olacaktır. Tüm bu maddelere dikkat edildiğinde ortaya güzel, nitelikli, faydalı ve başkaları tarafından paylaşılmaya değer bir üretim çıkmış olur.

Nitelikli sosyal medya kullanımının maddelerini kısaca bu şekilde sıraladık. Tabi ki bunlara daha birçok madde eklenebilir. Biz burada önemli gördüğümüz bazı maddeleri kısaca özetledik. Son olarak bu maddelerin dışında dikkat edilmesi gereken bir hususa daha değinmiş olalım. Bu husus kişinin sosyal medyayı faydalı bir şekilde kullanması gerekirken tam aksine kendine zarar verir hale getirmesine sebep olabilir. Eğer dikkat edilmezse.

Sosyal medya iletişim, reklam, tanıtım ve son dönemde bir okul gibi kullanma imkânlarını insanlara sunmaktadır. Bu amaçların dışındaki durumlar insanları negatif yönde etkilediği gibi sosyolojik bazı sorunların da zeminini hazırlamaktadır. Örnek vermek gerekirse, popüler kültürün esareti altında yani popülist kaygılarla paylaşım yapmak insanı insan yapan değerlerden uzaklaştıran bencillik, gurur ve kibir hastalıklarına sebep olmaktadır. Sosyal medya kullanımında nitelik, takipçi ve beğeni kazanma kaygısından münezzeh bir tavırla mümkün olabilir. Aksi halde biraz takipçi ve beğeni kazansak da kendi değerlerimizi kaybetmiş oluruz ve bu da daha büyük bir kayıp anlamına gelir. Sosyal medya kullanımını her ne kadar adı sanal âlem olsa da gerçek hayattan ayırmamak gerekir. Gerçek hayatta dikkat ettiğimiz her şeye sanal âlemde de dikkat etmezsek içinden çıkılması zor problemlerle karşı karşıya kalabiliriz. Popüler kültür bugün bize ait değerleri teslim alma karşılığında bize  hedonist, bireysel ve dünyevileşmiş bir profilden başka bir şey sunmuyor. Bu pazarlık iyi bir pazarlık değil. Dikkatli olmalı ve sosyal medyayı oyuna gelmeden insanlığa faydalı bir şekilde kullanmalıyız.

 

 

Hiçim Hiç

26220500_1675855199141196_8953386170680151716_o     “Ben”, dünya yaratılmadan önce başlayıp şimdilerde öz çekim çubukları vasıtasıyla sosyal medyada hayat bulan ve kıyamete kadar da devam edecek olan en büyük tehlike. “Ben”, namı diğer kibir, gurur ve modern tanımı ile ego. Karşı taraftan bakarsanız “sen” diye okunur. Yani çoğu zaman “ben” belasını başa saran “sen” diyerek insanı ateşe atan kitlelerdir. “Sen başkasın abi, neden sen değil de o, sen daha layıksın, aslında senin hakkındı, seni kıskanıyor da ondan” derken bir bakarsınız koskoca bir “ben” çıkmış ortaya. Artık kimsenin önünde durmaya bile cesaret edemediği koskoca bir “ben”.

Hadise ilk olarak şeytanın Ben’i ile başladı. “Ben dumansız ateşten yaratıldım!” demişti. “Dumansız ateşten yaratılan topraktan yaratılana secde eder mi!” dedi ardından. Eğer Ben’in penceresinden bakarsanız, ona göre doğru bir yaklaşım, çünkü Ben tehlikedir. Sonra şeytanın tecrübesi olayı akıllı telefonların ön kamerasına kadar taşıdı. Ben! Neden başkalarını çekeyim? Neden fotoğrafta ben de olmayayım? Ben’siz olur mu? Egoizme giden yolları açın gerisini oluruna bırakın demiş şeytan sanki. Gençlerin ne olduğunu tarif bile edemediği moda, medyanın pompaladığı popülizm, bireyselliğin tavan yaptığı bir artı bir dairelerde yaşam, asosyal hayatın mimarı sosyal medya, arkadaşlığı can evinden vuran yeni nesil oyunlar, bunların hepsi egoizmi hedef alır ve değerleri yok eder.

Mübarek şehadet makamını bile uğruna sömürdüğümüz egoizmden bahsediyorum. Kardeşime soruyorum: “şehidimize yönelik paylaşımının içinde biraz ego var mı acaba? Ne güzel paylaşım yapıyor desinler, daha fazla beğeni alsın, daha fazla kişi beni takip etsin diye bir kaygı var mı? Acaba?” Biz birbirimizi tanıyoruz kardeşim. Sen güzel konuşuyorsun, afili cümleler kuruyorsun ama yaşamıyorsun ve her geçen gün popüler kültür bataklığında yok olmaya devam ediyorsun.

Sosyal medya ile egoizm muhtemelen en güçlü dönemine ulaştı. Siz arkadaşlarınızın aile fotoğraflarını, neşeli anlarını, yaptıkları çalışmaları izlerken diğer taraftan gizli mesajlarla da muhatap oluyorsunuz. “Klas mekânlarda dolaşıyorum, her yeri geziyorum, para bende, makam bende, lüks ortamlarda vakit geçiriyorum, en lezzetli yemekleri ben yiyorum, Ben çok önemli bir insanım.” Bunlar tılsımı bozan haller ve tılsım çoktan bozuldu.

Artık insanların anlattıklarına ya da CV dosyalarına bakmanıza gerek yok. Sosyal medya hesapları size en samimi bilgiyi verecektir. Sadece biraz psikoloji ve sosyoloji bilmeniz gerekli belki biraz da pazarda insan ağzı görmüş olmanız lazım yani azıcık hayat tecrübesi.

“Sen benim bu âlemde namımı duymadın mı hiç? Ben bir hiçim, hiç!” der Hz. Mevlana. Tabi ki nihilist bir bakış açısıyla değil, tasavvufi anlamda hiç. Hiç, derin bir mana taşır, güçlü bir slogandır, kendini ve haddini bilmeyi ifade eder. Kısacası “hiç” bencilliğe verilecek en güzel cevaptır.

Post modern dünya “ben” diye haykırıyor, bizim inancımız “biz” diye fısıldar, kemâlât ise “önce kardeşim” diyerek bağrına basar. İnsan bencillikten kurtulmadan huzura kavuşamaz, ruhunu dinlendiremez, gerçek aşkı bulamaz. Aşk mutlu olmaktan ziyade mutlu etmektir. Daha fazla mutlu olmak için, benliğinizden geçin, mutlu edin.

 

Dijital Dünyada Din

25994574_1657776044282445_2673257251799163287_n                         Dijital alemde, radyo ve gazete gibi diğer geleneksel medya organlarında kontrol kimin elinde ise içerik aynı kişilerin inanç ve düşünce yapılarına göre şekillenir. Sosyal medya kanallarının hayatımızın merkezine oturmasına kadar söz hakkı hep güçlünün elindeydi. Artık her bir şahıs arzu ettiği içerik üretimini oluşturarak kendisine bir medya alanı oluşturabilir, videolar resimler çekerek milyonlara ulaştırabilir.

Dijital dünyada din konusu ise farklı bir ciddiyet ve hassasiyetle ele alınması gerekir. Kapitalizmin hakim olduğu, oyun ve eğlence merkezli olarak kurgulanmış, benlikleri ön plana çıkaran, nefsi duyguların sürekli okşandığı, popüler kültürün en hakim alanlarından biri olan medyada din kendine nasıl bir yer bulabilir ciddi bir soru işareti olarak karşımızda durmaktadır.

Türkiye’de ilk sinema filmlerinin çekildiği, ilk televizyonların kurulduğu tarihten bugüne ekranlarda dini konuların nasıl ele alındığını şöyle bir hatırlayalım. Türk sinemalarında herhalde herkes, filmlerin en çirkin ve ahlaksız, saçı sakalı birbirine karışmış, her türlü yalan ve iftira atan kişilerin hocalar olarak sunulan karakterler olduğunu hatırlar. Dizilerde efsunlu bir hale getirilen, sadece doğaüstü olayların cereyan ettiği, herkesin yaşaması mümkün olmayan bir sırlar dünyası olarak takdim edilen yine din gerçeğidir. Televizyon programları ile bu dejenerasyon devam etti. Televizyon programlarında aynı şekilde insanların dalga geçeceği sorular seviyesine düşürülen, basit, sıradan ve bayağı bir kıvama getirilen ve adeta popüler kültüre kurban edilen bir din algısı görüyoruz. Son olarak sosyal medya dönemi ile durum daha da vahim bir hal aldı. İnsanlar neredeyse ayet ve hadis tasarımlarını paylaşarak dini vecibelerini yerine getirdiklerini düşünmeye başladılar. İşin dini boyutu bir tarafa, ahlaki ve içtimai olarak da bir buhrana doğru sürüklenmekteyiz. Artık düğün, nişan, sünnet tebrikleri, kutlamalar, taziyeler sanal aleme taşındı. İnsanlara iyiliği emredip kötülükten men etme ilkesi sosyal medya paylaşımları ile yeterli olarak görülmeye başlandı. Kısacası, insanların hem dünya hem de ahiretini ilgilendiren, bir kural ve kanunlar manzumesi olan, hayatın her alanına bir sözü olan din gerçeği sanal alemin dijital parmaklıkları arasına hapsedilmiş oldu.

Buradaki paradoksal durum aslında şu, insan hayatının neredeyse tüm alanlarını kaplamış bir medyadan bahsediyoruz ve artık dini konuların izlendiği, takip edildiği ve araştırıldığı alan da tamamen medya olmuş durumda. Fakat medya oyun, eğlence merkezli, popüler kültürün hakim olduğu, kontrolün kimin elinde olduğu çok muğlak olan bir alandır. Dolayısıyla bu alanda dinin öğrenilmesi ya da ele alınması, istismar edilip sömürülmesi yanında bir hiç mesabesindedir. Çünkü din, popüler ve medyatik bir konu değil bilakis bir dünya ve ahiret gerçeğidir.

Medyanın bir özelliği de algı yönetimi aracı olarak kullanılmasıdır. Bu özellik bir şeyin olduğundan farklı gösterilmesi ya da bir kişinin kendisini olduğundan farklı ifade etmesi anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda ve alanda din anlatımı ancak dinin başta kendinin zarar görmesi ile ayrıca takipçinin de yanlış bilgilendirilmesi ile neticelenecektir. Kaldı ki, başta sansürsüz yayın yapılabilen sosyal medya olmak üzere diğer medya kanallarının da içerikleri düşünüldüğünde, bu gayri ahlaki alanda hangi dini konu ne kadar ele alınabilir diye düşünmek lazım. Herhangi bir kanal değişiminde ya da bir sosyal medya kanalının zaman tünelinde biraz yol aldığınızda veya bir sonraki videoya geçtiğinizde sizin nelerin beklediğini çoğu zaman bilemezsiniz.

Bir Fransız sosyolog modernizmin ortaya çıkışının din üzerinde dört etkisi olacağını öne sürmüştür. Bunlar, gerileme, uyarlama ve yeni yorum, muhafazakâr tepki ve yeniliktir. Bu etkilerin en kolay hakimiyet kuracağı alan medyadır. Sonuç ise dinin tahrif edilmesi olarak karşımıza çıkacaktır. Yani dini ve yaratıcıyı insan hayatından tamamen çıkarıp merkeze insanı koyan seküler dünya görüşü ile din anlatımı ya da din tebliği yapmak pek mümkün gözükmemektedir.

Medya, sekülerizm ve kapitalizmin etkisi altında olan, kavramlara farklı anlamlar yüklemenin sorun olmadığı, her şeyin rahatlıkla alınıp satıldığı ve hatta din anlatan hocaların dahi fahiş fiyatlara kanaldan kanala transfer olduğu bir alandır. Din karşıtı bütün güçlerin hakim olduğu bir alan olmasına rağmen o alanda var olmak zorunluluktur ama sağlıklı bir tebliğ sürecinin yürütülmesi ciddi bir tartışma konusudur. Nihayetinde insan hayatında din kutsal olması gerekirken, medyanın insanlara kutsal olarak sundukları, kadın, para, makam, modern ve lüks bir hayat, oyun ve eğlence, içki ve kumar gibi birçok kötülük olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bu kadar keşmekeşin içerisinde sıhhatli bir manevi atmosferin oluşması, insanların akıl ve duygularına doğru mesajın gönderilebilmesi yukarıda saydığımız saikler de dikkate alındığında pek mümkün gözükmüyor.

Medya dini değerlere uzaktır ve tanımaz. Kendi varoluşu ve devamlılığı için ne gerekiyorsa yapar, ne tüketilmesi gerekiyorsa tüketir. Bu bağlamda aşırı egoist ve fazlasıyla çıkarcıdır. Mesela 2012 yılında bir medya organının Ramazan ayı iftar menüsündeki şu ifadesi oldukça dikkat çekicidir: “Baharatlı tavuk ızgara yemeği için önerilen malzemeler, sekiz çorba kaşığı beyaz şarap…” Yani medyanın her hangi bir dini hassasiyetinin ya da kaygısının olduğunu söylemek çok doğru olmaz. Medya Ramazan ayında bu programları dini bir çalışma ya da gerçeklik dolayısı ile değil, toplumsal tepkiyi azaltmak, talep edilen konuyu arz etmek, reyting ve para kazanmak için yapar.

İhtiyaçları ve değerleri arasına sıkıştırılmış, borca esir olmuş, gündelik hayatın içerisinde ciddi bir mücadele veren insan medya sektörünün tezgahlarında sunulan ürünlerin kalite ayrımını yapamaz. Yani herhangi bir dini görüntülü programı izlemeye başlayan insan yarın aynı kanal üzerinden, dizilere, evlendirme programlarına, gayri ahlaki birçok yayına kapılır gider ama bunun farkına varamaz. Özellikle televizyon yayınları dikkate alındığında toplumsal olarak gözden kaçırdığımız bir büyük tehlike ise gayri ahlaki birçok şeyin artık olağan karşılanmaya başlanmasıdır. Şöyle ki, bundan 20 yıl önce bir filmde ya da dizide ortaya koyulan edep dışı bir sahneye tepki oranı bugün inanılmaz derecelerde minimize edilmiş durumda.

Ahlaksızlığın normalleşmesi, dinin zamanla örf, adet, gelenek ve göreneklere dönüşmesi, günahın sıradanlaşması ve bu tükenişe karşı refleksin zayıflamasının önüne geçilmezse artık medya kanallarında sunulan post modern, hedonist, seküler ve kapitalist hayat tarzının evlerimize kadar girdiğini görebiliriz. Farkındaysanız yavaş yavaş, manevi büyüklerimizin yerini popüler sanatçı ya da siyasilerin, okumanın yerini oyun ve eğlencenin, ibadetin yerini çılgınlığın, zevk ve sefanın, tefekkürün yerini içki ve uyuşturucunun aldığını görüyoruz. Daha dikkatli olmalı, medyadaki tehlikeyi görmeli, her türlü akıl oyunlarına, algı yönetimlerine rağmen kontrolün hala insanın bizatihi kendinde olduğunu bilmeli ve ona göre dikkatli davranmalı, tepkimizi ortaya koymalıyız. Aksi halde sanal olduğu halde gerçek olarak pazarlanan yeni dünya ürünlerinin zamanla dinimizin yerini aldığına şahitlik edebiliriz.

 

 

Eğitimde Teknoloji Entegrasyonu Sorunu

24883197_1636931229700260_6559335402316393658_o     Eğitim, en basit tanımıyla belli bir bilim dalında, belli bir konuda, bilgi ve beceri kazandırma, yetiştirme ve geliştirme süreci olarak ifade edilir. Eğitim denildiği zaman ilk akla gelen bir okul, okul idaresi, öğretmenler, sınıflar, masa ve sıralar, akıllı tahtalar, öğrenciler ve onların kullandığı materyallerdir. Hâlbuki zaman değişti, artık eğitim yöntem ve stratejileri, mekanları, araç ve gereçleri bambaşka bir hal aldı. Online eğitim, uzaktan eğitim, dijital eğitim gibi teknoloji çağının modern tanımları hayatımızda çoktan yerini almış oldu. Artık sosyal medyanın eğitim süreçlerindeki rolü tartışılıyor ve sosyal medyanın eğitime katkıları anlamında araştırma ve uygulamalar deneniyor. Batıda bazı okullar bu bağlamda proje okulu olarak denemeler yapıyor.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken, hala sosyal medya kullanımını bilinçsizce eleştiren, gençlerin sosyal medya kullanımına laf etmekten başka bir şey yapmayan, yeniliğe kapalı, teknolojik gelişmelerden uzak bir toplumla ve bir kısım öğretmenlerle karşı karşıyayız. Bugün teknoloji akıl almaz boyutlara ulaştı. Artık her şey cebimizde. Bir tıkla yapılamayacak iş kalmadı. Gelişen teknoloji hayatımızın değişmez bir parçası haline geldi. Genç nüfusu dünya ortalamasının çok üstünde olan bir ülkenin vatandaşlarıyız. Yapılan araştırmalar gençlerin günde ortalama 6-7 saatini sosyal medyada geçirdiğini, saatte ortalama 16 kez telefonuna baktığını gösteriyor. Bu da gençlerin her dört dakikada bir telefonunun ekranını açıp kapattığını ve sosyal medya kanallarını kontrol ettiğini gösteriyor.

Dünyanın en fazla sosyal medya takipçisi olan ülkelerinden birisi olarak özellikle genç nüfus dikkate alındığında eğitim ve sosyal medya konularının, milli eğitime entegrasyonu sağlanmalı ve bu konuda gerekli adımlar geç de olsa atılmalıdır. Yeni medya ve iletişim araçlarının genelindeki gelişimler dikkate alındığında eğitim dünyasının sosyal medyadan ayrı düşünülmesi akla ve mantığa aykırı bir durum haline gelmiştir. Sosyal medya artık sadece fotoğrafların değil, bilginin de paylaşılıp, en kolay şekilde ulaşıldığı bir mecra haline gelmiştir.

Şimdi dikkate almamız gereken can alıcı problemlerden biri de şudur; X, Y kuşaklarının ve özellikle öğretmenlerin önemli bir bölümünün sosyal medya ve yeni iletişim araçlarına olan ilgisizliği, duyarsızlığı ve yabancılığı. Daha ergenlik dönemine girmeden takipçi olarak sosyal medya aleminin birer temsilcisi olan gençlerimize, onların yaşadığı topraklara, nefes aldıkları iklime o kadar yabancıyız ki, bir türlü içinde bulundukları psikolojiyi anlamıyoruz, anlayamıyoruz, anlamak istemiyoruz. Bilmediğimiz toprakları nasıl sürebiliriz, yabancı olduğumuz bir araziye ne ekip kaldıracağımızı nerden bilebiliriz, hiç solumadığımız bir havada ne zaman ne yapacağımızı nasıl kestirebiliriz ki?

Özellikle eğitimle uğraşan kişilerin sosyal medya dünyasını, orada olup bitenleri bilmesi artık bir tercih meselesi değil bir zorunluluktur. Bugünün gençlerini tanımak, onların nelerden hoşlandığını, neleri sevmediğini, nasıl bir düşünce yapısına sahip olduklarını, onlarla nasıl iletişime geçilebileceğini kestirmek için, kısacası onları anlamak ve onlara bir şeyler anlatmak, öğretmek için onların dünyasına girmek zorundayız.

Buna ilk olarak sosyal medyanın, bazı fotoğraf ve videoların paylaşıldığı ve insanların bir birini takip edip paylaşımlarını beğendiği bir alandan daha fazlası olduğunu öğrenerek başlayabiliriz. Artık geleneksel eğitim metotlarının ötesinde bir dünyanın varlığını kabul etmek durumundayız. Bilgiye ulaşma hızının eski dönemlere nazaran milyon kat arttığı bir dönemdeyiz. Öğretmen bir konuyu anlatırken araştırmaya başlama imkânına sahip olunan bir dönemdeyiz. Tüm bu araştırmaların, bırakın masa üstü ve diz üstü bilgisayarları, artık cebimizde taşıdığımız akıllı telefonlardan yapıldığı bir dönemin içerisinden geçiyoruz. Bir başka araştırma Google üzerinden yapılan 100 milyar araştırmanın %50’den fazlasının mobil telefonlardan yapıldığını gösteriyor. Artık sadece batı ülkelerinde değil doğu ülkelerinde bile hükümetler tarafından teknolojiyi ve sosyal medyayı eğitimde daha iyi kullanmanın yolları araştırılıyor ve yatırımlar yapılıyor.

Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda ise öğrencilerin sosyal medya kanallarında boşa zaman harcadıkları, oyun oynadıkları, arkadaşları ile lüzumsuz uzun süreli konuşmalar yaptıkları, saatlerce video izledikleri doğrudur ama eğitimciler bu durumu düzeltebilir. Yani onların sosyal medya mecrasında öğrencileri ile aynı ortamda olması, birbirlerini takip etmeleri, onlarla sürekli iletişim halinde olmaları çözüme yönelik önemli adımlar olarak görülmektedir. İşte size okul dışında öğrencilerle vakit geçirecek bir alan; sosyal medya. Eğer öğretmenler öğrencileri ile birer arkadaş gibi ilgilenirse belki de kötü alışkanlık edinmelerine, uygunsuz ortamlarda bulunmalarına, yanlış kişilerle arkadaşlık etmelerine engel olabilirler. Yine öğrencilerin birer telefon bağımlısı olarak görülmesi de rahatsız edici durumlardan bir tanesi. Fakat şöyle bir gerçeği de göz ardı etmemek lazım. Artık akıllı telefonlarla o kadar çok iş hallediliyor ki, bu telefonların sürekli insanların elinde olması çok da yadırganacak bir durum olmasa gerek. Ya da en azından uygun olmayan ortamlar dışında, mesela tek başına bir gencin akıllı telefonu ile vakit geçirmesinden daha doğal bir şey olamaz.

Bugünkü okullarımızı ve okullarımızın sahip olduğu fiziki şartları bir düşünün. Özellikle devlet okullarından bahsediyorum. Bir de sosyal medya dünyasının renkli ve eğlenceli alanlarını düşünün. Bugün çocuklarımızın okula giderken neden bitkin ve yılgın okuldan çıkarken neşeli ve heyecanlı olduklarını düşünün. Post modern dünyayı, dijital çağı, web 2.0, 3.0 ve 4.0 teknolojilerini, Big Data yani büyük veriyi bilmek, tanımak ve bu gerçeklere uygun, aynı zamanda hazırlıklı yaşamak zorundayız. Sosyal medyayı, yeni medya ve ileri teknoloji aygıtlarını tanımak, bu çağın gereksinimlerine ayak uydurmak zorundayız. Dijital dünyanın eğitim süreçlerinde ne büyük katkılar sağlayabileceğini araştırmak öğrenmek suretiyle öğrencilerimizin eğitim öğretim dünyasına en büyük katkıları sağlayabiliriz.

Artık teknoloji dünyasının internet üzerinden canlı görüşme ve toplantı imkânlarını, Word, Exell ve PDF dosyaları başta olmak üzere birçok eğitim dosyasının paylaşımının kolaylığını, anında iletişim sistemleri ile ders dinleme, soru sorma olanaklarını ve buna benzer sayısız imkânı tanıyıp kullanmak, kaçınılmaz apaçık gerçekler olarak önümüzde durmaktadır. Öğrencilerimiz 3-5 MB’lık programlarla anadil ya da yabancı dil sözlük sorununu, slayt sunum problemlerini, ödev yapımlarında destek hizmetlerini kolaylıkla sağlayabilmektedirler. İstedikleri konularda belgesel, bilimsel veri ya da anlatımlara kolaylıkla hem yazılı, hem görsel ve işitsel ulaşabilmektedirler. YouTube gibi bazı sosyal medya kanalları artık koca koca okullar haline gelmiştir. Hatta biraz araştırma yapan ve biraz da teknik destek alan bir öğretmen kolaylıkla sosyal medya üzerinden kendi eğitim dünyasını kurgulayabilir, nitekim buna yüzlerce örnek bulunmaktadır.

Sonuç olarak, bugün internet dünyasında bulunan sosyal medya mecralarının tamamı teknik olarak eğitim alanında kullanılmaya uygun şekildedir. Asıl mesele bu mecralara bir öcü gibi bakmadan ve zaten içinden çıkaramayacağımız gençlerin arasına girerek onların kullanımlarını faydalı hale dönüştürebilmeyi başarmaktan geçmektedir. Sosyal medya ve yeni iletişim teknolojileri her öğretmene kendi okulunu kurabilme imkânı sunmaktadır. Eğer öğretmenlerimi gayret eder, araştırır, öğrenir ve planlarsa. Yani tek yapacakları yıllardır öğrencilerine anlattıklarını uygulamak. Okumak, araştırmak, çalışmak.

 

 

Bu Bir İşgal Girişimidir

24273923_1635371743189542_8661750758486826287_o     Şöyle bir yokluyorlar, bazen sinema ile bazen birkaç karikatürle ya da bir dizi film ile. Sonra koltuklarına kasılıp seyrediyorlar neler oluyor, nasıl tepki veriyorlar diye. Tepkinin dozajına göre ayarlama devam ediyor. Bazen kavramlarla, televizyon programlarıyla, tişörtlerin üzerine uygulanan baskılarla ve buna benzer birçok yolla bu yoklamalar devam ediyor. Bunu yeni dünya düzeninin post modern işgal girişimi olarak adlandırabiliriz.

Kardeşim şöyle bir etrafına baksana! Bu manzara kolaylıkla oluşmadı. Mesela kaç tane ana dilde tabela var say bakalım. Şu şehirlerin en büyük ana caddelerinde sıra sıra dizilen bankalar ne iş yapar bilir misin? Kaç tanesi yerli kaçı yabancı o bankaların? Anlata anlata bitiremediğimiz duble yollarımızın üzerinde son gaz giden araçların markalarına dikkat ettin mi? Eskiden en azından Hacı Murat, Anadol, Doğan, Şahin diye Türkçe isimli montaj sanayi ürünü araçlar vardı. Şimdi onlar da azınlıkta. Hatta tek yerli olarak tarihin tozlu garajlarında hapsedilen Devrim otomobilini hiç göstermedi ocağı tütesiceler.

Kardeşim, sana post modern işgalden bahsediyorum. “Devleti yaşat ki, sömürü devam etsin” anlayışı ile devam eden işgal. Yıkarsan nasıl sömürebilirsin? Ne öldüreceksin, ne de olduracaksın ki iliklerine kadar tüketebilesin. En kötüsü de bizi bizden edip ardından bunu normalleştirmeleri. zamanla alışmak ve artık olağan karşılamak ne kadar da tehlikeli aslında. Yaşı 25’in altındakiler pek bilmez, bundan 20 yıl öncesine kadar bizim oralarda Ramazan ayında lokantalar kapatılırdı. Sizin oralar neresi diye sormanıza gerek yok muhtemelen sizin oralarda da durum farklı değildi. Lokantalar diyorum çünkü o zamanlar fast food pek yoktu. Hani şu meşhur mek danıltslar, börgır kingler falan. İslam olmasa da İslami hassasiyet biraz da insanlık vardı. İnanca saygı vardı. İnsanlar sokakta yiyip içmezdi! Çağdaşlaştıkça geriliyoruz kardeşim. Hem de cilalı taş devrine doğru.

Tespihler çekiliyor, namazlar kılınıyor, başlar örtülü, ellerde Kuran, minarelerde ezan, saçlar Amerikan, traşlar sinek kaydı, kıyafet Avrupai, ayakkabılar Çin malı, zihinler bulanık, düşünce felsefi, iman eleştirel, kotlar yırtık derken böyle değişik bir dünyalı olduk çıktık. Yavaş yavaş, azar azar, bize bir haller oldu. Benim bile bu satırları yazarken daha da dikkatimi çekti. Hakikaten ne hale gelmişiz yahu. Tabi bir de buraya satırların arasına edebimizden dolayı alamadığımız gerçekler var. Yazmayı bırakın konuşmaya cesaret edemediğimiz, düşünürken çıldırtan gerçekler. Aman Allah’ım.

Üretemeyen kitleler tüketim toplumuna dönüşüyor. Haliyle üretenler isim hakkına sahip oluyor, tüketenler de o ismi kullanıyor. Onun için Facebook, Youtube, Twitter var, yüz kitabı, senin kanalın diyeceğim ama kanal kelimesi de İngilizce ya da cıvıltı yok. Çünkü ruh yok, heyecan yok, azim yok, gayret yok, çalışma yok, plan yok, program yok, hedef yok, ideal yok.

Şimdi biz bu konuyu ele aldık çünkü üzerine düşünüyoruz. Siyasiler kürsülerden konuşuyor mu? Evet. Diğer taraftan memleketimizin çok muhterem hocaları vaazlarında bu konuları hep dile getiriyor mu? Evet. Eğitim kurumlarımızda öğretmenlerimiz bunları bilmiyor mu? Biliyor. Konuşmuyor mu? Elbette konuşuyor. Televizyonlarda sık sık tartışma programlarında bu konular enine boyuna müzakere edilmiyor mu? Elbette. Değişen bir şey var mı? Yok. Peki süreç daha iyiye mi gidiyor yoksa kötüye mi? Kötüye. Tabi konuya duble yollar, köprüler, hava alanları, yeni açılan imam hatipler açısından bakarsak ne olur? Yine bir şey değişmez.

Tamam. Başka sorum yok. Allah’a emanet olun.

Küresel Şirketlerin Medya Yönetimi

23622187_1621401444586572_2253475942665797513_n

Gazeteler, radyo, televizyon derken son olarak sosyal medya kanalları ile medya artık her alanda hayatımızın önemli bir kısmını işgal etmiş oldu. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. En küçük işletmeler dahi kendilerine medya sektörünün herhangi bir alanında yer bulmak ve reklam tanıtım ayağını kurgulamak zorunda. Aksi halde şirketlerin var olmaları, kendi sektörlerinde yer edinmeleri ve sürdürülebilir olmaları mümkün gözükmüyor.

Post modern dünyada herhangi bir şirketin marka olabilmesi ve bu markanın yok olma tehlikesinden uzak durarak varlığını devam ettirebilmesi başlı başına bir problemdir. Reklam ve tanıtıma dev bütçeler ayırmayan şirketlerin marka olabilmesi ise neredeyse imkansızdır. Son yıllarda ise sadece ana akım medya üzerinden yürütülen yüksek bütçeli reklamlar bile yeterli gelmemektedir. Özellikle genç neslin neredeyse hiç televizyon izlememesi, ortalama her bir insanın en az üç yada dört sosyal medya hesabının olması, yine genç neslin haber alma kaynağı olarak da sosyal medya hesaplarını yada akıllı telefon uygulamalarını kullanması bütün şirketlerin reklam ve tanıtım çalışmalarını sosyal medya kanalları üzerinden ayrıca kurgulaması gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Sosyal medya kullanımının artması, her girişimcinin şirket işlemlerini bitirir bitirmez şirket adına bir sosyal medya hesabı açmasını zorunlu hale getirmiş durumda. Küresel şirketleri ele aldığımızda durum çok daha ilginç boyutlara ulaştı bile. Bugün bırakın küresel şirketleri orta ölçekli işletmelerin dahi sosyal medya yöneticileri ya da kurumsal olarak sosyal medya yönetimini devrettikleri yönetici/danışman firmaları var. Artık sosyal medyada var olmadan bir şirketin hayatına devam etmesi pek de mümkün gözükmüyor. Hele hele bu şirket küresel ölçekte iş yapıyorsa durum çok daha farklı noktalara ulaşmış bulunuyor.

Burada şirketlerin sosyal medya üzerinden yaptıkları reklam ve tanıtım çalışmalarından bahsediyoruz. Yani e-ticaret konusu bahsimizin dışında yer alıyor. Son yıllarda popülaritesi ve kullanımı her gün biraz daha artan e-ticaret ayrıca değerlendirilmesi gereken bir büyük alanı ifade ediyor. Sadece e-ticaret üzerine açılan web adresleri, sosyal medya kanallarının    e-ticaret amaçlı kullanımı akıl almaz boyutlara ulaştı bile. Bu konuyu başka bir yazımızda müstakil olarak ele almak üzere burada noktalayarak biz yine konumuza dönelim.

Sadece işletmelerin değil, vakıf, dernek, siyasi parti ve sair tüm kurumların sosyal medya hesapları bulunmaktadır. Tıpkı işletmelerde olduğu gibi hangi kurum ya da kuruluş olursa olsun sosyal medya hesabı olmadan toplumda yer edinmek gibi bir konu söz konusu bile değildir. Bugün, kişi, kurum ve kuruluşların neredeyse tamamına yakını sosyal medya hesapları açıyor. Bu durum çok da zor değil ve hatta bir sosyal medya hesabının açılmasının kolaylığı, maliyetinin olmaması meselenin çok daha basit gibi görülmesine sebep olsa da aslında konu bir sosyal medya hesabı açmakla bitmiyor, bilakis sosyal medya hesabı açtıktan itibaren başlıyor.

Günümüz dünyasında neredeyse tüm işletmelerin sosyal medya hesabı olmasına rağmen çok azının bu alanda başarılı olduğu görülmektedir. Bunun sebepleri özetle, sosyal medya kullanımının bilinmemesi ve bu sebepten ortaya çıkan yanlışlıklar, kalitesiz ve hatalı paylaşımlar, nitelikli içerik üretiminin olmaması, stratejik kullanım hataları gibi durumlardan kaynaklanmaktadır. Özellikle sosyal medya kullanımında profesyonel destek alınmaması, konuya hakim olmayan kişilerin istihdam edilmesi, takipçi psikolojisini bilmeden ortaya konulan reklam ve tanıtım çalışmaları, yetersiz personel ve bütçe ile iş çıkarma gayreti gibi sebepler arzu edilen sonucun aksine durumların oluşmasına vesile olmaktadır.

Yukarıda kısaca özetlediğimiz hususlara dikkat eden küresel şirketlerin sosyal medyayı en nitelikli şekilde kullandıkları ve istedikleri etkiyi fazlası ile başardıkları bilinmektedir. Bu bağlamda gereken tüm tedbirleri almalarına rağmen bazen bu şirketlerin dahi zorluklarla karşılaştıkları da görülmektedir. Mesela ülkemizin en büyük hava yolu şirketlerinden birisinin sosyal medya üzerinden yürüttüğü bir sosyal sorumluluk projesinde karşılaştığı zorluk bu konuya verilecek önemli örneklerden biridir. Geçtiğimiz yıllarda Van’da yaşanan deprem felaketine karşı her sayfa beğenisine bir miktar yardım yapma taahhütü toplum tarafından depremzedelerin içinde bulundukları durumun suiistimal edilmesi olarak algılanmış ve şirket büyük bir toplumsal tepki ve dolayısıyla zarar ile karşı karşıya kalmıştır. Yani sosyal medya kullanımı kolay gözükse de çok kırılgan bir yapıya sahiptir. En ufak bir hatanın bir anda toplumsal bir trajediye dönüşmesi an meselesidir. Yine buna benzer örnekleri sıklıkla, özellikle siyasilerin ve popüler kişilerin zaman zaman sosyal medya hesapları üzerinden yaptıkları açıklamalardan sonra ülke gündemine bomba gibi düştüklerini ve ne zor zamanlar geçirdiklerini bilmeyen yoktur.

Yine küresel şirketler bağlamında konuyu ele alacak olursak, sosyal medya dünyasının en nitelikli kullanıcılarının onlar olduğunu görüyoruz. Yani, hem geleneksel hem de yani medya kanallarında kontrol yine küresel şirketlerin elinde. Birçok küresel marka, medya çalışmalarından dolayı müşteriyi kendisini aramaya sevk ediyor. Kullanımın haram mı, helal mi olduğu tartışılan bir içecek markası Ramazan ayında duygulara ve insan psikolojine yönelik yaptığı başarılı bir reklam çalışması neticesinde sofralarımızın baş köşesini işgal edebiliyor. Yine iyi bir reklam, küresel bir markanın, hak ettiğinin çok üzerinde bir tutarın ödenerek kendisine sahip olunmasına sebep olabiliyor. Bir başka marka, yine reklam çalışmalarındaki başarı neticesinde kendisine sahip olmanın bir ayrıcalık olduğu duygusunu işleyebiliyor.

Sosyal medyanın bizatihi kendisinde de aynı algı söz konusu. Bugün hepimizin elinde akıllı telefonlar var çünkü herkes akıllı telefon kullanıyor. Hepimizin Facebook hesabı var çünkü herkesin Facebook hesabı var. Hepimiz Whatsapp üzerinden haberleşiyoruz çünkü Whatsapp’ı olmayan garip karşılanıyor. Hepimizin Twitter hesabı var çünkü takip edilme arzusu psikolojik bir konu. Lise çağındaki gençlerimizin çoğu Instagram kullanıyor çünkü arkadaşlarının çoğu aynı hesap üzerinden iletişim halinde.

Diğer küresel markalarda da durum bundan çok farklı değil. Sebebi çok bilinmese de Swatch marka saat takmak bir ayrıcalık meselesi, gençler spor ayakkabı alacaksa bu Nike ya da Adidas olmak zorunda, kot Mavi Jeans olmazsa rahat edilemiyor, gözlük eğer Rayban ise anlamlı, eğer kola içen birisi iseniz bu Coca Cola olmak zorunda, kahveyi Starbucks’tan içmek durumundasınız ve daha neler neler. Peki neden? Bu algı nasıl oluştu? Mutlaka bahsi geçen markaların ortaya koydukları bir kalite var ama onları diğerlerinden ayıran konu insan psikolojini iyi bilmeleri, reklam ve tanıtımda başarılı olmalarıdır. Bir vesile ile medya üzerinden kendilerinin farklı olduğu algısını oluşturmayı başarmış olmalarıdır.

Aslında hemen her küresel markanın bir muadili var ama onları ayakta tutan ve vazgeçilmez oldukları algısını oluşturan sebeplerin başında reklam ve algı yönetimi gelmektedir. Bir diğer enteresan detay ise geleneksel dönemlerden bugüne her zaman reklam çalışmalarına önem vermiş olmalarıdır. Mesela hatırlarsanız, daha köy bakkallarının ilk açıldığı yıllarda bakkal tabelalarına Coca Cola’nın sponsor olması. Pazarlama ağının Amerika’dan Anadolu’nun en ücra köylerine kadar uzanabilmiş olması. İşte bu reklam ve tanıtım faaliyetlerinin gücünün bir göstergesidir. Meşhur bir anlatım vardır, Yahudi bir iş adamı şöyle der, “eğer 10 liram varsa bunun 9 lirasını reklama harcarım.” İşte bu örnek belki de başından beri anlatmak istediklerimizi en güzel şekilde özetlemektedir.

Son olarak, marifet, bağırmak, protesto etmek değil, eğer ortada istemediğimiz halde bile olsa bir başarı varsa, buna kızıp karşı propaganda oluşturmak yerine, bu başarının sebeplerini araştırıp daha iyisini ortaya koyabilmektir. Onlar başardıysa, biz de başarabiliriz.

Dünya

22519863_1591843064209077_5204212592722308841_o     Yaşanan her gün aslında dünü ve yarını içerisinde barındırır. Anı yaşarken, dünü hatırlar, yarını planlarız. Yaşam yarınlar için devam eder. Ortaokula gidebilmek için ilkokula başlar, liseye gidebilmek için ortaokula devam ederiz. Zaten kesintisiz, zaten zorunlu olarak. Evlilik ve iyi bir iş için üniversiteye başlarız. Yoksa perişan oluruz, maazallah tamirci, terzi, boyacı yada inşaat işçisi oluruz, tabi onlar iş değil ya! O işleri yapanlar insan değil ya! Aile sahibi olmak, çoluk çocuğa karışmak için evleniriz. Akşam eve ekmek getirebilmek için sabah işe gideriz. Çocuklarımızın geleceği için iş planları yaparız. Sonra torunlarımız için daha fazla çalışırız. Hatta emeklilik dönemimiz gelir ama emekli olmayız. Diğer taraftan rahat bir emeklilik hayatı için birikim yaparız. Ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ederiz. Hiç ölmeyecekmiş gibi.

Bazen arabesk tadında anlamlandırmak lazım hayatı. Üstat Urfa’lı İbrahim efendinin dediği gibi; “Bitmeyecek sandığımız, rüyasına daldığımız, bile bile kandığımız, ölüm gerçek ömür yalan.” Siz de düşünmüşsünüzdür, acaba hayat mı gerçek rüya mı diye? Aslında hayat dediğimiz rüya, rüya zannettiğimiz de gerçek olmasın. Dokunup hissettiğimiz, etten kemikten olan biz gerçeksek o zaman neden beden toprak olurken yola ruhla devam edilir ki? Peki ya algılara inanan ve apaçık gerçekleri kabul etmeyen kitlelere ne demeli! Bize gösterilene aldanıp, gizleneni fark etmemek bu kadar zor olmamalı. Gerçek, her şart altında doğru ve değişmez olansa diye devam etmeyelim, fazla kafa karıştırmadan biz konumuza dönelim.

Hani yağmur duasına çıkan bir topluluk vardı ama içlerinden sadece bir çocuk elinde şemsiye ile gelmişti ya. Heh, işte aslında anlatmak istediğim o çocuğun ruh hali. Hayat, düşünce, söylem ve eylemden ibaretse, bu üç olgu arasında bir mantık örgüsü olması lazım. Eğer yağmur duasına çıkıyorsak yola inanarak çıktığımıza dair delilimiz olması lazım, şemsiye gibi. Bir düşünceyi, söyleme geçirdikten sonra eğer tavrımızla da bütünlüğü sağlayamadıysak o vakit nasıl hakikatten bahsedebiliriz ki? Sigara içen bir baba evladına sigara hakkında bir şey konuşmazsa belki o çocuk ileride sigaraya başlamayabilir ama “evlat, sakın sigara içme, bak bu meret çok zararlı” falan derse o çocuk ileride büyük ihtimalle sağlam bir tiryaki olur. Bir babadan evladına karşı en beklenmeyen durum muhtemelen söylem eylem tutarsızlığıdır. Hakikati arıyoruz ya, insan sormadan edemiyor; “duvara kafa atmak mı yoksa dokuz aylık hamile bir kadının katledilmesi mi daha çok can yakar?”

Zavallı insan bazen ümitsizliğe düşer. Yani hayat hakikati anlamakla da yetmiyor. İnsan sabah uyanacağı ümidiyle her gece başını yastığa koyup uyuyabiliyorsa neden başka konularda ümitsizliğe kapılsın ki? Son bir madde ile bitireyim. Sanki mükemmel olarak dünyaya gelip büyüdükçe köreliyor gibiyiz. Bir çocuğun bakış açısı, hisleri, gerçekçiliği her daim örnek alınası gibi geliyor bana. Yani onlardan öğreneceğimiz çok şey varken hep anlatan biziz. Zaten öğretme, dikte etme kaygısı öğrenmenin önünde büyük bir engel değil mi? Haksız mıyım? Bence öyle. Tartışılabilir de ama tartışabilirseniz.

Tekrar konumuza dönersek, modern ötesi dünyanın en büyük problemlerinden biri güven olduğu halde, neden havaya fırlattığınız bir çocuk kahkahalarla güler hiç düşündünüz mü? Hatta yerden hışımla alarak sanki ona kızarmış gibi havaya fırlattığınız halde! Çünkü o çocuğun, sizin onu tekrar kucaklayıp, bağrınıza basacağınıza olan inancı tamdır. Çünkü o çocuk size güvenir. Bize ne yapıyorlar da büyüdükçe insani değerlerden uzaklaşıyoruz abi?

Kişilik Özellikleri Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı

22450079_1588663171193733_2877118838778207470_nKişilik kelimesi sözlükte kısaca, “bir kimseye özgü belirgin özellik, manevi ve ruhi niteliklerinin bütünü, şahsiyet” olarak geçmektedir. Köken olarak Latince “Persona” kelimesinden gelmektedir. Eski Roma döneminde tiyatro oyuncularının yüzlerine taktıkları maske olarak da bilinmektedir. Sosyolojide ise bireyin toplumsal hayatı içinde edindiği alışkanlıkların ve davranışların tamamı olarak ifade edilmektedir. İnsan kişiliği, kişinin hayatı boyunca içerisinde bulunduğu toplum, kültür ve inanış biçimlerine, bunun yanında örf ve adetlerine göre şekillenmektedir. Her insan farklı hal ve tavırlar içerisinde bulunabilir. Eski Roma örneğinden yola çıkacak olursak, her insan hayatı boyunca farklı maskeler kullanabilir. Bir insanın evdeki tavır ve davranışları şüphesiz iş hayatındakilerden yada arkadaş ortamındakinden farklılık arz edebilir. Modern ötesi dünyada bu farklı davranış biçimlerinin en bariz örneklerini kişilerin sosyal medya hesaplarında görmek mümkündür.

İnsanın kişiliğinin, gerçek hayattaki ile sosyal medya hesaplarındakinin farklılık göstermesi olumsuz bir durum olarak değerlendirilmeyebilir. Fakat bu durumun bir psikolojik sorun haline dönüşmesi mümkün olduğundan dolayı bu yazımızda konuyu ele almış olacağız. Sosyal medya hesaplarında kişilerin psikolojileri ele alındığında genel itibariyle dört farklı kullanım biçimi dikkat çekmektedir. Bunlar, sahte hesaplar, kopya kişilik yani kes yapıştır usulü hesaplar, olduğundan farklı bir kişilik olarak kurgulanan hesaplar ve son olarak da gerçek hayattaki kişiliğini sosyal medya hesaplarında da koruyabilen hesaplar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sahte hesaplar, kasıtlı olarak ve kötü niyetli bir şekilde açılan hesaplardır ve takipçilerin en çok dikkat etmesi gereken türdür. Profil bilgilerinin tamamen sahte olduğu ve insanlardan haksız fayda sağlamak üzere kurgulanmış hesaplardır. Bunlar cinsel istismar merkezli, yalan haber kaynağı, dolandırıcılık, fenomen olma kaygılı ve buna benzer akla hayale gelmedik kötü niyetlerle açılmış hesaplardır. Kopya kişilik, kes yapıştır paylaşımları yapan hesaplar, esasen hiçbir bilgi ve kültür seviyesine sahip olmadıkları halde özellikle takip ettikleri bazı hesapların paylaşımlarını hızlı bir şekilde sanki kendi özgün içerik üretimleriymiş gibi paylaşan hesaplardır. Tek amaçları, itibar sahibi bir profil görüntüsü sergileyerek popüler olma kaygısı ile bazı çıkar hesapları gütmektir. Sosyal medya dünyasında bu şekilde itibar gören birçok kopyacı hesap vardır. Olduğundan farklı görülmeye çalışan hesaplardaki ayrıntı ise şu şekildedir. Aslında ilk iki maddede saydığımız hesap türleri de olduğundan farklı görülmektedir ama bu bahsedeceğimiz grup diğerlerine nazaran biraz daha iyi niyetli olmakla beraber, yine de kendince bir imaj oluşturma adına gündelik hayatından farklı bir davranış içerisindedir. Mesela gerçek hayatta çok tembel olmasına rağmen çalışmaktan, çok yalan söylemesine rağmen doğruluktan, kimseye yardım etmemesine rağmen yardımseverlikten bahseden tiplerin sahip olduğu sosyal medya hesapları bu gruba girmektedir. Dördüncü ve son grup sosyal medya kullanıcıları ise gerçek hayatları ile paylaşımları örtüşen kesimdir. Sosyal medya dünyasının en nadide kişilikleri işte bu gruba dahil olanlardır.

Bugün yaşadığımız toplumda belki de internet bağımlılığı olmayan hiç kimse yoktur. Sadece bağımlılık dereceleri tartışılabilir. İnternet bağımlılığı ile kişilik özelliklerini dile getirdiğimizde “sosyal ağ kuram” akla gelmektedir. Bu kuram, kişilik özelliklerinin sosyal medya iletişimindeki motivasyon ve davranışları belirleyen en önemli faktör olduğunu öngörmektedir. Her birey kendi kişilik özelliklerini paylaşımlarına yansıtmaktadır. Yani siz bugün herhangi bir vatandaşın sosyal medya paylaşımlarına bakarak, o kişi hakkında, başta inanış, siyasi görüş, alışkanlıkları, ilgi alanları gibi birçok önemli konu hakkında bilgi edinebilirsiniz. Bu sebepten dolayıdır ki, son yıllarda işletmeler, işe alacakları adayların sosyal medya hesaplarını incelemektedir. Aynı şekilde işe aldıktan sonra da bu hesapları takip etmektedirler.

Bazen yapılan araştırmaların aksi durumlarla karşılaşmak mümkün. Mesela içedönük ve dışadönük kişiler üzerinde yapılan araştırmalarda dışadönük kişilerin sosyal medya kullanımında daha başarılı oldukları görülmektedir. Fakat içedönük kişilerin gerçek hayatta yani yüz yüze iletişimde başaramadıkları durumu sosyal medya hesaplarında tam aksine başardıkları görülmektedir. Normalde bir arkadaş ortamında dahi kendini ifade edemeyenlerin tek başına içerik oluşturdukları ekran karşısında hem yazılı hem de görsel olarak çok farklı ve becerikli kişiler olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. İşte buna benzer durumlarda bir kişinin, gerçek hayatının mı yoksa sosyal medya iletişimindeki halinin mi gerçek kişiliğini yansıttığı tartışmaya açıktır. Sosyal medyanın hakikatten uzak yüzü, alay konusu olma tehlikesinin minimum seviyede olması, hata riskinin az olması ve kişinin kendini saklayabilme ihtimalinin olması bu durumları etkilemektedir.

Kişilik özelliklerine göre sosyal medya kanalı tercihleri de değişmektedir. Mesela bir kullanıcının Facebook, Twitter, Instagram, YouTube yada LinkedIn kullanması o kişinin hakkında bazı bilgiler vermektedir. En popüler sosyal medya kanalı olan Facebook’un kullanıcı sayısının iki milyarı geçtiği dünyada, çevremizdeki ortalama birçok arkadaşımız Facebook kullanmaktadır. Twitter kullanıcısı biraz daha elittir, daha çok okuyan, az söz ile çok şey anlatabilen bir kitle anlamına gelir. Instagram kullanıcısı şimdilerde Facebook’taki ebeveynlerinden kaçan gençleri ya da alış veriş telaşına düşmüş kitleleri ifade etmektedir. YouTube, oyun meraklısı, film yada dizi izlemeyi seven, müzikten hoşlanan genç kitleler anlamına gelir. Eğer LinkedIn hesabınız varsa, iyi bir işiniz, çalışanlarınız, yüklü bir banka hesabınız var demektir. Ya da işsizler ordusuna katılmış, iyi bir iş, dolgun maaş telaşına düşmüş, üniversiteden yeni mezun olmuş bir genç de olabilirsiniz. Yani her sosyal medya hesabının bize söyledikleri ve kısmen tahmin edilebilir bir kullanıcı profili vardır.

Özet olarak, sosyal medya hesaplarının kullanımı kişilik özellikleri ile doğrudan bağlantılıdır. Hatta kullanım amacınıza göre kendi kişilik özelliğiniz ya da bir arkadaşınızın kişilik özellikleri hakkında bazı önemli bilgilere sahip olabilirsiniz. Bu sizin sosyal medya hesaplarınızı iletişim amaçlı, bir gruba dahil olma arzusu ile, reklam ve tanıtım amaçlı, alış-veriş maksatlı, haber alma merakı ile, ego tatmini merkezli ya da insanlara faydalı olma hassasiyeti ile kullanmanıza göre değişiklik göstermektedir. Siz siz olun, her şeyi gözden geçirin ve sosyal medya hesaplarınızı önce kişiliğinize zarar verecek sorunlardan kurtardıktan sonra kendinize, ailenize, çevrenize ve diğerlerine faydalı olacak şekilde kurgulamaya çalışın.

Medya ve Siyaset İlişkisi

22406016_1585739751486075_821113076319918655_n     İnsan özü itibariyle akıl sahibi, düşünen, karar veren, sosyal ve siyasal bir varlık olarak yaratılmıştır. Dolayısıyla bugün sosyal dünyamızın önemli bir alanını kaplayan medya ve hayatımızdan hiç çıkmayan, hayatın ta kendisi olan siyasal düşünce arasındaki ilişki iyi bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli alanlardır. Medya ve siyaset, post modern dünyanın belki de birbirine en sıkı bağlarla kenetlenmiş iki olgusudur. Artık birbirinden bağımsız düşünülmesi mümkün olmayan ve günlük hayatın en merkezine yerleşmiş iki gerçek. Toplumun tüm kesimlerinin bütünüyle dahil olduğu iki sosyolojik durum.

Bu durum aslında medyanın çok büyük bir güç olduğunu da ortaya koymuş oluyor. Medya gücü arttıkça bunu kontrol etmek isteyen iktidarlar dikkat çekiyor. Medya ve siyaset ilişkisinde medyayı önemseyen, elinde tutmak isteyen hatta kendi medya ordusunu kurma gayretinde olan siyasal alan asıl üzerine düşünülmesi gereken kısım olarak dikkat çekiyor.

Dougles Kellner “ideoloji görüntülerin içinden geçmektedir” der. Her akşam ana haber bültenlerinde, her an ceplerde dolaşan akıllı telefonlarda kendine yer bulan siyasal hareketler, onların gönüllüleri ve paralı askerleri, kendi siyasal bakış açılarını görüntülerin, fotoğrafların ve yazıların aracılığı ile kitlelere ulaştırmaktadır. Artık medyanın gücünün farkında olmayan siyasal hareket kalmamıştır. Bu durum son dönemlerde haksız rekabet neticesinde medya gücünü belli birkaç siyasi hareketin kontrol etmesinden dolayı sosyal medyanın önemini biraz daha artırmıştır. Fırsat eşitliğinin daha güçlü olduğu sosyal medya artık tüm siyasal hareketlerin asla boş bırakmaması gereken bir mecra haline gelmiştir.

Medya ve siyaset alanında medya patronlarından, siyasilerin medya patronları ile olan kirli ilişkilerinden, adaletsiz medya ekranı tutumlarından, ahlaksız yayın politikalarından söz ederken sosyal medya mecraları da kontrol edilemeyen ve kendi çıkarları için her türlü yalan ve iftiraya başvuran ahlaksız kullanıcılarla diğer bir ifade ile trollerle dolmuştur. Sansürsüz ve kontrolsüz yayın yapmaya en müsait medya dünyası olan sosyal medya hesapları bu alanda kişi, kurum haklarına saldırı oranında adeta çığır açmıştır. Arap baharı ile başlayan ve kitleleri toplu olarak ateşe atan, başta adına özgürlük ve demokrasi denilen yangının işaret fişeği sosyal medya üzerinden verilmiştir. Ardından bu ve benzeri felaketler ülkemizdeki gezi olayları gibi hep yalan ve iftiranın kol gezdiği sosyal medya hesapları üzerinden devam etmiştir. Siyasiler ise maalesef oluşan bu kaos ortamlarını, ana akım medya üzerinden yapılan haberlerin de desteği ile kendi lehlerine kullanma adına her türlü söylemi geliştirmiştir.

Yine bugün medyada verilen haberler aynen siyasette olduğu gibi asla tesadüf eseri değildir. Yazılan her bir metnin, paylaşılan fotoğraf ve videoların mutlaka bir amacı vardır. Hatta kitleleri belli bir alana yönlendirme adına bir algı yönetimi şekli olarak fotoğraf ve videolar kurgulanmaktadır. Birçok sahte hesap üzerinden bu operasyon herkese yayılmaktadır. Siyasal kampanya dönemlerinin en önemli çalışma tekniklerinden biri olan “çerçeveleme modeli” medya alanında da etkin bir şekilde kullanılmaktadır. İzleyici yada sosyal medyadaki takipçinin bilmesi ve görmesi gereken alan çerçeve içine alınarak sakıncalı kısım gizlenmekte yada gösterilmemek için bin bir türlü tezgah kurulmaktadır.

Kontrol, denetim ve haber alma mekanizması olarak bilinen, insanlara doğru ve gerçek bilgiyi ulaştırması gereken medya, maalesef zamanla istismar aracına dönüşmüştür. Özellikle Gustave le Bone’nun kitleler psikolojisi kitabında ele aldığı toplumun zayıf noktalarını belirleyerek, planlı ve kasıtlı bir şekilde küresel sömürü düzeninin bir argümanı haline getirilen medya, siyasete bir renk katması gerekirken aksine daha da çirkinleştirmiştir. Amerika’da en son gerçekleşen başkanlık seçimlerinde yaşanan “Pizza Gate” skandalı bu konunun küresel bağlamda en bariz örneklerinden bir tanesidir. Gerçek olup olmadığı belli olmayan bir olayın sosyal medyada yayılarak, demokratların seçimi kaybetmesinin önemli sebeplerinden bir tanesi olması meselenin ne büyük boyutlarda olduğuna önemli bir örnektir.

Medya bugün iktisadi dünyamızda da önemli bir yer tutmuştur. Her geçen gün, hem reklam hem de alış-veriş bazında kullanımı artmıştır. Siyasal açıdan ise toplumun gündemini bir an olsun boş bırakmadığı, sosyal ve kültürel olaylara her yönüyle dahil olduğu süreçlerin yaşandığı, toplumun zamanının önemli bir kısmını geçirdiği bir gerçek olarak hiçbir olaydan bağımsız düşünülemez. Özellikle sosyal medya kullanımının gün geçtikçe artması siyasal iletişim ve kampanya süreçlerini etkilemiştir. Artık bir sosyal medya hesabı olmayan, çalışmalarının reklamını sosyal medya üzerinden yapmayan, bazı programları sosyal medya hesaplarından canlı yayınla takipçilerine duyurmayan, günlük popüler meseleler hakkında sosyal medya hesaplarında açıklama yapmayan bir siyasi işini önemli oranda eksik yapmış demektir.

Özet olarak medya ve siyaset ilişkisi, adalet, barış, haber alma özgürlüğü, haber kaynağının güvenilirliği hususlarında çıkar odaklı ve toplumu topyekûn huzursuz eden bir ticaret haline dönüşmüştür. Bu çıkar ilişkisinin normal bir iletişim sürecine dönüşmesi ancak ahlaki bir bakış açısı ile mümkündür. Yani her alanda olduğu gibi medya ve siyasette de “Önce Ahlak” anlayışı gelişmeden aldığınız haberleri ve siyasi tercihlerinizi gözden geçirin.

Fetih Nesline Vurulan Teknopranga “Sosyal Medya”      

22366730_1583631391696911_1546163093342358716_n              Fetih, kalplere vurulan kilitleri kırmak, rahmete susayan gönülleri Rahman’a kavuşturmaktır. Fetih, zor zamanlarda en büyük fedakarlıkları yapabilmek, ahiret için dünya nimetlerinden vazgeçebilmektir. Fetih, insanları Alemlerin Rabbinin yüce mesajı ile buluşturmak, hakikate kavuşturmaktır. Fetih, savaşlara başlamadan engel olmak, barış ortamını oluşturmak için gereken tüm şartları yerine getirmektir. Fetih neslinin mimarı olmak ise, Peygamberimizin sav hadisine mazhar olabilmek, bu hedefi yıllar boyu hayal edebilmek ve gereken tüm gayreti ortaya koyabilmektir. Yaşanılan dönemin ilimlerine sahip olmak, imkansız denilende imkanı görebilmektir. Herkese ve her şeye rağmen mücadele etmek, sabretmek ve asla vazgeçmemektir. İlim sahibi olmak, yabancı dil bilmek, kültür ve sanatta başı çekmek, en büyük teknolojik araştırma ve yatırımları yapmak ve gemileri karadan yürütebilmektir. Bir çağı kapatıp, bir çağı açmak, düşmanlarının dahi kendisinden övgüyle bahsettiği, Allah’a sığınan, sa’ye sarılan ve hikmete ram olan, irfanda kemale eren, ilim, fikir ve aksiyon adamı Fatih Sultan Mehmet olabilmektir.

Çağın Fatih’i olabilmeyi kuru bir iddiadan çıkarıp gerçekle buluşturmak gerekir. Bu buluşma, asırlar boyu dünyaya nizamat veren bir neslin torunları olarak tarihimizi bilmek ve gereken dersleri çıkararak günümüzü planlamak anlamını taşır. Bu bağlamda fetih nesli ifadesi güçlü bir iddiadır.

Tarih boyunca elde edilen bütün zaferler önce hayal edilmiştir. Onun için hayal etmek, bir hedefi önce zihinlerde arzu edilen kıvama getirmek önemlidir. Ardından bu hedefe yönelmiş güçlü bir iman gerekir. İnsan, samimi bir gönül ile kararlı, duyarlı ve devamlı çalışma neticesinde üzerine düşeni yapmış olur. Bütün çalışmalar takip ve intaç gerektirir son olarak da tüm benlik ile ortaya koyulan teslimiyet hedefin taçlandırılması anlamına gelir. Ancak netice olarak İstanbul defalarca aynı niyet ve duygularla kuşatılsa da Fethi Cenab-ı Allah takdir ettiği zamanda takdir ettiği asker ve komutana verir. Fetih nesline dahil olmak ancak bu esaslara uygun hareket edenlere nasip olur.

Şimdi fetih neslinin üzerinde oynanan oyunlardan biri olan sosyal medyaya değinelim. Bilindiği üzere hiçbir ilah yoktur demeden, Allah vardır ifadesi eksik kalır. Önce zihinlerdeki tüm batıl ilahları, düşünceleri yok etmek gerekir. Yani, önce sağlıklı, temiz, bütün olumsuzluklardan arındırılmış bir zihin oluşturmak şarttır. Dolayısıyla evvela fethe giden yoldaki engelleri, önyargıları bertaraf etmek gerekir. Bu bağlamda çağımızda fetih neslinin çalışmalarına, idealine, yaşantısına ve karakterine menfi anlamda etki eden birçok hadiseden bahsedilse de en önemlilerinden biri sosyal medyadır.

Sosyal medya kısaca, zihni performansı psikolojik olarak sürekli tahrik eden bir mekanizma olarak özetlenebilir. Sürekli yanımızda, her an elimizin altında, aklımızın bir köşesinde durarak tüm çalışma motivasyonumuzu negatif manada etkileyen bir düzen. Akla gelebilecek bütün günahların işlendiği sihirli bir dünya. Yalan, iftira, ahlaksız yayın, zaman israfı, kumar, sahtekarlık ve daha nice hayırsız işlerin yeniden hayat bulduğu bir teknoloji.

Eğer fetih nesli iddiasında bulunan gençlerimiz günlük en az bir kitap okuma süresini sosyal medya hesaplarının sonu gelmeyen içeriklerini takip etmeye ayırıyorsa burada ciddi sorunlar var demektir. Dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, narsistik kişilik bozukluğu, zihinsel dağınıklık gibi birçok rahatsızlığımızın sebebi yanımızdan ayıramadığımız akıllı telefonlarımızdan kaynaklanmaktadır. Bizi yavaş yavaş ve hissettirmeden yok eden, beynimizi işlevsiz hale getiren bir mekanizmadan bahsediyoruz. Bu teknolojiden uzak kaldığımızda adeta ampütasyona uğramış bir hasta gibi hissediyorsak mesele kriz seviyesine gelmiş demektir. İlahi kanunlar gereği var olan insan, iman ışığında ve aklın önderliğinde hareket etmeli. Akıl, bir teknolojik ürünün ne amaçla üretildiğini, nasıl kullanılması gerektiğini ve kullanımı neticesinde ne gibi sonuçlar doğuracağını bulmamızı sağlar. Maalesef bugün sosyal medya kullanım oranlarına baktığımızda özellikle genç nesle bir teknopranganın vurulduğunu görmekteyiz.

Fetih neslinin en önemli özelliklerinden biri, küresel oyunlara karşı koyabilme iradesine sahip olmasıdır. Fetih nesli aklını yitirilmiş, sömürülen milyonların kurtuluşu için kullanan, gündelik boş işlerin arasında kaybolmayan, popüler kültüre teslim olmadan karada gemiler yapan az da olsa inanmış ve ayakları üzere sabit duran insanlar topluluğu demektir. Bu öyle bir nesildir ki, hiçbir güç ve idareye teslim olmaz, önüne sunulan dünyalıkları elinin tersiyle iter ve gece gündüz demeden zerre miktarı hayrın da şerrin de hesabının sorulacağı zamanın hazırlıklarını yapmak için çalışır.

İşte bu inançtaki bir neslin tebliğ faaliyetlerini birebir iletişimden, tamamen sanal aleme taşıma tehlikesinden bahsediyoruz. Sosyal medyaya kapılmak insanlardan kopmak demektir. Sosyal medyada sınıf arkadaşlarınıza çay ısmarlayamazsınız, bir yetimin başını okşayamazsınız, yolda kalmışın elinden tutamazsınız ama 140 karakterde en duygusal mesajları verebilirsiniz. Duygusal ama faydasız mesajlar. Sosyal medya iyi tarafları da olan çok tehlikeli mecralar bütününün adıdır. Onu daha sakıncalı hale getiren de iyi taraflarının olmasıdır. Tıpkı doğruya en yakın olan yanlışın en kötü olması gibi.

Sosyal medya fetih nesline vurulmuş bir teknoprangadır…