Kişilik Özellikleri Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı

22450079_1588663171193733_2877118838778207470_nKişilik kelimesi sözlükte kısaca, “bir kimseye özgü belirgin özellik, manevi ve ruhi niteliklerinin bütünü, şahsiyet” olarak geçmektedir. Köken olarak Latince “Persona” kelimesinden gelmektedir. Eski Roma döneminde tiyatro oyuncularının yüzlerine taktıkları maske olarak da bilinmektedir. Sosyolojide ise bireyin toplumsal hayatı içinde edindiği alışkanlıkların ve davranışların tamamı olarak ifade edilmektedir. İnsan kişiliği, kişinin hayatı boyunca içerisinde bulunduğu toplum, kültür ve inanış biçimlerine, bunun yanında örf ve adetlerine göre şekillenmektedir. Her insan farklı hal ve tavırlar içerisinde bulunabilir. Eski Roma örneğinden yola çıkacak olursak, her insan hayatı boyunca farklı maskeler kullanabilir. Bir insanın evdeki tavır ve davranışları şüphesiz iş hayatındakilerden yada arkadaş ortamındakinden farklılık arz edebilir. Modern ötesi dünyada bu farklı davranış biçimlerinin en bariz örneklerini kişilerin sosyal medya hesaplarında görmek mümkündür.

İnsanın kişiliğinin, gerçek hayattaki ile sosyal medya hesaplarındakinin farklılık göstermesi olumsuz bir durum olarak değerlendirilmeyebilir. Fakat bu durumun bir psikolojik sorun haline dönüşmesi mümkün olduğundan dolayı bu yazımızda konuyu ele almış olacağız. Sosyal medya hesaplarında kişilerin psikolojileri ele alındığında genel itibariyle dört farklı kullanım biçimi dikkat çekmektedir. Bunlar, sahte hesaplar, kopya kişilik yani kes yapıştır usulü hesaplar, olduğundan farklı bir kişilik olarak kurgulanan hesaplar ve son olarak da gerçek hayattaki kişiliğini sosyal medya hesaplarında da koruyabilen hesaplar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sahte hesaplar, kasıtlı olarak ve kötü niyetli bir şekilde açılan hesaplardır ve takipçilerin en çok dikkat etmesi gereken türdür. Profil bilgilerinin tamamen sahte olduğu ve insanlardan haksız fayda sağlamak üzere kurgulanmış hesaplardır. Bunlar cinsel istismar merkezli, yalan haber kaynağı, dolandırıcılık, fenomen olma kaygılı ve buna benzer akla hayale gelmedik kötü niyetlerle açılmış hesaplardır. Kopya kişilik, kes yapıştır paylaşımları yapan hesaplar, esasen hiçbir bilgi ve kültür seviyesine sahip olmadıkları halde özellikle takip ettikleri bazı hesapların paylaşımlarını hızlı bir şekilde sanki kendi özgün içerik üretimleriymiş gibi paylaşan hesaplardır. Tek amaçları, itibar sahibi bir profil görüntüsü sergileyerek popüler olma kaygısı ile bazı çıkar hesapları gütmektir. Sosyal medya dünyasında bu şekilde itibar gören birçok kopyacı hesap vardır. Olduğundan farklı görülmeye çalışan hesaplardaki ayrıntı ise şu şekildedir. Aslında ilk iki maddede saydığımız hesap türleri de olduğundan farklı görülmektedir ama bu bahsedeceğimiz grup diğerlerine nazaran biraz daha iyi niyetli olmakla beraber, yine de kendince bir imaj oluşturma adına gündelik hayatından farklı bir davranış içerisindedir. Mesela gerçek hayatta çok tembel olmasına rağmen çalışmaktan, çok yalan söylemesine rağmen doğruluktan, kimseye yardım etmemesine rağmen yardımseverlikten bahseden tiplerin sahip olduğu sosyal medya hesapları bu gruba girmektedir. Dördüncü ve son grup sosyal medya kullanıcıları ise gerçek hayatları ile paylaşımları örtüşen kesimdir. Sosyal medya dünyasının en nadide kişilikleri işte bu gruba dahil olanlardır.

Bugün yaşadığımız toplumda belki de internet bağımlılığı olmayan hiç kimse yoktur. Sadece bağımlılık dereceleri tartışılabilir. İnternet bağımlılığı ile kişilik özelliklerini dile getirdiğimizde “sosyal ağ kuram” akla gelmektedir. Bu kuram, kişilik özelliklerinin sosyal medya iletişimindeki motivasyon ve davranışları belirleyen en önemli faktör olduğunu öngörmektedir. Her birey kendi kişilik özelliklerini paylaşımlarına yansıtmaktadır. Yani siz bugün herhangi bir vatandaşın sosyal medya paylaşımlarına bakarak, o kişi hakkında, başta inanış, siyasi görüş, alışkanlıkları, ilgi alanları gibi birçok önemli konu hakkında bilgi edinebilirsiniz. Bu sebepten dolayıdır ki, son yıllarda işletmeler, işe alacakları adayların sosyal medya hesaplarını incelemektedir. Aynı şekilde işe aldıktan sonra da bu hesapları takip etmektedirler.

Bazen yapılan araştırmaların aksi durumlarla karşılaşmak mümkün. Mesela içedönük ve dışadönük kişiler üzerinde yapılan araştırmalarda dışadönük kişilerin sosyal medya kullanımında daha başarılı oldukları görülmektedir. Fakat içedönük kişilerin gerçek hayatta yani yüz yüze iletişimde başaramadıkları durumu sosyal medya hesaplarında tam aksine başardıkları görülmektedir. Normalde bir arkadaş ortamında dahi kendini ifade edemeyenlerin tek başına içerik oluşturdukları ekran karşısında hem yazılı hem de görsel olarak çok farklı ve becerikli kişiler olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. İşte buna benzer durumlarda bir kişinin, gerçek hayatının mı yoksa sosyal medya iletişimindeki halinin mi gerçek kişiliğini yansıttığı tartışmaya açıktır. Sosyal medyanın hakikatten uzak yüzü, alay konusu olma tehlikesinin minimum seviyede olması, hata riskinin az olması ve kişinin kendini saklayabilme ihtimalinin olması bu durumları etkilemektedir.

Kişilik özelliklerine göre sosyal medya kanalı tercihleri de değişmektedir. Mesela bir kullanıcının Facebook, Twitter, Instagram, YouTube yada LinkedIn kullanması o kişinin hakkında bazı bilgiler vermektedir. En popüler sosyal medya kanalı olan Facebook’un kullanıcı sayısının iki milyarı geçtiği dünyada, çevremizdeki ortalama birçok arkadaşımız Facebook kullanmaktadır. Twitter kullanıcısı biraz daha elittir, daha çok okuyan, az söz ile çok şey anlatabilen bir kitle anlamına gelir. Instagram kullanıcısı şimdilerde Facebook’taki ebeveynlerinden kaçan gençleri ya da alış veriş telaşına düşmüş kitleleri ifade etmektedir. YouTube, oyun meraklısı, film yada dizi izlemeyi seven, müzikten hoşlanan genç kitleler anlamına gelir. Eğer LinkedIn hesabınız varsa, iyi bir işiniz, çalışanlarınız, yüklü bir banka hesabınız var demektir. Ya da işsizler ordusuna katılmış, iyi bir iş, dolgun maaş telaşına düşmüş, üniversiteden yeni mezun olmuş bir genç de olabilirsiniz. Yani her sosyal medya hesabının bize söyledikleri ve kısmen tahmin edilebilir bir kullanıcı profili vardır.

Özet olarak, sosyal medya hesaplarının kullanımı kişilik özellikleri ile doğrudan bağlantılıdır. Hatta kullanım amacınıza göre kendi kişilik özelliğiniz ya da bir arkadaşınızın kişilik özellikleri hakkında bazı önemli bilgilere sahip olabilirsiniz. Bu sizin sosyal medya hesaplarınızı iletişim amaçlı, bir gruba dahil olma arzusu ile, reklam ve tanıtım amaçlı, alış-veriş maksatlı, haber alma merakı ile, ego tatmini merkezli ya da insanlara faydalı olma hassasiyeti ile kullanmanıza göre değişiklik göstermektedir. Siz siz olun, her şeyi gözden geçirin ve sosyal medya hesaplarınızı önce kişiliğinize zarar verecek sorunlardan kurtardıktan sonra kendinize, ailenize, çevrenize ve diğerlerine faydalı olacak şekilde kurgulamaya çalışın.

Medya ve Siyaset İlişkisi

22406016_1585739751486075_821113076319918655_n     İnsan özü itibariyle akıl sahibi, düşünen, karar veren, sosyal ve siyasal bir varlık olarak yaratılmıştır. Dolayısıyla bugün sosyal dünyamızın önemli bir alanını kaplayan medya ve hayatımızdan hiç çıkmayan, hayatın ta kendisi olan siyasal düşünce arasındaki ilişki iyi bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli alanlardır. Medya ve siyaset, post modern dünyanın belki de birbirine en sıkı bağlarla kenetlenmiş iki olgusudur. Artık birbirinden bağımsız düşünülmesi mümkün olmayan ve günlük hayatın en merkezine yerleşmiş iki gerçek. Toplumun tüm kesimlerinin bütünüyle dahil olduğu iki sosyolojik durum.

Bu durum aslında medyanın çok büyük bir güç olduğunu da ortaya koymuş oluyor. Medya gücü arttıkça bunu kontrol etmek isteyen iktidarlar dikkat çekiyor. Medya ve siyaset ilişkisinde medyayı önemseyen, elinde tutmak isteyen hatta kendi medya ordusunu kurma gayretinde olan siyasal alan asıl üzerine düşünülmesi gereken kısım olarak dikkat çekiyor.

Dougles Kellner “ideoloji görüntülerin içinden geçmektedir” der. Her akşam ana haber bültenlerinde, her an ceplerde dolaşan akıllı telefonlarda kendine yer bulan siyasal hareketler, onların gönüllüleri ve paralı askerleri, kendi siyasal bakış açılarını görüntülerin, fotoğrafların ve yazıların aracılığı ile kitlelere ulaştırmaktadır. Artık medyanın gücünün farkında olmayan siyasal hareket kalmamıştır. Bu durum son dönemlerde haksız rekabet neticesinde medya gücünü belli birkaç siyasi hareketin kontrol etmesinden dolayı sosyal medyanın önemini biraz daha artırmıştır. Fırsat eşitliğinin daha güçlü olduğu sosyal medya artık tüm siyasal hareketlerin asla boş bırakmaması gereken bir mecra haline gelmiştir.

Medya ve siyaset alanında medya patronlarından, siyasilerin medya patronları ile olan kirli ilişkilerinden, adaletsiz medya ekranı tutumlarından, ahlaksız yayın politikalarından söz ederken sosyal medya mecraları da kontrol edilemeyen ve kendi çıkarları için her türlü yalan ve iftiraya başvuran ahlaksız kullanıcılarla diğer bir ifade ile trollerle dolmuştur. Sansürsüz ve kontrolsüz yayın yapmaya en müsait medya dünyası olan sosyal medya hesapları bu alanda kişi, kurum haklarına saldırı oranında adeta çığır açmıştır. Arap baharı ile başlayan ve kitleleri toplu olarak ateşe atan, başta adına özgürlük ve demokrasi denilen yangının işaret fişeği sosyal medya üzerinden verilmiştir. Ardından bu ve benzeri felaketler ülkemizdeki gezi olayları gibi hep yalan ve iftiranın kol gezdiği sosyal medya hesapları üzerinden devam etmiştir. Siyasiler ise maalesef oluşan bu kaos ortamlarını, ana akım medya üzerinden yapılan haberlerin de desteği ile kendi lehlerine kullanma adına her türlü söylemi geliştirmiştir.

Yine bugün medyada verilen haberler aynen siyasette olduğu gibi asla tesadüf eseri değildir. Yazılan her bir metnin, paylaşılan fotoğraf ve videoların mutlaka bir amacı vardır. Hatta kitleleri belli bir alana yönlendirme adına bir algı yönetimi şekli olarak fotoğraf ve videolar kurgulanmaktadır. Birçok sahte hesap üzerinden bu operasyon herkese yayılmaktadır. Siyasal kampanya dönemlerinin en önemli çalışma tekniklerinden biri olan “çerçeveleme modeli” medya alanında da etkin bir şekilde kullanılmaktadır. İzleyici yada sosyal medyadaki takipçinin bilmesi ve görmesi gereken alan çerçeve içine alınarak sakıncalı kısım gizlenmekte yada gösterilmemek için bin bir türlü tezgah kurulmaktadır.

Kontrol, denetim ve haber alma mekanizması olarak bilinen, insanlara doğru ve gerçek bilgiyi ulaştırması gereken medya, maalesef zamanla istismar aracına dönüşmüştür. Özellikle Gustave le Bone’nun kitleler psikolojisi kitabında ele aldığı toplumun zayıf noktalarını belirleyerek, planlı ve kasıtlı bir şekilde küresel sömürü düzeninin bir argümanı haline getirilen medya, siyasete bir renk katması gerekirken aksine daha da çirkinleştirmiştir. Amerika’da en son gerçekleşen başkanlık seçimlerinde yaşanan “Pizza Gate” skandalı bu konunun küresel bağlamda en bariz örneklerinden bir tanesidir. Gerçek olup olmadığı belli olmayan bir olayın sosyal medyada yayılarak, demokratların seçimi kaybetmesinin önemli sebeplerinden bir tanesi olması meselenin ne büyük boyutlarda olduğuna önemli bir örnektir.

Medya bugün iktisadi dünyamızda da önemli bir yer tutmuştur. Her geçen gün, hem reklam hem de alış-veriş bazında kullanımı artmıştır. Siyasal açıdan ise toplumun gündemini bir an olsun boş bırakmadığı, sosyal ve kültürel olaylara her yönüyle dahil olduğu süreçlerin yaşandığı, toplumun zamanının önemli bir kısmını geçirdiği bir gerçek olarak hiçbir olaydan bağımsız düşünülemez. Özellikle sosyal medya kullanımının gün geçtikçe artması siyasal iletişim ve kampanya süreçlerini etkilemiştir. Artık bir sosyal medya hesabı olmayan, çalışmalarının reklamını sosyal medya üzerinden yapmayan, bazı programları sosyal medya hesaplarından canlı yayınla takipçilerine duyurmayan, günlük popüler meseleler hakkında sosyal medya hesaplarında açıklama yapmayan bir siyasi işini önemli oranda eksik yapmış demektir.

Özet olarak medya ve siyaset ilişkisi, adalet, barış, haber alma özgürlüğü, haber kaynağının güvenilirliği hususlarında çıkar odaklı ve toplumu topyekûn huzursuz eden bir ticaret haline dönüşmüştür. Bu çıkar ilişkisinin normal bir iletişim sürecine dönüşmesi ancak ahlaki bir bakış açısı ile mümkündür. Yani her alanda olduğu gibi medya ve siyasette de “Önce Ahlak” anlayışı gelişmeden aldığınız haberleri ve siyasi tercihlerinizi gözden geçirin.

Fetih Nesline Vurulan Teknopranga “Sosyal Medya”      

22366730_1583631391696911_1546163093342358716_n              Fetih, kalplere vurulan kilitleri kırmak, rahmete susayan gönülleri Rahman’a kavuşturmaktır. Fetih, zor zamanlarda en büyük fedakarlıkları yapabilmek, ahiret için dünya nimetlerinden vazgeçebilmektir. Fetih, insanları Alemlerin Rabbinin yüce mesajı ile buluşturmak, hakikate kavuşturmaktır. Fetih, savaşlara başlamadan engel olmak, barış ortamını oluşturmak için gereken tüm şartları yerine getirmektir. Fetih neslinin mimarı olmak ise, Peygamberimizin sav hadisine mazhar olabilmek, bu hedefi yıllar boyu hayal edebilmek ve gereken tüm gayreti ortaya koyabilmektir. Yaşanılan dönemin ilimlerine sahip olmak, imkansız denilende imkanı görebilmektir. Herkese ve her şeye rağmen mücadele etmek, sabretmek ve asla vazgeçmemektir. İlim sahibi olmak, yabancı dil bilmek, kültür ve sanatta başı çekmek, en büyük teknolojik araştırma ve yatırımları yapmak ve gemileri karadan yürütebilmektir. Bir çağı kapatıp, bir çağı açmak, düşmanlarının dahi kendisinden övgüyle bahsettiği, Allah’a sığınan, sa’ye sarılan ve hikmete ram olan, irfanda kemale eren, ilim, fikir ve aksiyon adamı Fatih Sultan Mehmet olabilmektir.

Çağın Fatih’i olabilmeyi kuru bir iddiadan çıkarıp gerçekle buluşturmak gerekir. Bu buluşma, asırlar boyu dünyaya nizamat veren bir neslin torunları olarak tarihimizi bilmek ve gereken dersleri çıkararak günümüzü planlamak anlamını taşır. Bu bağlamda fetih nesli ifadesi güçlü bir iddiadır.

Tarih boyunca elde edilen bütün zaferler önce hayal edilmiştir. Onun için hayal etmek, bir hedefi önce zihinlerde arzu edilen kıvama getirmek önemlidir. Ardından bu hedefe yönelmiş güçlü bir iman gerekir. İnsan, samimi bir gönül ile kararlı, duyarlı ve devamlı çalışma neticesinde üzerine düşeni yapmış olur. Bütün çalışmalar takip ve intaç gerektirir son olarak da tüm benlik ile ortaya koyulan teslimiyet hedefin taçlandırılması anlamına gelir. Ancak netice olarak İstanbul defalarca aynı niyet ve duygularla kuşatılsa da Fethi Cenab-ı Allah takdir ettiği zamanda takdir ettiği asker ve komutana verir. Fetih nesline dahil olmak ancak bu esaslara uygun hareket edenlere nasip olur.

Şimdi fetih neslinin üzerinde oynanan oyunlardan biri olan sosyal medyaya değinelim. Bilindiği üzere hiçbir ilah yoktur demeden, Allah vardır ifadesi eksik kalır. Önce zihinlerdeki tüm batıl ilahları, düşünceleri yok etmek gerekir. Yani, önce sağlıklı, temiz, bütün olumsuzluklardan arındırılmış bir zihin oluşturmak şarttır. Dolayısıyla evvela fethe giden yoldaki engelleri, önyargıları bertaraf etmek gerekir. Bu bağlamda çağımızda fetih neslinin çalışmalarına, idealine, yaşantısına ve karakterine menfi anlamda etki eden birçok hadiseden bahsedilse de en önemlilerinden biri sosyal medyadır.

Sosyal medya kısaca, zihni performansı psikolojik olarak sürekli tahrik eden bir mekanizma olarak özetlenebilir. Sürekli yanımızda, her an elimizin altında, aklımızın bir köşesinde durarak tüm çalışma motivasyonumuzu negatif manada etkileyen bir düzen. Akla gelebilecek bütün günahların işlendiği sihirli bir dünya. Yalan, iftira, ahlaksız yayın, zaman israfı, kumar, sahtekarlık ve daha nice hayırsız işlerin yeniden hayat bulduğu bir teknoloji.

Eğer fetih nesli iddiasında bulunan gençlerimiz günlük en az bir kitap okuma süresini sosyal medya hesaplarının sonu gelmeyen içeriklerini takip etmeye ayırıyorsa burada ciddi sorunlar var demektir. Dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, narsistik kişilik bozukluğu, zihinsel dağınıklık gibi birçok rahatsızlığımızın sebebi yanımızdan ayıramadığımız akıllı telefonlarımızdan kaynaklanmaktadır. Bizi yavaş yavaş ve hissettirmeden yok eden, beynimizi işlevsiz hale getiren bir mekanizmadan bahsediyoruz. Bu teknolojiden uzak kaldığımızda adeta ampütasyona uğramış bir hasta gibi hissediyorsak mesele kriz seviyesine gelmiş demektir. İlahi kanunlar gereği var olan insan, iman ışığında ve aklın önderliğinde hareket etmeli. Akıl, bir teknolojik ürünün ne amaçla üretildiğini, nasıl kullanılması gerektiğini ve kullanımı neticesinde ne gibi sonuçlar doğuracağını bulmamızı sağlar. Maalesef bugün sosyal medya kullanım oranlarına baktığımızda özellikle genç nesle bir teknopranganın vurulduğunu görmekteyiz.

Fetih neslinin en önemli özelliklerinden biri, küresel oyunlara karşı koyabilme iradesine sahip olmasıdır. Fetih nesli aklını yitirilmiş, sömürülen milyonların kurtuluşu için kullanan, gündelik boş işlerin arasında kaybolmayan, popüler kültüre teslim olmadan karada gemiler yapan az da olsa inanmış ve ayakları üzere sabit duran insanlar topluluğu demektir. Bu öyle bir nesildir ki, hiçbir güç ve idareye teslim olmaz, önüne sunulan dünyalıkları elinin tersiyle iter ve gece gündüz demeden zerre miktarı hayrın da şerrin de hesabının sorulacağı zamanın hazırlıklarını yapmak için çalışır.

İşte bu inançtaki bir neslin tebliğ faaliyetlerini birebir iletişimden, tamamen sanal aleme taşıma tehlikesinden bahsediyoruz. Sosyal medyaya kapılmak insanlardan kopmak demektir. Sosyal medyada sınıf arkadaşlarınıza çay ısmarlayamazsınız, bir yetimin başını okşayamazsınız, yolda kalmışın elinden tutamazsınız ama 140 karakterde en duygusal mesajları verebilirsiniz. Duygusal ama faydasız mesajlar. Sosyal medya iyi tarafları da olan çok tehlikeli mecralar bütününün adıdır. Onu daha sakıncalı hale getiren de iyi taraflarının olmasıdır. Tıpkı doğruya en yakın olan yanlışın en kötü olması gibi.

Sosyal medya fetih nesline vurulmuş bir teknoprangadır…

Medya, Kitle İletişimi mi? Kitlesel Yönetim mi?

     17352493_1372440146149371_353264264310974136_nİletişimin gerçekleşmesini sağlayan her türlü araç ki bunlar, ses, söz, beden dili, jest ve mimikler, yazı, kılık, kıyafet, bakış ve davranışlar gibi şeyler olabilir, birer iletişim aracıdır. Kitle iletişim araçları bunlardan farklı olarak yüz yüze iletişimin dışında, anında ve kitlelere yönelik olan iletişimdir. Yaşadığımız çağda kitle iletişim araçları toplu olarak medya diye adlandırılır. Medya kelimesi Latince kökenlidir. Kamuoyuna ait olan anlamında  ‘medium, mediae’ sözcüğünden gelmektedir. Kitle iletişim araçları denildiğinde ilk olarak, televizyon, gazete, radyo,  kitap, dergi ve sinema akla gelmektedir.

Kitle iletişim araçları bir merkezden yönetilir ve tek yönlü olarak iletişim sağlamaktadır. İletişimin çift yönlü hal almasına yani dinleyici, izleyici yada takipçinin iletişim sürecine dahil olmasından sonraki haline de sosyal medya diyoruz. Sosyal medyada artık kitle, kullanıcı adını almış ve iletişim sisteminde, yorum yapma, beğenme, beğenmeme, engelleme, içerik üretme gibi katkılar sunabilir bir hale gelmiştir. Dolayısıyla artık medya dediğimizde hem geleneksel hem de sosyal medyayı konuşmuş oluyoruz. Geleneksel medya ve sosyal medyanın kitleler üzerindeki etkisi hala araştırılmakta ve tartışmalar devam etmektedir. Bu süreçte ağır basan iddia geleneksel medyanın sosyal medyaya göre hala daha etkili olduğu yönündedir. Bugün tüm sosyal medya kanallarının, yani kullanıcılarının ve gündemlerinin ana akım medyadan, geleneksel medyadan etkilendikleri bir gerçektir.

Sosyologlar erken çocukluk dönemini birincil sosyalleşme dönemi (primary socialization) olarak tanımlar ve bu dönemi, aile ve küçük arkadaş grupları içerisinde dil, motivasyon, duygu, heyecan ve bilgi yönünden topluma uyumlu şekilde gelişim olarak anlatırlar. Kitle iletişim araçları etkisindeki şekillenme dönemine ise ikincil sosyalleşme (secondary socialization) dönemi olarak adlandırılır. Yani birincil sosyalleşme dönemi üzerine inşa edilen, meslek hayatı, büyük gençlik grupları ve sivil toplum kuruluşlarında sosyalleşmedir. Fakat, bugün içinde yaşadığımız toplumda yapılan araştırmalara baktığımızda sosyal medya ve kitle iletişim araçlarının hem birincil hem de ikincil sosyalleşme süreçlerine eskisinden çok daha fazla etkisi olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla medya etkisinin sosyolojik araştırma süreçlerinin kuramlarına antitez oluşturacak gelişim ve değişimlere uğradığı görülmektedir.

Yeni teknolojilerle daha donanımlı hale gelen medya aslında iletişim kuramcısı Marshall McLuhan’ın 1967 yılında dile getirdiği “Global Köy” söyleminin ete kemiğe bürünmüş halidir. McLuhan elektronik ağı insanın sinir sisteminin bir uzantısı olarak görür. Sinir sistemi bütün deneyimlerimizin birleştirilmiş halidir ve küresel ağ bağlantıları da buna benzer. Ayrıca internet ve web’in çalışma sistemi de beynimize benzer.

McLuhan teknolojileri sadece insanların kullandığı icatlar olarak görmez, insanları yeniden icat eden araçlar olarak görür ve şöyle der; “Araç, belki de mesajdan daha çok insanların düşünce yapılarını ve algılayışlarını değiştirir ve algılarımızı başka formlara sokar.” Bu ifadelerinden sonra McLuhan’ın şu sözleri bizim de dile getirmek istediğimiz konunun temel felsefesini oluşturmaktadır. 1967’de yazdığı “Araç Mesajdır” kitabında aracın toplum ve bilgi üzerinde içeriğinden daha etkili olduğunu savunur. Elektronik iletişim araçlarının kültürü yaygınlaştırarak dünyayı “küresel bir köye” dönüştüreceklerini öne süren McLuhan, global köyde yaşadığımızı, bu köyde her şeyin aynı anda olduğunu, zaman ve yer kavramının yok olduğunu söyler.

1980 yılında vefat eden McLuhan eğer bugünleri görseydi, özellikle yeni medya teknolojilerini, arzu ettikleri kültürü yaygınlaştırarak, insanların düşünce yapılarını ve algılayışlarını değiştirmek üzere tasarlanmış küresel sömürü düzeninin birer buluşudur diye ifade ederdi. Diğer taraftan bu sinsi çalışmaların farkına varılmaması için de gerekli raporlar hazırlanmaya devam ediyor. Mesela UNESCO “İletişim ve Kültür” adlı raporunda kitle iletişiminin başlıca işlevlerinin haber ve bilgi sağlama, toplumsallaştırma, motivasyon, tartışma ve diyalog, eğitim, kültürel gelişme, eğlendirme ve bütünleştirme olarak kamuoyu ile paylaşıyor. Ama her zamanki gibi, hangi haberlerin sağlanması gerektiği, haber kaynaklarının kimler yada hangi kuruluşlar olduğu, ne gibi bir toplumsallaştırma planlarının yapıldığı, kitlelerin nasıl bir motivasyonla, hangi eğitim süreçlerinden geçirildiği, kimlerle ne için diyalog kurması gerektiği ve bütünleştirme yada eğlendirme şekillerinin ne olduğu, neden ve hangi merkezden organize edildiği hakkında bilgi verilmiyor.

Günümüzde maalesef kitle iletişim araçları vasıtasıyla, değerleri canlı tutma ve motivasyonu yüceltme adı altında, toplumsallaştırma, bağımsızlık, özgürlük, insan hakları gibi kavramlar da kullanılarak, emperyalist ifsat hareketi hiç de etik olmayan bir yöntem ile kitleleri düşünemez, sorgulayamaz ve kendi inandığı dava uğruna hareket edemez hale getirmektedir. Yine bu ifsat çalışmaları, farkında olsunlar yada olmasınlar, uluslararası toplum bilimciler, sosyologlar, filozoflar, bilim adamları ve popüler şahsiyetler de kullanılarak yapılmaktadır. Mesela H. Hess’e göre kitle iletişim araçlarının önemli görevleri arasında normalleşme ve değer yargılarının pekiştirilmesi vardır. Ayrıca bu toplumda, çocuklar sosyal rollerinin tamamını birincil çevrede öğrenemez mutlaka kitle iletişimine ihtiyaç vardır. Biz ise kitle iletişiminin çocuklarımızın sosyal rollerini geliştirmekten ziyade gerilettiğini ve zihinsel karmaşaya sürükleyerek psikolojilerinin kaldıramayacağı bir yük haline getirdiğini iddia ediyoruz.

Bir toplum bilimci olan Edward Sapir de iletişimdeki gelişmeler yoluyla tüm dünya insanları arasında bir ortaklık ve eşitlik sağlanabileceğini öne sürmektedir ama bu teorik açıklamalar ve tezlerle, iletişim süreçlerinin pratik hayattaki karşılığı kıyaslandığında batı dünyasının kitleleri kavramlarla aldattığı sonucu ortaya çıkıyor. Zira ortaklık ve eşitlik sadece tüketim ve sömürü alanında görülürken, iş adalet, özgürlük, hürriyet ve insan haklarına geldiğinde kitlelerin zerre miktarı ortaklığı yada eşitliği bulunmuyor.

Kitle iletişim araçları ile toplumlara bir takım yenilikler, denetim altına alınmaları maksadı ile dikte ediliyor. Bu bağlamda kitle iletişim araçlarının nasıl bir vazifeye sahip olduklarını İngiliz iletişim bilimci Denis McQuail’den okuyalım. McQuail’e göre kitle iletişim araçları; toplumda etki, denetim ve yeniliklerin potansiyel araçları olarak güç kaynağı; çoğu toplumsal kurumun çalışması için gerekli bilgilerin kaynağı ve aktarım aracıdır. Ulusal ve uluslararası toplumsal yaşamın yer aldığı bir konum, bir arena görünümündedirler. Toplumsal gerçekliğin imgeleri ve tanımları için referans olarak kullanılmaktadırlar. Etkili performans sergileme için şöhrete giden yoldur. Toplumun ve grupların değerlerinin oluşturulduğu, saklandığı ve açıkça görünür kılındığı temel bir kaynaktır. Toplumsal anlam sisteminde nelerin normal olduğunu ve normlara uygun anlamların dolaşımını belirleyen bir kaynaktır.

Kitle iletişim araçlarının bugünkü fonksiyonu kitleleri kontrol altında tutabilmek, küresel planların işleyişine engel olmayacakları kıvama getirmek, düşünce ve bilginin değil moda ve popüler kültürün arkalarından gitmelerini sağlamaktır. Peki bu araçlar gücünü nereden alır ve bu algı yönetimini nasıl sağlar. Kitle iletişim araçları, farklı kişi ve topluluklara vermek istedikleri mesajı akıl almaz sayıda çeşitli yöntem ve tekniklerle verme özelliğine sahiptir. Bu araçların sosyokültürel etkisi de çok yönlüdür. Vermek istenilen mesaj, yada oluşturulmak istenen sosyokültürel düzey aynı anda, sanat olayları, bilimdeki gelişmeler, moda alanındaki yenilikler ve buna benzer günlük olaylar adı altında gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda, sinemalarda ve yeni medya teknolojilerinde gece gündüz, durmadan yayınlanmaktadır. Doğal olarak her türlü mesaj anında verilmekte, kitlelere tesir etmekte ve etkisi de uzun süre devam etmektedir.

Son ve en önemli örneği de siyasal alandan verebiliriz. Kitle iletişim araçlarının en etkili olduğu kesim şüphesiz modern siyasal yapılar ve her zaman gündemde olan siyasi iktidarın elitleridir. Toplumla olan iletişim ve ilişkilerini yüksek oranda kitle iletişim araçları ile sürdürürler. Kitleler, siyasilerin söylemlerinin içeriğinden ziyade medya üzerinden yoğun bir şekilde verilen sanal mesajlara bakarlar. Daha doğru bir ifade ile bu mesajlardan etkilenirler ve bu doğrultuda kararlarını verirler.

Sonuç olarak kitle iletişimi masum değildir. Medya masum değildir. Sosyal medya masum değildir. Haber kanalları, haber portalları, sinema filimleri, diziler hatta reklamlar, çizgi filimler, animasyonlar masum değildir. Kitle iletişimi aslında, küresel elitlerin, yani gizli dünya devletinin bilinmeyen idarecilerinin kontrolünde olan kitlesel bir algı yönetimi biçimidir. Bu algı yönetimi biçimi bütün insanlığın tereddüt etmeden kabul ettiği, özgürlük, hürriyet, adalet, insan hakları, ekonomik kalkınma, diyalog ve barış gibi söylemlerle yürütülmektedir.

Fark edilmesi çok zor olan bu sanal hapishaneden kurtulmak için hala vaktimiz var ve bunu başarabiliriz. Dr. Frank Crane, “Başarının sırrı, insanların kafalarının nasıl değiştirileceğinin bilinmesidir. Bir avukatı, bir bakkalı, bir politikacıyı ve bir din adamını başarıya ulaştıran bu güçtür.” diyor.  Kafanın, yani zihinsel yapının değişmesinin en temel dayanağı düşünme gücüdür. Düşünceyi harekete geçirdiğimizde, özgürlük yolculuğumuzun ilk adımlarını atmış olacağız.

 

Evrensel Bir Bakış Açısıyla “Barış ve Uzlaşı Mimarı Olarak Necmettin Erbakan”

     Bütün hayatı, akademik, iktisadi ve siyasi başarılarla dolu olan Milli Görüş hareketinin Merhum Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı anlatmak çok kolay bir mesele değildir. Dünya tarihinde yaşamış, cümlelere sığdıramadığımız müstesna şahsiyetlerden biri de şüphesiz Erbakan hocadır. Erbakan hocanın akademik camiadaki başarıları ve ortaya koyduğu tezler, yalnız Allah rızası için büyük bir aşk, azim ve heyecanla yürüttüğü siyasi hayatı, ülkemize kazandırdığı iktisadi bakış açısı ve sanayileşme anlayışı, Kıbrıs’ın fethi, Cumhuriyet tarihinin ilk ve tek denk bütçesini gerçekleştirmesi, dış politikada D-8 (İslam Birliği) gibi bir büyük organizasyonu oluşturması, manevi alanda ülkemizi ve İslam dünyasını taşıdığı nokta ve buna benzer daha nice başarılarını anlatmak için ciltler dolusu eser yazıldı ve yazılmaya da devam ediyor. Biz bu yazımızda Erbakan hocanın ülke insanına, islam dünyasına ve bütün insanlığa bir ders niteliğinde yaşayarak anlatmaya çalıştığı barış ve uzlaşı alanındaki temel düşünce ve çalışmalarından bahsedeceğiz.

Öncelikle Erbakan hocanın siyasete Konya’dan bağımsız milletvekili olarak girmesinin ve üç milletvekili alacak bir oyla seçilerek meclise girmesinin, zamanın Türkiye’sinde şöyle bir etkisi oldu; o güne kadar sindirilmiş, elinden tüm yetkileri alınan, tamamen kendi günlük çalışma ve aile hayatına hapsedilmiş, bir banka memurunun dahi karşısında titreyerek konuşan mazlum bir halk ve özellikle İslami kesim vardı. Erbakan hocanın takunyalı diye tabir edilen, abdesinde namazında, aynı zamanda bir makina profesörü olan siyasi söylemlere sahip şuurlu bir Müslüman olarak siyasal alana çıkması ve milletvekili olarak meclise girmesi adeta bir şok etkisi oluşturdu. Milletimiz tabir yerinde ise yenilmişlik psikolojisinden kurtuldu. Kendisi, tarihi, inancı ve İslam’ın güzellikleri ile barışmasına vesile oldu.

Erbakan hocanın bağımsız milletvekili olarak meclise girmesi ve orada yaptığı konuşmalar ile adeta bir devrim niteliğinde değerlendirebileceğimiz, “bireyden bütün insanlığa toplumsal barış” sürecinin fitili ateşlenmiş oldu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük toplumsal uzlaşmalarına imza atmış olan Erbakan hocanın yaşantısından, söylemlerinden ve uygulamalarından bazıları ile konuya biraz daha açıklık getirmeye çalışalım. Evvela Erbakan hoca bir konuya izahat getirirken, yada bir sorunu dile getirip onun çözüm yollarını anlatırken meselenin kökenine iner ve sorunu kökünden çözme yolunu tercih ederdi. Bu sebepten dolayı, insanların bir takım dünyevi ilimleri, felsefi akımların söylemlerini kullanarak ekonomik, siyasi ve sosyal olaylar karşısındaki çözüm önerilerini her zaman beyhude gayretler olarak görmüş çözümün ancak insanı ve alemleri yoktan var eden, insanın iki cihan saadetinin kurallarını Kuran-ı Kerim ile bizlere ulaştıran ve Efendimiz Aleyhisselam ile bu kanunların, emir ve yasakların, hayat nizamımızın en güzel uygulamasını bizlere ulaştıran Cenab-ı Allah’tan olduğunu anlatmıştır. Konunun muhatabı insandır, insanı hayvandan ayıran özelliklerin başında aklı ve düşünme yeteneği gelir. Yani, akıl penceresinden, vahyin riyasetinde, Peygamberimizin uygulamasıyla bakılmadan önerilen tüm çözümler karanlıkta kibrit yakarak yol almaya benzer. Erbakan hoca aklı şu şekilde anlatır;

“Akıl; bir mukayese ve muhakeme aracı, yani karşılaştırma ve karar verme kabiliyetidir. Ancak, islamsız akıl, tek başına ilk ve mutlak doğruları bilemez, hayrı ve şerri tayin edemez. Önemli olan aklın temelindeki zihniyettir. Akıl, islam ve imanın emrinde olursa en büyük nimet, nefsin ve şeytanın elinde olursa en büyük felaket olur. Felsefelerin ve filozofların birbirini inkarı, ideolojilerin devamlı çatışması, beşeri kanun ve nazariyelerin eskimesi ve değişmesi, hatta yapılan ilaçların bile bir müddet sonra yan tesirlerinin anlaşılması hep bu yüzdendir. İslamsız bütün nimetler ve saadetler eksiktir, yetersizdir. Bu nedenle; ‘bugün dininizi ikmal ettim ve nimetlerimi tamamladım.’ ayeti en son indirilmiştir.”

Yani toplumsal uzlaşmayı sağlamak bir takım –izm’lerin peşinde sürüklenerek değil ancak İslam’ın kurallarına uygun yaşamakla mümkündür. Salt akılla bırakın toplumsal uzlaşmayı, iki kişinin dahi uzlaşması mümkün olmaz. Toplumsal uzlaşı dediğimiz İslam’da olmayıp sonradan insanların bulduğu bir şey değildir. İnsanın ve yaşadığı toplumun ihtiyacı olan tüm müsbet ilimler zaten İslam inancında vardır. Erbakan hocanın bir büyük özelliği de bu ilimleri Kuran ve Sünnetten çıkararak bugüne tefsir etmiş olmasıdır. Şimdi de bu bağlamda, “İslam” kelimesinin ne ifade ettiğine, toplumsal barış için gerekli olan ilmin tarifinin ne olduğuna ve diğer sosyal dinamikler hakkında Erbakan hocanın tespitlerine bir göz atalım;

“Bilindiği üzere İslam kelimesi silm ve selamdan gelmektedir. Silm ve selam barış demektir ve bizim peygamberimiz de bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. İslam demek; ilim, çağdaşlık, sosyal adalet ve adil düzen demektir. ‘İlim Çin’de dahi olsa alınız.’ Hadisi İslam’da ilmin ne kadar önemsendiğini ortaya koymaktadır. ‘İki günü denk olan zarardadır.’ Buyuruyor Efendimiz Aleyhisselam. Ne olacak o zaman? Her gün daha ileriye gideceğiz. Yani ilericilik ve çağdaşlık asıl İslam’ın bir sıfatıdır. Onsuz ileri gidilemez. O herkesi en ileriye götüren, en güçlü motordur. Öbür taraftan ‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.’ Hadisi sosyal adalete gönderme yaparken, ‘Kendisi için istediğini mümin kardeşleri için de istemek’ düsturu, müthiş bir adil düzen fikri ortaya koymaktadır. Dolayısıyla saadet için ne lazımsa hepsi İslam’da vardır. Efendimiz Aleyhisselam da bunun öncüsüdür.”

İslam dini hakiki manada bilinir ve Peygamberimizin Aleyhisselam uygulamaları dahilinde anlaşılmaya çalışılırsa fert, cemaat ve toplum bazında tüm sorunlarımızın çözüm yollarını da bulmuş oluruz. Şimdi, birey olarak toplumsal uzlaşmanın önündeki en büyük engel nedir ona bakalım. Toplumu oluşturan her bir şahıs, menfaati, kin ve hasedi öldürmenin birinci vazifesi olduğunu bilmeli. Bunu gerçekleştirmek için ise, kardeşlik inancını, iyilik yapma ve kötülükleri ortadan kaldırma gayretini ortaya koymak zorundadır. Bu bağlamda Erbakan hoca özet olarak şunları söylemiştir;

“Bizim inancımızda kimse kendisi için yaşamaz, kardeşi için yaşar. Menfaati öldürmenin yolu budur. Hadisi şerifte de buyrulduğu gibi, ‘Gerçek iman sahibi kişi, kendisi için sevip istediğini mümin kardeşi için de isteyendir.’ Çünkü; ‘insanların hayırlısı insanlara faydalı olandır.’ Ancak, iyilik kendi kendine olmaz. İyilik çalışmakla olur cihat etmekle olur.”

Toplumsal uzlaşmanın şartlarından biri de insanın bizzat ve bilinçli bir şekilde duyarlı olması ile alakalıdır. İnsan çevresinde yaşanan olaylara karşı duyarsız davranmamalı, üzerine düşeni yerine getirmeli ve sorunları çözümlerini bulmak için tüm yolları denemelidir. Hiçbir başarı tesadüfen oluşmamıştır. Toplumu oluşturan fertlerin her biri çalışarak, organize olarak Hakk’a dayalı barış, uzlaşı ve huzurdan beslenen adil bir dünyayı kurmakla görevlidir. Ancak Hakk’ın hakim olduğu bir dünyada kitlesel bir barış, huzur ve uzlaşma ortamından bahsedilebilir. Bu konuda Erbakan hoca şunları söylemiştir;

“İnsan, çevresinde ve ülkesinde olup bitenlerle ilgilenmek ve kötü gidişi düzeltmeye çalışmakla görevlidir. Hakkın hakimiyeti için çalışmamakla, batılın hakimiyeti için çalışmak arasında fark yoktur. Milli görüşçülerin en önemli görevi; saadetin beş temel şartı olan barış ve kardeşlik, hak ve özgürlükler, adalet, refah ve saygınlık alanında vatanımızı yaşanabilir örnek bir ülke haline getirmektir. Bu işi başarmanın aşamaları vardır; inanç, bilgi, plan, program, kadro, takip ve intaç yani sonuçlandırma.”

Toplumsal uzlaşmaya karşı yürütülen tüm algı yönetimleri ve propagandalar başta olmak üzere yaşanılan tüm sorunların planlı ve programlı birer dayatma olduğu bilinmelidir. Sadece eğitim sistemimize baktığımızda bile akla hayale sığmaz öğrenmeme yöntemlerinin uygulandığını görüyoruz. Öyle ki, bugün 7-8 sene İngilizce eğitimi alıp İngilizce konuşamayan öğrenciler, ülkemizin adı ‘Milli Eğitim’ olan eğitim öğretim süreçlerinden geçiyor. Siz toplumları İslami değerlerden uzaklaştırdıktan sonra, onlara her türlü kötülüğü yapabilir ve yaptırabilirsiniz. Uzlaşma kavramı şöyle dursun her türlü kargaşa, kavga ve kaos ortamları zaten kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Bu konular ile alakalı ise Erbakan hoca şunları söylemiştir;

“Tarihteki olayların sebeplerini anlayabilmek için, yeryüzünde olayların tesadüfen cereyan etmediğini idrak etmek gerekir. Bugün bir kısım gençliğimiz değerlerimizden uzaklaşarak      -izm’lerin peşinden gidiyorsa, materyalist, anarşist oluyorsa, hippiliğe ve gayri ciddi yaşayışa özeniyorsa, anaya, babaya asi oluyorsa, bütün bunların sebebi körü körüne yürütülen batı taklitçiliğidir. Bugün bir bakıma, kendi maarif sistemi kendisi için insan yetiştirmeyen tek millet haline geldik. Öğretim müfredatlarına kendi tarihimizi kötülemek, yok farz etmek, küçük göstermek için her şeyi koyduk.”

Buraya kadar saydığımız tüm önermeler bir tarafa, İslam dininin insana verdiği haklara bir baksak bu bile toplumsal uzlaşmanın nasıl ve ne şekilde olması gerektiğinin izahı olarak hepimize yeter. İslam dininin dünyaya kazandırmak istediği barış huzur ve uzlaşı kültürü sadece Müslümanları hedef almaz aynı zamanda Müslüman olmayan tüm insanların da eşit haklara sahip huzur dolu bir hayat sürmesine zemin hazırlar. Dil, din ve ırk ayrımı gözetmeden bütün insanlığı kapsayan dünya anlayışını İslam dininden başka hiçbir inanışta bulamazsınız. Bu noktada da Erbakan hocanın söylemleri ile konuya bir göz atalım;

     “İslam dininde, hangi inançtan, hangi soydan olursa olsun bütün insanlık doğuştan gelen ve değişmeyen haklara sahiptir. Bunlar peygamberlerin öğrettiği haklardır. Herkesin ifade hürriyeti, öğrenim hürriyeti, örgütlenme hürriyeti, yaşama hürriyeti, ibadet etme hürriyeti vardır. Bu hürriyetlerde bir noksanlık varsa o ülkede insan haklarından bahsedilemez. Bunlar temel insan haklarıdır. Hak dediğimiz zaman bunu böyle kabul edeceğiz.”

Toplumsal uzlaşmanın sağlanması bağlamında en temel sloganlar da yine merhum Erbakan hoca tarafından yıllar önce tarihin sayfalarına altın harflerle kazınmıştır. Bunların ilki, baştan beri özetlemeye çalıştığımız ve nihai bir ilahi çözüm önerisi olan İslam’ın kulaklarımıza fısıldadığı “Önce ahlak ve maneviyat” sloganıdır. Diğeri de yine inancımızın gereği olarak tüm insanları yaratıldıklarından dolayı sevmek zorunda olduğumuzu, Müslüman kardeşlerimizi de imanımızın gereği olarak sevmekle yükümlü olduğumuzu ifade eden “sevgi ve kardeşlik” sloganıdır.

Tüm bu saydığımız temel İslami kaidelerle desteklenmiş söylemler ışığında Erbakan hocanın bizzat kurumsal olarak gerçekleştirdiği başarılardan bazı örnekler verirsek konumuz biraz daha netlik kazanmış olur. Erbakan hocanın kapsayıcı üslubu ile “Bu milletin tamamı inançlıdır. Üstündeki külü üfleseniz altından iman çıkar.” Söylemi, ayrıştırılan, koparılan taraflarımızı ve çeşitli şer odaklar aracılığı ile ifsat edilmiş gençlerimizi tekrar bir araya getirme ve iletişim kanallarını açma gayreti ile dile getirilmiştir. Ülke evlatlarını bir defa dahi olsun onları ayrıştıracak kutuplaştıracak söz söylemeden, her zaman sevgi ve hoşgörü ile yaklaşarak potansiyel birer diyalog adamı olarak lanse etmesi onun toplumsal uzlaşı çalışmalarında bıraktığı önemli miraslardandır.

Yine Cumhuriyet tarihinde ilk defa “Bizim Türk-Kürt diye bir meselemiz yoktur.” diyen Erbakan hocadır. Sadece Türk-Kürt değil, bu topraklarda yaşayan her kesim, inanç ve ideolojiye sahip insanı ayırt etmeden birlikte yaşama idealini sağlam İslami argümanlarla ortaya koyan Erbakan hocadır. Günümüzde halen devam eden terör olaylarının asıl kaynağının dış güçler olduğunu, ırkçı emperyalizmin kardeşlerimizi kullanarak terörü körüklediğini, bizim ancak İslam Kardeşliğini tesis ederek teröre karşı gelebileceğimizi en gür seda ile dile getiren Erbakan hocadır.

26 Ocak 1974 tarihinde Türkiye’de bir ilk daha gerçekleşmişti. Milli Selamet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi koalisyon kurarak 37. Türkiye Cumhuriyeti hükümetini kurarak yolda yan yana yürümesi bile mümkün olmayan iki kesimi bir araya getirmiş oldular. Bu ve buna benzer kurumsal uzlaşıların, özellikle siyasal alandakiler olmak üzere diğerlerine göre kitlesel etkisinin çok daha fazla olduğu bilinmektedir. Artık birbirine canavar görmüşçesine bakan laikler ile anti-laik diye tabir ettiğimiz kesim bir masanın etrafında oturur, konuşur ve ülke için faydalı işler yapar hale gelmişti. Kıbrıs zaferinin kazanılarak oradaki akan kanın durdurulması, harekat sonrasında Rumlarla bir anlaşmaya varılıp, adanın bugünkü sınırlarının çizilmiş olması hep bu barış ve uzlaşı çalışmalarının birer neticesidir.

Erbakan hocanın hoşgörü, diyalog ve uzlaşı anlayışının bireyden bütün insanlığa tahlil edilmesi gerektiğini vurguluyoruz. Bütün insanlık demek aynı zamanda bir ülkenin dış politikasına örnek getirmek demektir. 28 Haziran 1996’da kurulan, 28 Şubat 1997’deki post-modern darbenin etkileri ile 30 Haziran 1997 tarihinde bitirilen Refahyol hükümeti döneminde tarihimizin uzlaşı kültürüne dayalı en önemli birlikteliklerinden birisi olan İslam Birliği yani D-8’ler (Developing Eight – Gelişmekte olan 8 ülke) kuruldu. İslam dünyasının en büyük 8 ülkesi bir araya gelerek, Türkiye önderliğindeki dev bir organizasyona imza atılmış oldu. Böylelikle tarih boyu devam eden Şii-Sünni münakaşasına da en büyük darbe vurulmuş oldu. Burada bir diğer çok önemli mesele de D-8’lerin, önce D-60 yani tüm Türki Cumhuriyetler de dahil olmak üzere genişletilmesi ve ardından D-160 ile tüm mağdur ve mazlum ülkelerin dahil edilmesi hedefidir. İşte bu da bütün insanlığı kuşatan bir uzlaşı çalışması olarak tekrar harekete geçirilmek üzere tarihin tozlu raflarında beklemektedir.

Bir davanın büyüklüğünü kendi aleyhine de olsa ülkesinin ve ülke insanının geleceğini düşünerek aldığı kararlardan, attığı adımlardan anlayabilirsiniz. Milli görüş hareketinin merhum lideri Erbakan hoca bunu dört tane partisi kapatılmasına rağmen mensuplarını hep sağduyuya, suhulete davet ederek toplumsal çatışmanın önüne geçmek suretiyle defalarca göstermiştir. En son olarak, Türkiye’nin en büyük partisi olan, beş milyon üyeli ve iktidar olmuş Refah Partisinin kapatılma kararı açıklandığında; “Olay aslında tarihin akışı içerisinde fevkalade basit bir olaydır. Bundan dolayı huzuru, sükûneti muhafazaya her zamankinden daha fazla riayet etmeliyiz.” Diyerek tek bir vatandaşın bile burnunun kanamasına müsaade etmemiştir. İşte toplumsal barışın bozulması için yapılan türlü oyunlara bu kabil kararlar ile her defasında engel olan Erbakan hoca, tüm insanlığa da büyük bir siyaset dersi vermiştir.

Günü birlik kısır politikalara hayatının hiçbir anında zerre miktarı prim vermeyen Erbakan hoca, her daim olaylara en üst perdeden bakabilmiştir. Bu bakış açısı doğal olarak, sadece İslam aleminin değil bütün insanlığın kurtuluş reçetesi olarak yaşanmış ve kayıtlara geçmiştir. Batıl zihniyetin kurguladığı oyunlarda asla yer almayan Erbakan hoca her zaman İslam ölçülerine uygun kendi oyun planını ortaya koymuş ve dış mihrakların oyunlarını bozmuştur. Bu yazımızda, barış, huzur ve uzlaşmanın sağlanması için gereken çözüm önerilerini, Merhum Erbakan hocanın hayatından örneklerle özetlemeye çalıştık ama asıl olan dikkate alıp, üzerinde düşünerek uygulamaya geçirmektir. Son olarak Erbakan hocanın batı dünyasının dar bakış açılarını alt üst eden, binlerce felsefi düşünürün, tarihçinin, yazarın, yüzbinlerce eserinde izah edemediği, bütün insanlığı kuşatan, adeta bir hedef olarak tüm nesillere ve çağlara sunduğu şu cümlelerle son veriyoruz;

“Bizim davamız İslam’dır. Gayemiz Allah’ın rızasını kazanmaktır. Hedefimiz Hak nizamını hakim kılmaktır. Arzumuz tüm insanlığın saadetidir. Yolumuz cihattır. Yolumuz ikna metodudur. İnsanlığın kurtuluşu ancak İslam ile mümkündür. İslam ise Allah yapısıdır. Dolayısıyla mükemmeldir, eksiklik ve fazlalık kabul etmez. Bu dava için çalışmak herkese nasip olmaz. İster gecenizi gündüzünüze katıp bu hak dava için çalışın, ister yan gelip yatın. Bu hak davanın başarısını ne bir gün öne alabilirsiniz, ne bir gün geciktirebilirsiniz. Bütün mesele bu şerefli davada nasıl bir imtihan vereceğimizdir.”17097862_1363353960391323_3401609822249038438_o

Toplumsal Uzlaşı ve Medyanın Olumsuz Etkileri

     16665590_1344144245645628_7350273553109202483_oKitle iletişim aracı olarak da adlandırılan medya kavramı 1920’lerden itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Her türden sözlü, yazılı, basılı görsel metni ve imgeleri içeren çok farklı iletişim araçlarının tümünü ifade eden medya, ülkemizde 2000’li yıllardan itibaren yaygın bir şekilde kullanılan sosyal medyayı da kapsayan bir kavramdır. Medya, vermek istediği mesajı, farklı sosyo-kültürel çevrelere, kendi yayın politikalarına göre formatlayarak tek yönlü olarak yayan bir kitle iletişim aracıdır. Günümüzde medya, özellikle televizyon kanalları aracılığıyla, üreten, yöneten, şekillendiren, kontrol eden, yargılayan ve yeri geldiğinde toplumu belli bir konuya odaklayan, zihinleri şekillendiren bir iktidar aracı haline gelmiştir.

Küreselleşmenin getirdiği değişim ve dönüşümler başta medya aracılığıyla aile içi iletişimi giderek zayıflatmaktadır. Ailede başlayan temel eğitim süreci öncelikle iletişim kurmayı sekteye uğratınca artık bu olumsuz etki zamanla topluma da sirayet etmeye başlamaktadır. Bugün ülke geneline baktığımızda özellikle genç neslin adeta kültürel ve ahlaki kodlarıyla oynanmışçasına bir önceki nesle nazaran iletişim ve uzlaşma alanında çok yetersiz ve duyarsız olduğunu görüyoruz. Bu olumsuz gelişimi, medyada yayınlanan programlar ve olumsuz örnek teşkil eden diziler körüklüyor. Bu sebepten dolayı kendini yetersiz gören genç neslin alkol, sigara ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklara meylettiği görülmektedir. Burada belki de asıl dile getirilmesi gereken, post-modern dünyanın küreselleşme ile birlikte, yeni teknolojiler ve medya aracılığıyla kullanıp, dikte ettiği, görünürde pozitif algılanan tüm kavramların, aslında küresel elitlerin daha fazla kazanmasına ve sömürmesine hizmet ettiği gerçeğidir. Bu yazımızda medyanın sayısız tahribatlarından biri olan, “toplumsal uzlaşı sürecindeki olumsuz etkilerini” ele alacağız.

Her geçen gün önemi artan “Uzlaşma” kavramının bugün üzerinde daha fazla durulması gerekiyor. Bugün ülkemizde yaşamını sürdüren farklı inanç, düşünce ve yaşam tarzına sahip kesimlerin topyekun bir uzlaşı kültürüne ihtiyacı olduğu aşikar. Peki bu uzlaşma dediğimiz şey nedir? Uzlaşma, farklı düşüncelere sahip, çıkarları çatışan kişi, grup yada kurumların, olayların özelliklerine göre şekillenecek çeşitli çözüm önerilerini müzakere ettikten sonra, sunulan çözüm önerilerinden bir tanesi üzerinde anlaşma sağlamayı hedefleyen, alternatif bir uyuşmazlık çözümü yöntemidir. Toplumsal uzlaşma ise, toplumun tamamının, birbirlerinin hukukuyla ilgili kurallara uyması, saygı göstermesi demektir. Bir kişi, grup veya kurumun, toplumun diğer kesimlerinin haklarını, özgürlüklerini, yaşam tarzlarını yok etmeye yada yok saymaya çalışmamasıdır. Birbirlerine tahammül etmelerini, yaşam biçimlerine müdahele etmemeleri gerektiğini ortaya koymaktır. Kısaca toplumsal uzlaşma herkesin mutlu, huzurlu bir şekilde yaşadığı toplumun oluşması için gereken şartların bütünüdür.

     Toplumun, barış ve huzurunun, hatta kişisel gelişimin, çocuk gelişiminin, eğitim süreçlerinin bir destekçisi olarak faaliyet gösteren ve adeta bir okul haline gelen medya kanallarını tenzih ediyoruz. Bugün medya genel itibari ile, toplumsal uzlaşının oluşmasına en büyük engellerden biridir. Medya denildiği zaman son yıllarda ayrı bir dünya haline gelen ve dünyada yaşayan insanların yarısının aktif bir şekilde kullandığı sosyal medyayı ayrıca ele almak gerekir. Şimdi bu iddiamızı ispat niteliğinde bazı ana başlıklar ile medyanın toplumsal uzlaşıya karşı olan yanlarını ele alalım.

Medyanın kontrolünün dünyayı yöneten küresel güçlerin elinde olması ve kendi hedefleri uğruna medyayı bir algı yönetimi aracı, bir psikolojik harp silahı ve kitleleri yönlendirecek bir güç olarak kullanma hedefleri toplumsal uzlaşı karşısındaki büyük bir tehlikedir. Zira özellikle islam coğrafyasında ve ülkemizde her bir düşüncenin birbiriyle kavgalı olması, tüm iletişim kanallarının kapatılması, istediklerinin medyaya çıkarılıp, istemediklerine medya ambargosu uygulanması, küresel güçlerin hedeflerine ulaşmaları yolundaki olmazsa olmaz şartlardandır. Hakeza medya, kurgusal olarak da uzlaşmaya ters bir karaktere sahiptir. Yoğun haber trafiği, haber kaynaklarının belirsizliği ve güvenilirlik sorunu, popüler kültürün hegemonyası, haberlerin ahlaki kaygılarla değil, izlenme oranı ve bir takım popüler kaygılar gözetilerek yayına hazırlanması konunun izahı için verilecek başlıca örneklerdendir.

Medyanın tarafsızlık ilkesini ihlali, sermayenin medya gücüne sahip olması, siyasilerin medya sektöründe aktif rol almaları ve hatta siyasetin medyasının olması ister istemez toplumsal uzlaşıya bir engel olarak medyayı gündeme taşıyor. Her ideolojinin kendi fikir ve söylemlerinin medya gündeminde ele alınarak kamu gündemi haline getirilmesi, herkesi kendileri gibi düşünmeye zorlama uğraşıları ve diğerlerini hakir görme, ötekileştirme çalışmaları aktif bir şekilde medya üzerinden yol bulduğundan uzlaşma sadece medyatik bir söylemden öteye gidememektedir.

Özellikle az gelişmiş toplumlarda medyanın etkisi daha fazladır. Bunun en önemli sebeplerinin başında toplumun okuma oranının düşüklüğü, araştırma yapmaması ve fikirsel anlamda ana akım medyayı birinci ve ana beslenme kaynağı olarak kullanması gelir. Bunun farkında olan kötü niyetli kurum ve kuruluşlar medyayı bir yönlendirme aracı olarak görmekte ve gece gündüz bu bağlamda karalama kampanyaları üretmektedir. Bugün ülkemizde yaşanan çift kutuplu medya olgusu, toplumsal uzlaşıya indirilen büyük darbelerdendir. Muhafazakar ve laik kesime hitap eden iki medya akımı sürekli olarak takipçilerinin uzlaşı kültürleri üzerinde olumsuz çalışma yaparak kucaklaşmayı ve kardeşliği yok edecek duruma getirmektedir. Bu durumu ülke olarak, batıl zihniyetin “düşmanı olmayan ideoloji yaşayamaz” anlayışının bir örneği olarak müşahede ediyoruz. Dikkat edilmesi gereken bir diğer ayrıntı da çoğunluğun doğal olarak organize olma halinden ziyade gizli örgütler tarafından organize edilme planlamasıdır. Yani medya üzerinden kitleler psikolojisi ile adeta oyun oynanmaktadır.

Birkaç cümle ile de sosyal medya faktörüne değinmekte fayda var. Sosyal medyanın ilkokul çocuklarının kullanımına kadar uygun hazırlanmış olan teknolojik iletişim yapısına baktığımızda olayın geleneksel medyadan daha vahim olduğunu görüyoruz. Sosyal medya kanalları önceki döneme göre bilgi kirliliğinin, kutuplaşmanın, kavga ve kargaşanın çok daha yoğun olduğu ortamlardır. Zira sosyal medya teknolojisi geleneksel medyada olduğu gibi tek taraflı pasif iletişimden çift yönlü aktif iletişime geçişin dönemidir. Bu da kişilere yorum yapabilme, cevap verebilme, hakaret ve iftira edebilme olanağı gibi türlü olumsuz söylemlerde bulunma imkanı vermektedir. Yine bu alanda da hakim gücün batı dünyası olması, oyunun onların kurallarına göre oynandığını göstermektedir.

Sosyal medyadaki milyonlarca kişi, grup, sayfa ve projelerin daha çok toplumsal uzlaşıya engel nitelikte olduğunu arap baharı, gezi olayları, ülkemizde ve dünyada yaşanan terör olaylarının acı anlarının paylaşımlarını sansürsüz bir şekilde yayınlanmasından anlayabiliriz. Sosyal medya mecralarının sevgi ve kardeşlik tohumları ekmek yerine, insanları birbirinden ve farklı inanışlardan uzaklaştırmak üzere kurgulandığı gerçeği, yaşanan her kötülüğün evvela sosyal medya üzerinden yoğun bir şekilde yayılması ile fark edilmektedir.

Sonuç itibariyle, bizler bu coğrafyanın bin yıldır kardeş kardeşe yaşayan insanları olarak, konuşarak çözemeyeceğimiz hiçbir meselemizin olmadığını bilmek zorundayız. Yeter ki, medya dünyası organizesinde yürütülen küresel güçlerin kirli ve sinsi oyunlarının farkında olalım. Aklı selim ile hareket eder ve temel kardeşlik prensiplerini dikkate alırsak kimse nifak tohumları ekemez ve dolayısıyla uzlaşma diye bir sorunumuz da kalmaz. Sevgi ve kardeşlik anlayışımız tüm iletişim ve uzlaşı sorunlarımızı kökünden çözmeye yetecektir.

 

Sosyal Medya Özgürlük mü? Esaret mi?

15873589_1304495279610525_137450121381725629_nDil, din, ırk ve inanış ayırt etmeksizin toplumların her kesiminden insanın rahatlıkla kabul edeceği, üzerinde uzlaşabileceği ortak kavramlardan biri de “özgürlüktür”. Genel kabul gören ortak kavramlar aynı zamanda, dünyayı kendilerine bahşedilmiş bir yer görüp diğer insanların da kendilerine hizmet etmek için yaratılmış köleler olduğunu iddia eden zihniyet tarafından birer sömürü ve istismar aracı olarak kullandığı silahlar haline gelmiştir. Özgürlük kavramının istismarını, fikirsel bazda hümanist bakış açısı ile birleştiğinde ateizmle buluştuğu noktadan anlamak mümkün. Pratik anlamda ise İslam ülkelerini kan ve göz yaşı götüren bir silah olarak kullanılmasından anlıyoruz. Şimdi konuyu fazla dağıtmadan sosyal medyanın özgürlük veya esaret anlayışına bir bakalım.

Kalbe ve kulağa hoş gelen söylemler her zaman savunma mekanizmamızın zayıflamasına sebep olmuş ve olayların gelişim ve sonuç süreçlerini sağlıklı değerlendiremez duruma gelmemiz ile neticelenmiştir. Sosyal medyanın özgürlük hikayesi, 21. Yüzyılın başlarında sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçerken başladı. Artık sayısız mecrayı birbirine bağlayan, “biz de varız” diyebildiğimiz modern ağ toplumunun bireyleri haline geldik. İçerik üretip yorum yapabilen, edilgen ve durağan medya süreçlerinden, etken, üretken ve etkileşime açık medya süreçleri dönemine ayak bastık. Artık ben de varım, ben de söz sahibiyim düşüncesiyle, kişisel yaşantımıza ve özel hayatımıza dair çok fazla bilgiyi paylaşmaya başladık. Üniversiteye başladık, mezun olduk, işe başladık, nişanlandık, evlendik, çocuğumuz oldu, çocuğumuz okula başladı ve biz hep paylaştık. Sanki paylaştığımız şeyler öylece kalıyor, kimse bu bilgileri kaydetmiyor, değerlendirmiyor gibi. Hatta bazen bu paylaşımlar mahremiyet sınırlarımızı bile hasara uğratır seviyelere ulaştı.

Bizi birileri takip ettikçe, paylaşımlarımızı beğenip paylaştıkça, güzel yorumlar yazdıkça, takipçi sayımız arttıkça heyecanlandık. Bu arada bilimsel olarak bu heyecan duygusunun beyinde, cinsel ilişki esnasındaki hissedilen heyecanla aynı merkez kaynaklı olduğunu bilmiyorduk. Bazılarımız fenomen oldu. Artık, “sizi sosyal medyadan takip ediyorum” diyenlerle karşılaşmaya başladılar. Sosyal medyanın adeta insan vücudunun yeni türeyen bir uzvu haline gelmesi, sabah uyanır uyanmaz ilk olarak akıllı telefonumuzu elimize almamız, aklımızın hep bildirimlerde olmasıydı özgürlük dediğimiz şey. Post-modern dünya bize fırsat eşitliği verdi, kendini ifade edebilme, fikrini ortaya koyabilme, düşüncelerini özgürce paylaşabilme hakkı verdi diyebiliriz!

Peki durum acaba gerçekten böyle mi? Mesela bir de konunun şu kısımlarına bakalım; Facebook gerçekten üniversiteli bir çocuğun fikri olarak mı üretildi? Google bir otomobil garajında mı kuruldu? Instagram ve twitter gerçekten bilişim tutkunu bir grup genç tarafından mı oluşturuldu? Sizce bilgi ve teknolojinin akıl almaz boyutlara ulaştığı bir dönemde bütün bu yaşananlar tesadüflerle yani birkaç basit hikaye ile izah edilebilir mi? Şimdi bir de meselenin çok özet olarak tarihsel bağlantı noktasına bakalım; 21. Yüzyılın başı itibariyle başlayan ve İslam dünyasındaki inanılmaz katliamlarla devam eden sürecin, sosyal medya hesaplarının patlaması, dünyanın yarısına yakın insanın sosyal medya hesabına sahip olması, arap baharının organizasyon ve duyuru mecrasının bir sosyal medya hesabı olması, şiddet ve cinsellik içeriği dolayısıyla medyada yayınlanamayan haberlerin yada yalanların sosyal medya üzerinden yayılması sizce tesadüf mü?

Yüz yüze iletişime bir alternatif olarak çıkan, insanı individüalizme esir eden, başkalarının derdi ile hemhal olmayı, yolda kalmışın elinden tutup, yetimi doyurmayı “bir twitt de sen at” sloganı seviyesine düşüren, ahlak ve maneviyata darbe üstüne darbe indiren, zinaya yaklaşmaya en müsait ortam haline gelen, insanın kendini olduğundan farklı göstermesine en büyük imkanı sağlayan sosyal medyaya biraz daha temkinli yaklaşmalı, nasıl kullanacağımız noktasında mutlaka bir sosyal medya uzmanına başvurmalıyız.

Şimdi asıl can alıcı kısma gelelim. Sosyal medya başta olmak üzere, yeni medya ürünleri ve teknolojileri ile sürekli bir vaziyette takip edildiğimizi, profillerimiz başta olmak üzere, tüm paylaşımlarımızın, yazdıklarımızın, arama motorlarına girdiğimiz kelimelerin, izlediğimiz videoların, bulunduğumuz mekanların konumlarının, kullandığımız programların, kredi kartı ile yaptığımız alış verişlerin ve daha birçok şeyin kayıt altına alındığını biliyor muydunuz? Tüm kullanıcı profillerinin, inançlarından, medeni durumlarına, aylık gelirlerinden, ne iş yaptıklarına, hangi ideolojiye sahip olduklarından, doğum tarihlerine, nerelerde okuduklarından, nerede yaşadıklarına kadar kaydedildiğini ve sadece bu verilerin kayıtlarda kalmayıp, bu kayıtların analizlerinin yapıldığını, raporlarının hazırlanarak sosyolojik tahliller yapıldığını biliyor muydunuz? Elbette bu raporlar İslam alemine ve bütün insanlığa daha huzurlu bir dünya oluşturmak için kullanılmıyor.

Twitter’da yapılan bir hashtag çalışmasında, mesela #benimicinislambirligi diyerek birkaç saat içinde milyonlarca insanın “İslam Birliği” hakkındaki görüşlerinin toplandığını gözden kaçırmayalım. Sizin anket şirketlerine para ile dahi yaptıramayacağınız büyüklükte bir işi adamlar bir kuruş harcamadan, sizin elinizle, sadece bir sosyal medya hesabı ile yapıyor. Bu veriler ve analizleri neticesinde de kontra aktivitelerine fikirsel ve fiziksel takviye sağlıyorlar. Acaba neden sosyal medya hesaplarının neredeyse tamamı Amerika menşeili, facebook Çin’de neden yok, neden Çin devletinin kendilerine ait milli yazılımlı bir alternatif facebook programları var, kredi kartı kullanımına zorlayan ve ihtiyaç fazlası tüketimi tetikleyen internet alış-verişlerinde yerli esnaf ne kaybediyor, küresel güçler ne kazanıyor? Bunları iyi düşünmemiz, iyi hesap etmemiz lazım.

Dikkat ederseniz sosyal medya, yıkımları tetikleyen, insanları karamsarlaştıran, sansürsüz yayının legal hale geldiği, kontrolü zor, iyilik ve güzelliklerin değil de kötülüklerin daha hızlı yayıldığı, bilginin gerçekliği probleminin önüne geçilemediği, veri manipülasyonunun durdurulamaz düzeylere ulaştığı, adalet, emniyet, hak ve özgürlükler noktalarında etik sorunların yaşandığı, ırkçı, ayrımcı ve ayrıştırıcı söylemlerin çoğaldığı ve bu söylemlerin gizli sahiplerinin kendilerine körpe dimağlar üzerinden zemin oluşturduğu, bilgi kirliliğinin yanında haber kaynağına ulaşma sorununun yaşandığı yönleri ile daha fazla etki alanı oluşturmaktadır.

Tüm bu bilgilerden sonra şimdi siz karar verin, “Sosyal medya özgürlük mü? Esaret mi?” Kararınızı verin ve yeni dünya düzeninin zalim yöneticilerinin sizi, insan hakları, eşitlik, adalet ve özgürlük terennümleri ile aldatmalarına asla müsaade etmeyin.

Sosyal Medya Devrimi

z4pAtxGI2k-M7qnYQks-Zw               Sosyal medyanın tanımı konusunda kullanıcılar ve akademisyenler arasında ciddi bir muamma bulunmaktadır. Sosyal medya ile alakalı yapılan birçok tanım vardır, bir tanesi de, internet teknolojilerini kullanarak iletişim kurmayı, bilgi paylaşmayı veya içerik üretmeyi sağlayan bir platform olarak ifade edilmektedir. Sosyal ağ sitesi olarak nitelendirilebilecek ilk site 1997 yılında kurulmuştur. Sixdegrees.com adlı bu site kullanıcıların profil oluşturabilmesine, arkadaşlarını listelemesine ve 1998 yılından itibaren de arkadaş listesinde gezinmesine olanak sağlamıştır. İnternetin hızlanarak yaygınlaşmasının ardından myspace (2003) ve facebook (2004) gibi sosyal ağların popülaritesi artmış ve sosyal medya kavramı önem kazanmaya başlamıştır.

Diğer taraftan sosyal medya, statik, katılıma kapalı, otoritenin belirgin ve kullanıcının pasif olduğu tek yönlü kitle iletişimi olarak tanımlanan web 1.0 teknolojilerinden, dinamik, etkileşimli, otoritenin dağınık ve kullanıcının aktif olduğu çift yönlü sosyal medya iletişimi olan web 2.0 teknolojilerine geçiş olarak da tanımlanmaktadır. Web 2.0 teknolojisi, world wide web (www) sürecinin bir güncellemesi olarak tezahür etmiş ve kullanıcının içerik ürettiği, paylaştığı, başkalarının paylaşımlarını beğendiği, onlara yorum yaptığı, kısacası yönetici olarak medya sürecine aktif olarak dahil olduğu bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır. Web 2.0 sosyal medyanın evrimini sağlayan platform olarak tanımlanabilir. Web 2.0 her ne kadar 1999 yılında Darey DiNucci tarafından ortaya atılsa da. 2004 yılında Tim O’Reilly ve Media Live İnternational tarafından organize edilen bir konferansta gerçek anlamda popülarite kazanmıştır.

“We are social” isimli dijital pazarlama ajansının 2016 yılı için hazırladığı küresel ve lokal dijital içerikleri içeren raporuna göre, bugün dünyada 7.4 milyar insan yaşıyor. Bu nüfusun 3.42 milyar kadarı aktif olarak internet kullanıyor. Aktif mobil internet kullanıcısı 1.86 milyar insan var. 2.31 milyar aktif sosyal medya kullanıcısı hesabı var. 3.79 milyar olan aktif mobil hat kullanıcısının da 1.97 milyarı sosyal medya hesaplarını mobil olarak kullanıyorlar.

Ülkemize baktığımızda ise 80 milyon vatandaşımızın, 46.3 milyonu aktif internet kullanıcısı olarak karşımıza çıkıyor. 40.5 milyon ülke insanımızın aktif mobil internet kullanıcısı olduğunu görüyoruz. Aktif sosyal medya hesabı olan 42 milyon insanımız var. 71 milyon mobil hat kullanıcımızın 36 milyonu mobil hat üzerinde sosyal medya hesaplarını aktif bir şekilde takip ediyor.

Dünyada ve Türkiye’de 2015 Ocak ayından 2016 Ocak ayına kadarki bazı araştırma sonuçları ise şu şekilde; bir yıl içerisinde dünyada aktif internet kullanıcısı %10, aktif sosyal medya hesabı %10 ve aktif mobil sosyal medya hesabı %17 arttı. Buna karşılık Türkiye’de; aktif internet kullanıcısı %10, aktif sosyal medya hesabı %5 ve aktif mobil sosyal medya hesabı %13 arttı. Ülkemizde, tablet, laptop yada pc’den günlük ortalama 4 saat 14 dakika, mobil telefondan 2 saat 35 dakika internet kullanılıyor. Herhangi bir cihazdan günlük ortalama 2 saat 32 dakika sosyal medya kullanılıyor. İnternet kullanıcıları günlük ortalama 2 saat 18 dakika televizyon seyrediyor.

Web trafiğindeki paylara baktığımızda ise, laptop veya pc’den internete bağlanma oranı dünyada %56 iken ülkemizde %51. Mobil telefondan internete bağlanma oranı dünyada %39 iken ülkemizde %46. Tabletten internete bağlanma oranı dünyada %5 iken ülkemizde %4. Son olarak dünya genelinde bazı başlıca sosyal medya hesaplarının aylık aktif kullanıcı sayılarına baktığımızda ise tablo şu şekilde karşımıza çıkıyor; facebook 1.59 milyar, whatsapp 900 milyon, instagram 400 milyon, twitter 320 milyon ve snappchat 200 milyon kullanıcıya sahip.

Dünyada aktif olarak sosyal medya kullananların sayısını dikkate alacak olursak 2 milyarın üzerinde bir kitle ile aynı platformu paylaştığımızı söyleyebiliriz. Geleneksel medya dönemlerinin aksine fırsat eşitliğinin olduğu, sıfır maliyetle herkesin içerik üretebileceği, veriye hızlı ve kolay bir şekilde ulaşma imkanı sağlayan bir mecra ile karşı karşıyayız. Artık, Seth Godin’in dediği gibi, yayılan fikirlerin kazandığı, az olanın değil, çok olanın değerli olduğu bir dönemdeyiz. Paylaşımları daha çok iletilen, beğenilen, yani daha çok etkileşimde bulunulanın ve daha fazla takipçisi olanın değerli olduğu bir dünya.

Artık sosyal medyanın ana akım medyanın gündemine girdiğini görüyoruz. Daha doğrusu, ana akım medya sosyal medyayı bir haber kaynağı olarak kullanıyor. Facebookta canlı yayın yapabiliyorsunuz, youtube adeta bir okul halini aldı, sorduğunuz her sorunun bir video olarak cevabı var, instagram e-ticaretin ana üslerinden biri haline geldi, twitter gündemine değinilmeyen bir ana haber bülteni kalmadı, Google veriye ulaşımı hızlandırdı ve kolaylaştırdı. Aslında sosyal medya ile halkla ilişkiler, medya ve pazarlama başta olmak üzere hayatımızın seyri ve kuralları değişti.

Dünyanın en büyük yazılım şirketlerinden Microsoft, dünyanın en büyük profesyonel iletişim ağı olan linkedini 26.2 milyar dolar karşılığında satın aldı. Mesela Tüpraşın 1.3 milyar dolara satıldığını düşünerek sosyal medya dünyasının finansal boyutları hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

Artık hiçbir şeyin gizli kalmadığı, tüm verilerin depolandığı, kişisel bilgilerin profil analizleri ile birlikte dosyalandığı, bir hashtag çalışması ile kısa zamanda milyonlarca kişinin herhangi bir konu hakkında ne düşündüğünün bilgisinin sağlandığı, arama motorlarına yazılanlar sayesinde insanların eğilimlerinin tespit edildiği, kullanıcıların neleri ve kimleri takip ettiği, sosyal medya etkileşimlerine kadar kayıt altına alındığı ve en tehlikelisi de tüm bu verilerin batı kaynaklarında toplanıp, ülkemiz ve islam alemi aleyhine çalışan her türlü kurum ve kuruluşla paylaşıldığı bir sosyal medya dünyasını konuşuyoruz. Yani, sosyal medya ile istihbarat çalışmalarının da şekli değişti.

Netice itibariyle asıl ders almamız gereken konu şudur, millet olarak son 300 yıldır, bilim, sanayi, kültür, sanat, teknoloji ve medya alanlarında yaşanan devrimleri sadece izliyoruz. Bu böyle gitmemeli, bu düzen muhakkak değişmelidir. Müslümanlar olarak tekrar tarihteki şanlı yerimizi almalı, bilgi ve teknolojiyi sadece tüketen değil aynı zamanda üreten bir millet olarak bütün insanlığın hizmetine faydalı olacak şekilde sunmalıyız.

Bugün yaşadığımız sosyal medya devrimi, sosyal medya dünyası ve kullanım süreçleri batının eline bırakılamayacak kadar önemlidir.

Bir Teknoloji Ürünü Olarak “Algı Yönetimi”

“Cenab-ı Allah’ın en büyük nimeti, lütfu, rahmeti teknolojidir. Teknoloji akıl işidir, siz teknoloji ile akla hayale sığmayan büyük işler yapabilirsiniz. Siyonizmin en büyük korkusu, “ya Müslümanlar teknolojiyi ele alıp bizden öne geçerse!” düşüncesidir. Bunun için silikon vadisine milyarlar yatırıyorlar. Sırf aramızdaki teknolojik mesafeyi açık tutmak için. Teknoloji ile ne yapmak mümkündür, Amerikan gemisinden atılan füzeyi havada kontrol altına alırsınız, geri çevirirsiniz ve atan geminin üzerinde parçalarsınız. Bu mümkün mü? Evet mümkün “ savaşlar adeta yavaş yavaş sanal savaşa dönüşecek, oturduğunuz yerden yapılacak ve insansız yapılacak. Bu neyle mümkün? Teknoloji ile mümkün…” Bu sözler rahmetli Necmettin Erbakan’ın İslam ülkelerinin liderleriyle yaptığı bir toplantıdan alıntıdır.

İşte bu teknoloji, küresel güçlerin, daha az insan gücü ve daha az maliyetle daha fazla sömürü için kullandığı bir stratejik çalışma biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. İçinde yaşadığımız post-modern dünyada, bilim ve teknoloji ile mümkün kılınan, savaşların, barışların, kitlesel hareketlerin, ülke işgallerinin ve buna benzer türlü aksiyonların, katliamların hazırlanış biçimi ve sürdürülebilir sömürge hareketi büyük ölçüde algı yönetimi ile gerçekleşmektedir.

ABD Savunma Bakanlığı tarafından türetilen “algı yönetimi’’ (perception management) kavramı, hedef kitlenin duygu, düşünce ve motivasyonlarını etkilemek maksadıyla, seçilmiş bir bilginin veya işaretlerin inkar edilerek ve/veya açığa çıkarılarak hareket edilmesi, bunun yanında hedef kitlenin her seviyedeki istihbarat sistemlerinin ve  liderlerinin resmî hesaplamalarını etkileyerek, algı yönetimini uygulayanın hedefine uygun bir şekilde davranılmasını sağlamaktır. Algı yönetimi, psikolojik savaş yöntemlerinden biri olup, küresel güçler tarafından bilinçli olarak bir plan dahilinde yürütülmektedir. Toplumsal olaylar sırasında az veya çok, iç veya dış mihraklı kaynaklar tarafından, çeşitli yöntemler kullanılarak, kitlelerin algıları kontrol edilmeye, yönlendirilmeye veya değiştirilmeye çalışılmaktadır.

Algı yönetimine maruz kalan kitleler, davranışlarının kendi kararları olduğuna ne kadar inanırlarsa, algı yönetimi o kadar başarılı olmuş demektir. Bununla birlikte, algı yönetiminin başarısı, kitlelerin algı yönetimi uygulamalarına maruz kaldıklarının farkında olmamalarına bağlıdır. Bu sebeple algı yönetiminin işleyiş süreci, uygulayıcı için çok sabır ve dikkat gerektirmektedir. Diğer yandan algı yönetimi uygulamaları açıktan yapılmadığı için, kaynağı ve amacı ilk etapta anlaşılamamaktadır.

Henry Kissinger’ın şu sözleri dikkat çekicidir; “Gerçeğin ne olduğu önemli değildir. Önemli olan onun nasıl algılandığıdır.” Yani Kissenger bu sözü ile, gerçek olan algılardır demektedir. Bugün, bütün insanlığa gerçeğin de ötesinde, hak olanın ulaştırılması için geleneksel medya ve web 2.0 teknolojileri ile hayatı çepeçevre kuşatan yeni medya araçlarının algı yönetimi tuzaklarından bahsetmeliyiz. Algı yönetiminin, bizi gerçeklerden nasıl uzaklaştırdığını, en büyük rezaletleri tarihi kahramanlıklar olarak gösterdiğini, nice hainleri birer kahraman olarak zihinlere kazıttığını bilmek durumundayız. Bu aydınlanma, algı yönetiminin baş aktörü olan medyayı topyekün iyi tanımayı ve medyanın kanallarını, yönetim tarzını iyi analiz etmeyi gerektirmektedir.

Genel olarak algı yönetimi medyada 3 başlık altında karşımıza çıkmaktadır. Bunlar, Gündem yanlılığı, önceleme ve çerçevelemedir. Gündem belirleme çalışmaları içerisinde, Shoemaker ve Reese’nin hiyerarşi sıralamasında en tepede görülen ideolojik eğilimler, “gündem yanlılığı” kavramıyla ifade edilmektedir. Bu yöndeki çalışmalarda medya kuruluşlarının haber olarak seçtiği konular belirli ideolojiler lehine yada aleyhine yorumlanabilmektedir. Buna medya manipülasyonu da denilebilir.

Iyengar ve Kinder’e göre medya, bazı sorunları görmezden gelir ama bazı sorunlara dikkatimizi çeker. Böylece bizim siyasal partileri, başbakanları, politikacıları değerlendirdiğimiz ölçütleri belirler. Bir sorunun gündeme gelişiyle birlikte bu sorunun siyasal kararları etkilemedeki ağırlığı da artar. Medyanın bu tavrına önceleme denir.

Çerçeveleme ise ele alınan bir sorunun bazı boyutlarını seçerek metin içerisinde daha görünür hale getirmektir. Örneğin haber çerçeveleri, ele alınan sorunun ne olduğunu belirli bir bakış açısından tanımlar. Soruna kimlerin ve nelerin neden olduğunu vurgular, ahlaki yargılarda bulunur ve sorunun nasıl çözüleceğini belirtir. Çerçevelemede, kitleler konunun çerçeve dışında kalan kısmından habersiz kalırlar.

Cohen’in medyanın “ne hakkında” ya da “hangi konuda” düşüneceğimizi belirlediğine ilişkin sözlerinden hareketle, ikinci düzey gündem belirleme araştırmalarında “ne düşüneceğini”; eş deyişle “nasıl düşüneceğini” de belirleme yönündeki etkisinin varlığı araştırılmaktadır. Bu sayede şu hipotez test edilmektedir: “Bir konunun medyadaki sunulan niteliği, o konunun kamuoyunun zihnindeki niteliğini belirler.” İşte bu Kissenger’in “gerçek olan algılardır” sözüne tam bir ispat niteliğindedir.

Kissenger, “gerçek olan algılardır” diyebilir ama aslında algılar geçici yalanlardan ibarettir. Gerçek er yada geç mutlaka ortaya çıkar. Tarihe baktığımızda algı yönetimi ile insanlara yutturulmaya çalışılan her bir olayın mutlaka gerçeğin pençesinde un ufak olduğu görülmektedir. Artık gerçeğin ortaya çıkma hızı eskiye oranla inanılmaz derecede artmıştır. Hemen yakın tarihimizden örnekler vermek gerekirse, 11 Eylül 2001’deki “ikiz kulelere Taliban saldırdı” yalanı ve hemen ardından Afganistan’ın işgali, 2003 yılındaki Irak müdahelesindeki “Saddam’ın elinde kitle imha silahı var” yalanı, 2010 yılında başlayan “arap baharı” yalanı, arap baharı devamı ile katliam sürecine dahil olan 2011 Suriye iç savaşının başlaması. Milyonlarca Müslüman katledildi, evinden yurdundan oldu, sakatlandı, öksüz ve yetim kaldı ve tüm bunlar küresel güçlerin İslam diyarlarına demokrasi ve özgürlük götürme adı altında yürüttüğü algı yönetimleri ile yutturuldu. Bugün ise herkes gerçeğin farkında.

Algı yönetilmesi gereken bir şey, algıyı siz yönetemezseniz, algılarla yönetilen milyonlarca insandan biri olmaktan kendinizi kurtaramazsınız. Eğer doğru soruları sorup gerçek bilgileri almıyorsak o zaman başkalarının oluşturduğu bir hayatı yaşıyoruz demektir. Algılarla tüm dünyayı yönetenler aynı zamanda bilim, sanayi ve teknolojide de dünyanın en güçlü ülkeleridir.

Algı insanın zihin dünyasını hedef alır ve tercihler olarak gerçekle buluşur. Biz de insanların gönül dünyalarını hedef alarak onları Hak olan ile buluşturabiliriz.

15055835_1233725706687483_3098589914556750359_nBilim, teknoloji ve hikmetle, en güzel şekilde, güzelin yaratıcısına davet ederek…

Gündem Belirleme Sürecinde Medya Etkisi

     14633697_1212296992163688_5338546191946830889_oSosyal medyanın bir tanımı da, reklam doygunluğunun kanal, kanal kaçılır vaziyette hat safhaya ulaştığı, sadece ürünün değil, her türlü yaratılmış canlı ve cansız varlığın, insani kavramlardan uzak bir şekilde metalaştığı, bilgiye ulaşılabilirlik hızının ve kolaylığının geçmişe kıyasla akıl almaz seviyelere ulaştığı post modern, küresel dünyada, her tür, renk, din, dil ve ırktan insana, dünya genelinde iletişime geçebilme imkanını sunan, siyasal, toplumsal ve ekonomik hayatın çalışma alanına yeni katkılar sağlayan, toplumun her kesiminden insanına, popüler olsun yada olmasın, haklı olsun yada olmasın, güçlü olsun yada olmasın, hiçbir şart gözetmeksizin fırsat eşitliği sunan, en önemlisi de dünyayı yöneten küresel güçler tarafından üretilmiş ve halen yönetilen yada yönlendirilen alternatif bir iletişim kanalı olarak tarif edilebilir.

Sosyal medya ağırlıklı olarak bir iletişim ve haberleşme kanalıdır, dolayısıyla öncelikle bu alanda bir analize ihtiyaç var. Medyada yayılan haberlerin doğal olarak bir hazırlanma süreci vardır, buna göre Chomsky’nin propaganda modelini örnek olarak almak gerekirse, haberlerin 5 ana süzgeçten geçirilmesi dikkat çekicidir;

  1. Medya firmalarının büyüklüğü, sahipliği ve çıkar yönelimi.
  2. Medyanın temel gelirini sağlayan reklam verenlerin çıkarı.
  3. Kaynak kullanımı: Enformasyon kaynağı olarak, medyanın devlet organları, iş çevresi ve uzmanlara dayanması.
  4. Güçlü şikayetçilerin baskısı: Medyayı disipline sokma aracı olarak “medyanın aşırı saldırı” kullanılır; bu saldırılar iyi finanse edilmiş “sağdan” gelir. Haber yapılırken şikayet filtresinden geçer.
  5. Ulusal din ve kontrol mekanizması olarak “antikomünizm” (1990’dan sonra, kontrol mekanizması olarak, çeşitli “öcüler” kullanılmaya başlandı: Kaddafi ve Saddam gibi “ şeytan diktatörler,” Ladin ve El-Kaide teröristleri, eko-teröristler (çevrecilere takılan isim) ve medeniyetler çatışması (aslında, batı kaynaklı olup, özünde saf Müslümanların dahi kullanıldığı, Müslüman teröristler olarak medyada ele alınan gruplar)

Yani sosyal medya, yada geleneksel medya, tarih boyunca en büyük mücadelesi islam dünyası ile olan emperyalist batı kaynaklıdır, temelinde küresel oyun kurucular ve onların piyonları olan medya patronları, kan emici siyasiler ve sermaye sahipleri vardır. Bu özet açıklama ve tanımlar kesinlikle Müslümanların sosyal medyadan uzak durması hatta kullanmaması için değil, meselenin temellerinin, dolayısıyla özünün iyi bilinerek, sosyal medyanın daha sağlıklı ve faydalı bir şekilde kullanılmasını sağlamak maksatlıdır.

Şimdi gündelik hayatta, araştırmalarda, köşe yazılarında sıklıkla karşılaştığınız, sosyal medyanın bizlere verdiği özgürlük karşısında, farkına varmadan elimizden neleri aldığına bir bakalım. Evvela alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilen ve “suskunluk sarmalı” olarak adlandırılan kitle iletişim teorisine göz atalım. Suskunluk sarmalı, halk arasında “mahalle baskısı” olarak adlandırdığımız terimin bir diğer versiyonudur yani, birey kendi düşüncesini kitleye rağmen hür iradesi ile toplum içerisinde açıkça ifade edemez, kitleden yanaymış ve aynı fikirdeymiş gibi bir tutum içerisine girer. Çünkü, toplumdan farklı bir şekilde tutum takındığında, onların aksine bir beyanda bulunduğunda, önce azarlanacağını daha sonra da topluluk dışına atılacağını düşünür. Halbuki bizim inancımız, “mücadelenin en büyüğünün, zalim hükümdar karşısında Hakkı haykırmak” olduğunu söyleyerek, bu tutumu reddetmiştir. Suskunluk sarmalının etkisi arttıkça beraberinde klasik mantıkta ele alınan mantık yanlışlarından, “popüler olana başvurma yanlışı” etkisini göstermeye başlar. Artık birey kitle etkisi ve popüler kültürün bekçilerinin esiri olmaya başlamıştır.

Sosyal medyanın ağırlıklı, popüler, şuursuz, sığ, dünyevi, popülizm esiri fenomen hesapları, yavaş yavaş bireyin şuur dünyasını bombalamaya başlamıştır bunu takiben, ahlak, maneviyat, insan olabilme, faydalı bir vatandaş niteliği kazanma gibi değerlere karşı mücadele girişimi planlı ve programlı bir şekilde devam etmektedir. Burada tekrar bir parantez açmak gerekirse sosyal medya, esasen sosyal hayata vurulmuş en büyük darbe girişimidir. Hasta ziyaretlerini, bayram tebriklerini, Cuma kucaklaşmalarını, şahsi münasebetleri, nişan, düğün kutlamalarını, eğitim ve çalışma hayatının başarı paylaşımlarını, kısacası insanların canlı, birbirine temas eden, birebir iletişime dair tüm değerlerini hayatın merkezinden alıp, soluk, solgun, samimiyetsiz ve ruhsuz sanal dünyaya taşımıştır. Özellikle sosyologların y, z ve milenyum kuşakları diye ifade ettiği, yeni dönem gençlik üzerinde bu girişim başarı ile neticelenmiştir. Tabi ki bu başarıda, sosyal medya darbesinin çok iyi organize edilmiş, derin ve kapsamlı psikolojik araştırmaları, sosyolojik tahliller neticesinde ortaya koyulmuş olmasının da etkisi vardır. Batı dünyasının, İslam’ın Müslümanlara emrettiği gibi, “ele aldıkları bir işi en güzel şekilde yaparlar” prensibinin hakkını vererek iş tutması meseleyi, başarılı bir şekilde neticelendirmelerine vesile oluyor.

Son yıllarda yapılan araştırmalar, sosyal medya haberlerinin güvenilirliğinin, ana akım medyaya göre daha fazla olduğunu gösteriyor. Tabi bu araştırmalar muhtemelen daha çok yeni nesil üzerinde olsa gerek. Ne kadar hazin ve enteresandır ki, bilgi kirliliğinin en fazla olduğu, her kesimin, haber sitesinin, örgüt, cemaat, parti yada kuruluşun bir haberi kendi bakış açısıyla servis ettiği bir mecra zamanla toplum nezdinde daha güvenilir hale geliyor. Aslında bunun bazı haklı sebepleri de var, mesela ana akım medyanın neredeyse ikiye ayrılması, medyanın gücünden ziyade, güç sahiplerinin medyalarının olması, tarafsız medya anlayışının ortadan kalkması gibi.

Diğer bir önemli sorun ise sosyal medyadaki popüler olma durumunun ilim, fikir, hikmet, felsefe, düşünce yada aksiyoner siyasi derinlik yerine, komedi, şarlatanlık, ucuz siyaset, popülarite yada sözüm ona estetikten yoksun çağdaş ve modern başlıklı tüm kavram sahiplerinin olması, onların takipçilerinin milyonları bulması, paylaşımlarının daha fazla kişi tarafından sahiplenilmesi, sözlerinin sırf takipçilerinin fazla oluşundan dolayı daha tesirli olması. İşte bu tablo, zihinlerin tembelliğine, hikmet ile mücahedenin düşmesine, insanlığa faydalı olabilme aşkının sönmesine sebep olmaktadır. İtibar gibi, imajdan daha öte, kazanılması zor ama kaybedilmesi kolay olan, insan onurunun en değerli kavramlarından biri, yine sosyal medya darbesi ile maalesef, anlamından sapmaya başlamıştır. Özet olarak, bu durum değersiz olanın itibar kazanması gibi bir felakete doğru sürüklenmektedir.

Zihinsel esaret, çalışma alanlarının tamamında konsantrasyon eksikliği ve hayattaki en değerli varlıklarımızdan olan zaman kaybı maddeleri de diğer önemli hususlar arasında. Dikkat ederseniz artık dost meclislerinin en sıcak muhabbetlerinin bile gündemini sosyal medya belirler oldu, yada en kötü ihtimalle sohbet ortamında olan bir kişinin elindeki akıllı cihazında sosyal medya aleminde gezinirken gördüğü ilginç bir haber o sıcak ve samimi muhabbetin seyrini bambaşka bir yöne çekmeye yetiyor bile. Sosyal medyanın kullanıcılarına sunduğu özgün içerik üretme hakkı bile yine sosyal medyanın kendi taarruzu altında inim inim inliyor, çünkü özgün üretim için sosyal medya dünyasından çıkıp, farklı araştırmalara yönelmek, kitap yada makale okumak, kısacası sosyal medya dünyasının dayatma bilgi kirliliğinden kurtulmak gerekiyor. Konsantrasyon eksikliğini, bir lokanta işletmecisinin, dükkanının camına astığı “cep telefonu ile oynamayan garson aranıyor” yazısı ile anlatmak herhalde yeterli olacaktır. Artık neredeyse her bir çalışan birey, meşgul oldukları işe paralel olarak acaba iki saat önce paylaştığım resmi kaç kişi beğendi, ne kadar paylaşıldı yada kimler ne yorum yaptı diye düşünmekten kendini alıkoyamıyor.

Son olarak, özel hayatın kamuya açık hale getirilmesi var ki, islam inancının temel prensiplerine taban tabana zıt, mahremiyetin askıya alındığı, eski zamanlardaki Ramazan aylarında lokantaların kapatılmasından, günümüz alış-veriş merkezlerinin fastfood alanlarında yine Ramazan ayında, başörtülü kardeşlerimizin açıktan yiyip içtiği günleri ifade ediyor. Kahvaltıların, aile meclisi toplantılarının, akşam gezmelerinin, tatil manzaralarının, çoluk, çocuk ayırmadan en özel aile fotoğraflarının tanımadığımız binlerce insana servis edilen fotoğraflarından bahsediyorum. Mahremiyet, gizli olma durumu demek, özel olan demek, dolayısıyla belki de bu konuyu mahremiyet kavramının teferruatlı izahatından başlayarak gündeme getirmek gerekiyor. İfsat hareketi, en tecrübeli dönemlerini, kitleleri kavramlarla mağlup etmek suretiyle devam ettiriyor! Bir saniyesini bile geri getiremediğimiz zaman ise aslında başlı başına bir gündem konusu. Rabbimizin yemin ettiği zamandan bahsediyoruz, insan olarak değerini bilmediğimiz, “iki dakika bakayım” dediğimiz sosyal medya hesabımızdan, bir saat sonra kafamızı kaldırdığımızda kaybettiğimiz zaman, bir sayfa Kuran okumak için ayıramayıp, 500 tweet okuma miktarı telef ettiğimiz zaman ki, belki de insan hiçbir kaybı için bu kadar pişman olmayacaktır.

Kısaca özetlemeye çalıştığımız sosyal medya darbesinin başarıya ulaşmasının temelinde ise insan yatıyor, sosyal medya hesabını Kaf dağının tepesinde, herkesin üzerinde gören insan, takipçi sayısının gün geçtikçe artmasından dolayı her gün nefsi okşanan insan, kendi başına, kimseye muhtaç olmadan içerik üreterek, yada bir fotoğraf veya iki satır yazı paylaşarak, “ben yaptım, ben yazdım” diyen mağrur insan, sosyal medya dünyasının hümanist, gururlu, kimseyi takip etmeyen, kendisini yüzbinlerin takip ettiği, hedonist, dünyevileşmiş fenomenlerini kendisine idol edinen, onlar gibi olma adına inandığı doğruları dahi bırakın paylaşmayı, beğenemeye bile cesaret edemeyen insan, kendini ve acziyetini bilmeyen, Rabbinin büyüklüğünü idrak edememiş ve yarın ne olacağını hatırına bile getirmeyen insan!

Bir damla sudan yaratılan, yarın toprağa karışacak insan…