Sosyal Medya Özgürlük mü? Esaret mi?

15873589_1304495279610525_137450121381725629_nDil, din, ırk ve inanış ayırt etmeksizin toplumların her kesiminden insanın rahatlıkla kabul edeceği, üzerinde uzlaşabileceği ortak kavramlardan biri de “özgürlüktür”. Genel kabul gören ortak kavramlar aynı zamanda, dünyayı kendilerine bahşedilmiş bir yer görüp diğer insanların da kendilerine hizmet etmek için yaratılmış köleler olduğunu iddia eden zihniyet tarafından birer sömürü ve istismar aracı olarak kullandığı silahlar haline gelmiştir. Özgürlük kavramının istismarını, fikirsel bazda hümanist bakış açısı ile birleştiğinde ateizmle buluştuğu noktadan anlamak mümkün. Pratik anlamda ise İslam ülkelerini kan ve göz yaşı götüren bir silah olarak kullanılmasından anlıyoruz. Şimdi konuyu fazla dağıtmadan sosyal medyanın özgürlük veya esaret anlayışına bir bakalım.

Kalbe ve kulağa hoş gelen söylemler her zaman savunma mekanizmamızın zayıflamasına sebep olmuş ve olayların gelişim ve sonuç süreçlerini sağlıklı değerlendiremez duruma gelmemiz ile neticelenmiştir. Sosyal medyanın özgürlük hikayesi, 21. Yüzyılın başlarında sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçerken başladı. Artık sayısız mecrayı birbirine bağlayan, “biz de varız” diyebildiğimiz modern ağ toplumunun bireyleri haline geldik. İçerik üretip yorum yapabilen, edilgen ve durağan medya süreçlerinden, etken, üretken ve etkileşime açık medya süreçleri dönemine ayak bastık. Artık ben de varım, ben de söz sahibiyim düşüncesiyle, kişisel yaşantımıza ve özel hayatımıza dair çok fazla bilgiyi paylaşmaya başladık. Üniversiteye başladık, mezun olduk, işe başladık, nişanlandık, evlendik, çocuğumuz oldu, çocuğumuz okula başladı ve biz hep paylaştık. Sanki paylaştığımız şeyler öylece kalıyor, kimse bu bilgileri kaydetmiyor, değerlendirmiyor gibi. Hatta bazen bu paylaşımlar mahremiyet sınırlarımızı bile hasara uğratır seviyelere ulaştı.

Bizi birileri takip ettikçe, paylaşımlarımızı beğenip paylaştıkça, güzel yorumlar yazdıkça, takipçi sayımız arttıkça heyecanlandık. Bu arada bilimsel olarak bu heyecan duygusunun beyinde, cinsel ilişki esnasındaki hissedilen heyecanla aynı merkez kaynaklı olduğunu bilmiyorduk. Bazılarımız fenomen oldu. Artık, “sizi sosyal medyadan takip ediyorum” diyenlerle karşılaşmaya başladılar. Sosyal medyanın adeta insan vücudunun yeni türeyen bir uzvu haline gelmesi, sabah uyanır uyanmaz ilk olarak akıllı telefonumuzu elimize almamız, aklımızın hep bildirimlerde olmasıydı özgürlük dediğimiz şey. Post-modern dünya bize fırsat eşitliği verdi, kendini ifade edebilme, fikrini ortaya koyabilme, düşüncelerini özgürce paylaşabilme hakkı verdi diyebiliriz!

Peki durum acaba gerçekten böyle mi? Mesela bir de konunun şu kısımlarına bakalım; Facebook gerçekten üniversiteli bir çocuğun fikri olarak mı üretildi? Google bir otomobil garajında mı kuruldu? Instagram ve twitter gerçekten bilişim tutkunu bir grup genç tarafından mı oluşturuldu? Sizce bilgi ve teknolojinin akıl almaz boyutlara ulaştığı bir dönemde bütün bu yaşananlar tesadüflerle yani birkaç basit hikaye ile izah edilebilir mi? Şimdi bir de meselenin çok özet olarak tarihsel bağlantı noktasına bakalım; 21. Yüzyılın başı itibariyle başlayan ve İslam dünyasındaki inanılmaz katliamlarla devam eden sürecin, sosyal medya hesaplarının patlaması, dünyanın yarısına yakın insanın sosyal medya hesabına sahip olması, arap baharının organizasyon ve duyuru mecrasının bir sosyal medya hesabı olması, şiddet ve cinsellik içeriği dolayısıyla medyada yayınlanamayan haberlerin yada yalanların sosyal medya üzerinden yayılması sizce tesadüf mü?

Yüz yüze iletişime bir alternatif olarak çıkan, insanı individüalizme esir eden, başkalarının derdi ile hemhal olmayı, yolda kalmışın elinden tutup, yetimi doyurmayı “bir twitt de sen at” sloganı seviyesine düşüren, ahlak ve maneviyata darbe üstüne darbe indiren, zinaya yaklaşmaya en müsait ortam haline gelen, insanın kendini olduğundan farklı göstermesine en büyük imkanı sağlayan sosyal medyaya biraz daha temkinli yaklaşmalı, nasıl kullanacağımız noktasında mutlaka bir sosyal medya uzmanına başvurmalıyız.

Şimdi asıl can alıcı kısma gelelim. Sosyal medya başta olmak üzere, yeni medya ürünleri ve teknolojileri ile sürekli bir vaziyette takip edildiğimizi, profillerimiz başta olmak üzere, tüm paylaşımlarımızın, yazdıklarımızın, arama motorlarına girdiğimiz kelimelerin, izlediğimiz videoların, bulunduğumuz mekanların konumlarının, kullandığımız programların, kredi kartı ile yaptığımız alış verişlerin ve daha birçok şeyin kayıt altına alındığını biliyor muydunuz? Tüm kullanıcı profillerinin, inançlarından, medeni durumlarına, aylık gelirlerinden, ne iş yaptıklarına, hangi ideolojiye sahip olduklarından, doğum tarihlerine, nerelerde okuduklarından, nerede yaşadıklarına kadar kaydedildiğini ve sadece bu verilerin kayıtlarda kalmayıp, bu kayıtların analizlerinin yapıldığını, raporlarının hazırlanarak sosyolojik tahliller yapıldığını biliyor muydunuz? Elbette bu raporlar İslam alemine ve bütün insanlığa daha huzurlu bir dünya oluşturmak için kullanılmıyor.

Twitter’da yapılan bir hashtag çalışmasında, mesela #benimicinislambirligi diyerek birkaç saat içinde milyonlarca insanın “İslam Birliği” hakkındaki görüşlerinin toplandığını gözden kaçırmayalım. Sizin anket şirketlerine para ile dahi yaptıramayacağınız büyüklükte bir işi adamlar bir kuruş harcamadan, sizin elinizle, sadece bir sosyal medya hesabı ile yapıyor. Bu veriler ve analizleri neticesinde de kontra aktivitelerine fikirsel ve fiziksel takviye sağlıyorlar. Acaba neden sosyal medya hesaplarının neredeyse tamamı Amerika menşeili, facebook Çin’de neden yok, neden Çin devletinin kendilerine ait milli yazılımlı bir alternatif facebook programları var, kredi kartı kullanımına zorlayan ve ihtiyaç fazlası tüketimi tetikleyen internet alış-verişlerinde yerli esnaf ne kaybediyor, küresel güçler ne kazanıyor? Bunları iyi düşünmemiz, iyi hesap etmemiz lazım.

Dikkat ederseniz sosyal medya, yıkımları tetikleyen, insanları karamsarlaştıran, sansürsüz yayının legal hale geldiği, kontrolü zor, iyilik ve güzelliklerin değil de kötülüklerin daha hızlı yayıldığı, bilginin gerçekliği probleminin önüne geçilemediği, veri manipülasyonunun durdurulamaz düzeylere ulaştığı, adalet, emniyet, hak ve özgürlükler noktalarında etik sorunların yaşandığı, ırkçı, ayrımcı ve ayrıştırıcı söylemlerin çoğaldığı ve bu söylemlerin gizli sahiplerinin kendilerine körpe dimağlar üzerinden zemin oluşturduğu, bilgi kirliliğinin yanında haber kaynağına ulaşma sorununun yaşandığı yönleri ile daha fazla etki alanı oluşturmaktadır.

Tüm bu bilgilerden sonra şimdi siz karar verin, “Sosyal medya özgürlük mü? Esaret mi?” Kararınızı verin ve yeni dünya düzeninin zalim yöneticilerinin sizi, insan hakları, eşitlik, adalet ve özgürlük terennümleri ile aldatmalarına asla müsaade etmeyin.

Author: Fatih Yılmaz

Medya - Siyasal İletişim

Leave a comment