Nitelikli Sosyal Medya Kullanımı

26230671_1678863025507080_8270334836081684560_n     Kullanılan şey, bir makine, bir alet ya da bir teknoloji ürünü olabilir, önemli olan o şeyin kullanımına ve bilinmesi gereken her şeye hâkim olmaktır. Aksi halde bir takım kazalardan kurtulmanız mümkün değil. Mesela bugün herkes ütü ile çay demlemenin, çamaşır makinesinde bulaşık yıkamanın ya da bıçakla diş temizlemenin ne gibi tehlikeli sonuçlar doğuracağını tahmin edebilir. İşte sosyal medya da bu örneklerde olduğu gibi doğru kullanılmadığında tahmin bile edemeyeceğiniz olumsuz sonuçlar doğurabilir. Bugün hepimiz sosyal medya dünyasında hatalı paylaşımlar dolayısıyla gündem olan nice kişi ve kurumların içine düştükleri zorluklara şahitlik ediyoruz. Sosyal medya kullanımının temelde dikkat edilmesi gereken üç maddesi vardır. Diğer maddeleri bu üç temel üzerine inşa etmek gerekir. Temeli oluşturan maddeler, güvenilirlik, özgün içerik üretimi ve güncel konuların paylaşılmasıdır.

Kurumsal firmalara bakarsanız, özellikle küresel ölçekte olanların hikâyeleri olduğunu göreceksiniz. Marka isminin nereden geldiği, ilk işe nasıl ya da nerede başladığı ya da dünyaca ünlü bir bilim adamının ilkokulda okuldan atıldığı gibi. Bu durum sizin hikayenizle anılmanıza ve diğerlerinden farklı lanse edilmenize dolayısıyla bir adım önde olmanıza neden olacaktır. Böylelikle daha akılda kalıcı bir tarafınız olmuş olacak. Mutlaka bir hikâyeniz olsun.

Popüler konularda yazmak daha fazla ilgi çeker. Popüler olan aynı zamanda güncel olan ve en çok konuşulan demektir. Hatta hakkında bir yorum yapılması beklenilendir. Bu konu zaman zaman hassas boyutlar kazanabilir. Mesela dokuz şehit haberinin geldiği ve ülke insanının yas tuttuğu bir günde “akrabalarla piknik keyfi” şeklinde bir paylaşım hiç de yakışık almaz. Hasbelkader piknikte olabilirsiniz ama bunu illa paylaşmak zorunda değilsiniz hatta paylaşmamanız gerekir. Özgünlüğü kaybetmeden, farklı bir bakış açısı ile popüler konularda yazın ama güncel gündemi sakın gözden kaçırmayın.

İnsanların hislerine tercüman olmanız, özellikle duygusal konularda bu detayı yakalamanız size her zaman puan kazandırır. Fakat bu konunun duyguları istismar noktasına gelmesi de etik olmaz. Yani her, daha fazla beğeni alma, daha fazla gündem olma, takipçimizi artırma telaşıyla yapılan paylaşım bizim ahlak anlayışımıza indirilen bir darbe anlamına gelmektedir. Niyeti koruyarak ve kontrolü elden bırakmadan duygusal paylaşımlar yapın.

Eğer bir iddiada bulunuyorsanız bunu güçlü bir şekilde ispat etmeniz gerekir. Bunun en önemli dayanaklarından biri rakamlardan beslenmek, istatistiki bilgilere dayanarak yazmak ve yapılan bilimsel araştırma sonuçlarına göre konuşmaktır. Bu maddeyi, modern zamanda bilimsel olana başvurma rahatlığı olarak da ifade edebiliriz. Böyle bir paylaşıma kolaylıkla bir itiraz gelmediğini göreceksiniz. Mesela “üniversite öğrencilerinin bir kısmı” yerine “üniversite öğrencilerinin %23’ü” demek çok daha etkili olacaktır. Güçlü bir iddia sağlam deliller anlamına gelir dolayısıyla mutlaka rakamlardan beslenerek net paylaşımlar yapın.

Taklitçilik hiçbir zaman hoşgörü ile karşılanmamıştır. Sosyal medyada başkalarına ait şeyleri kopyalayarak paylaşımda bulunmak hoş bir davranış değil. Takip edilen kişiler ve paylaşımları ilham kaynağı olabilir ama kopyalama kaynağı olamaz. Bu düşünme kabiliyetinin de önünde bir engeldir. Asıl olan kendi düşüncemizi, farklı bir bakış açısı ile ortaya koyabilmektir. Her konunun kimsenin bakmadığı bir açıdan yorumu yapılabilir. Başkalarını taklit etmeden, konuyu farklı bir açıdan yorumlayan özgün paylaşımlar yapın.

İnsanlar popüler sosyal medya hesaplarını kendilerini güldürüp eğlendirdikleri ya da  düşündürdükleri için takip ederler. Sürekli karamsar bir tablo çizmek doğru değil. İnsanların bugün mutluluğa, hayale, geleceğe dair güzel haberlere ihtiyacı var. Sevgi ve kardeşlik diline her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Sosyal medya kullanımında bu maddeye fazlasıyla dikkat etmek gerekiyor. Paylaşımlarınızda sevgi, kardeşlik, iyilik ve güzellik ana tema olarak dikkat çeksin.

Yaptığınız paylaşımlara insanların değer vermesini istiyorsanız onların faydalanacağı, işe yarar, paylaşılmaya değer özgün içerikler üretmelisiniz. Örneğin bir öğretmenin sınıfında, bir annenin mutfağında, bir iş adamının fabrikasında kullanabileceği her türlü bilgi okumaya, paylaşmaya değerdir. Paylaşımınızda alın teri, emek varsa, üzerine düşünülmüşse mutlaka karşılık görecektir. İnsanlara faydalı olacak paylaşımlar yapın.

Takipçilerinizi arkadaşlarınız olarak görün ve onları dikkate alın. Size yazılan her yoruma cevap vermek zorunda değilsiniz ama aralarında cevap verilmesi gerekenleri seçmeniz gerekir. Hatta duyarlı takipçilerinizi seçerek onlara biraz daha ilgi gösterebilirsiniz. Paylaşımlarınızda onlara yer vermeniz, onlardan alıntı yaptığınızı belirterek paylaşımda bulunmaz size itibar kazandıracaktır. Sürekli paylaşım yaparken sizi takip eden, sizi kendi takipçilerine tanıtan takipçilerinizi unutmayın.

Her sosyal medya paylaşımında üç madde dikkat çekicidir. Atılan başlık, kullanılan görsel ve eklenen yazı. Başlık çarpıcı ve dikkat çekici olmalıdır, hatta bazen tek bir başlık ve fotoğraf bir kitabın anlatamayacağı nitelikte olabilir. İyi görselden kasıt görüntünün net olduğu ve detaylarında problem olmayan bir fotoğraf demek. Detaylarına dikkat edilmiş demek, fotoğrafa dikkatli bakılmadan paylaşıldıktan sonra uyarı almayacak kadar incelenmesi anlamına gelmektedir. Son olarak eklenen yazıyı bitirdikten sonra paylaşmadan önce, imla hatalarına dikkat ederek tekrar okumak varsa yapılan son birkaç hatanın da düzeltilmesine vesile olacaktır. Tüm bu maddelere dikkat edildiğinde ortaya güzel, nitelikli, faydalı ve başkaları tarafından paylaşılmaya değer bir üretim çıkmış olur.

Nitelikli sosyal medya kullanımının maddelerini kısaca bu şekilde sıraladık. Tabi ki bunlara daha birçok madde eklenebilir. Biz burada önemli gördüğümüz bazı maddeleri kısaca özetledik. Son olarak bu maddelerin dışında dikkat edilmesi gereken bir hususa daha değinmiş olalım. Bu husus kişinin sosyal medyayı faydalı bir şekilde kullanması gerekirken tam aksine kendine zarar verir hale getirmesine sebep olabilir. Eğer dikkat edilmezse.

Sosyal medya iletişim, reklam, tanıtım ve son dönemde bir okul gibi kullanma imkânlarını insanlara sunmaktadır. Bu amaçların dışındaki durumlar insanları negatif yönde etkilediği gibi sosyolojik bazı sorunların da zeminini hazırlamaktadır. Örnek vermek gerekirse, popüler kültürün esareti altında yani popülist kaygılarla paylaşım yapmak insanı insan yapan değerlerden uzaklaştıran bencillik, gurur ve kibir hastalıklarına sebep olmaktadır. Sosyal medya kullanımında nitelik, takipçi ve beğeni kazanma kaygısından münezzeh bir tavırla mümkün olabilir. Aksi halde biraz takipçi ve beğeni kazansak da kendi değerlerimizi kaybetmiş oluruz ve bu da daha büyük bir kayıp anlamına gelir. Sosyal medya kullanımını her ne kadar adı sanal âlem olsa da gerçek hayattan ayırmamak gerekir. Gerçek hayatta dikkat ettiğimiz her şeye sanal âlemde de dikkat etmezsek içinden çıkılması zor problemlerle karşı karşıya kalabiliriz. Popüler kültür bugün bize ait değerleri teslim alma karşılığında bize  hedonist, bireysel ve dünyevileşmiş bir profilden başka bir şey sunmuyor. Bu pazarlık iyi bir pazarlık değil. Dikkatli olmalı ve sosyal medyayı oyuna gelmeden insanlığa faydalı bir şekilde kullanmalıyız.

 

 

Hiçim Hiç

26220500_1675855199141196_8953386170680151716_o     “Ben”, dünya yaratılmadan önce başlayıp şimdilerde öz çekim çubukları vasıtasıyla sosyal medyada hayat bulan ve kıyamete kadar da devam edecek olan en büyük tehlike. “Ben”, namı diğer kibir, gurur ve modern tanımı ile ego. Karşı taraftan bakarsanız “sen” diye okunur. Yani çoğu zaman “ben” belasını başa saran “sen” diyerek insanı ateşe atan kitlelerdir. “Sen başkasın abi, neden sen değil de o, sen daha layıksın, aslında senin hakkındı, seni kıskanıyor da ondan” derken bir bakarsınız koskoca bir “ben” çıkmış ortaya. Artık kimsenin önünde durmaya bile cesaret edemediği koskoca bir “ben”.

Hadise ilk olarak şeytanın Ben’i ile başladı. “Ben dumansız ateşten yaratıldım!” demişti. “Dumansız ateşten yaratılan topraktan yaratılana secde eder mi!” dedi ardından. Eğer Ben’in penceresinden bakarsanız, ona göre doğru bir yaklaşım, çünkü Ben tehlikedir. Sonra şeytanın tecrübesi olayı akıllı telefonların ön kamerasına kadar taşıdı. Ben! Neden başkalarını çekeyim? Neden fotoğrafta ben de olmayayım? Ben’siz olur mu? Egoizme giden yolları açın gerisini oluruna bırakın demiş şeytan sanki. Gençlerin ne olduğunu tarif bile edemediği moda, medyanın pompaladığı popülizm, bireyselliğin tavan yaptığı bir artı bir dairelerde yaşam, asosyal hayatın mimarı sosyal medya, arkadaşlığı can evinden vuran yeni nesil oyunlar, bunların hepsi egoizmi hedef alır ve değerleri yok eder.

Mübarek şehadet makamını bile uğruna sömürdüğümüz egoizmden bahsediyorum. Kardeşime soruyorum: “şehidimize yönelik paylaşımının içinde biraz ego var mı acaba? Ne güzel paylaşım yapıyor desinler, daha fazla beğeni alsın, daha fazla kişi beni takip etsin diye bir kaygı var mı? Acaba?” Biz birbirimizi tanıyoruz kardeşim. Sen güzel konuşuyorsun, afili cümleler kuruyorsun ama yaşamıyorsun ve her geçen gün popüler kültür bataklığında yok olmaya devam ediyorsun.

Sosyal medya ile egoizm muhtemelen en güçlü dönemine ulaştı. Siz arkadaşlarınızın aile fotoğraflarını, neşeli anlarını, yaptıkları çalışmaları izlerken diğer taraftan gizli mesajlarla da muhatap oluyorsunuz. “Klas mekânlarda dolaşıyorum, her yeri geziyorum, para bende, makam bende, lüks ortamlarda vakit geçiriyorum, en lezzetli yemekleri ben yiyorum, Ben çok önemli bir insanım.” Bunlar tılsımı bozan haller ve tılsım çoktan bozuldu.

Artık insanların anlattıklarına ya da CV dosyalarına bakmanıza gerek yok. Sosyal medya hesapları size en samimi bilgiyi verecektir. Sadece biraz psikoloji ve sosyoloji bilmeniz gerekli belki biraz da pazarda insan ağzı görmüş olmanız lazım yani azıcık hayat tecrübesi.

“Sen benim bu âlemde namımı duymadın mı hiç? Ben bir hiçim, hiç!” der Hz. Mevlana. Tabi ki nihilist bir bakış açısıyla değil, tasavvufi anlamda hiç. Hiç, derin bir mana taşır, güçlü bir slogandır, kendini ve haddini bilmeyi ifade eder. Kısacası “hiç” bencilliğe verilecek en güzel cevaptır.

Post modern dünya “ben” diye haykırıyor, bizim inancımız “biz” diye fısıldar, kemâlât ise “önce kardeşim” diyerek bağrına basar. İnsan bencillikten kurtulmadan huzura kavuşamaz, ruhunu dinlendiremez, gerçek aşkı bulamaz. Aşk mutlu olmaktan ziyade mutlu etmektir. Daha fazla mutlu olmak için, benliğinizden geçin, mutlu edin.

 

Dijital Dünyada Din

25994574_1657776044282445_2673257251799163287_n                         Dijital alemde, radyo ve gazete gibi diğer geleneksel medya organlarında kontrol kimin elinde ise içerik aynı kişilerin inanç ve düşünce yapılarına göre şekillenir. Sosyal medya kanallarının hayatımızın merkezine oturmasına kadar söz hakkı hep güçlünün elindeydi. Artık her bir şahıs arzu ettiği içerik üretimini oluşturarak kendisine bir medya alanı oluşturabilir, videolar resimler çekerek milyonlara ulaştırabilir.

Dijital dünyada din konusu ise farklı bir ciddiyet ve hassasiyetle ele alınması gerekir. Kapitalizmin hakim olduğu, oyun ve eğlence merkezli olarak kurgulanmış, benlikleri ön plana çıkaran, nefsi duyguların sürekli okşandığı, popüler kültürün en hakim alanlarından biri olan medyada din kendine nasıl bir yer bulabilir ciddi bir soru işareti olarak karşımızda durmaktadır.

Türkiye’de ilk sinema filmlerinin çekildiği, ilk televizyonların kurulduğu tarihten bugüne ekranlarda dini konuların nasıl ele alındığını şöyle bir hatırlayalım. Türk sinemalarında herhalde herkes, filmlerin en çirkin ve ahlaksız, saçı sakalı birbirine karışmış, her türlü yalan ve iftira atan kişilerin hocalar olarak sunulan karakterler olduğunu hatırlar. Dizilerde efsunlu bir hale getirilen, sadece doğaüstü olayların cereyan ettiği, herkesin yaşaması mümkün olmayan bir sırlar dünyası olarak takdim edilen yine din gerçeğidir. Televizyon programları ile bu dejenerasyon devam etti. Televizyon programlarında aynı şekilde insanların dalga geçeceği sorular seviyesine düşürülen, basit, sıradan ve bayağı bir kıvama getirilen ve adeta popüler kültüre kurban edilen bir din algısı görüyoruz. Son olarak sosyal medya dönemi ile durum daha da vahim bir hal aldı. İnsanlar neredeyse ayet ve hadis tasarımlarını paylaşarak dini vecibelerini yerine getirdiklerini düşünmeye başladılar. İşin dini boyutu bir tarafa, ahlaki ve içtimai olarak da bir buhrana doğru sürüklenmekteyiz. Artık düğün, nişan, sünnet tebrikleri, kutlamalar, taziyeler sanal aleme taşındı. İnsanlara iyiliği emredip kötülükten men etme ilkesi sosyal medya paylaşımları ile yeterli olarak görülmeye başlandı. Kısacası, insanların hem dünya hem de ahiretini ilgilendiren, bir kural ve kanunlar manzumesi olan, hayatın her alanına bir sözü olan din gerçeği sanal alemin dijital parmaklıkları arasına hapsedilmiş oldu.

Buradaki paradoksal durum aslında şu, insan hayatının neredeyse tüm alanlarını kaplamış bir medyadan bahsediyoruz ve artık dini konuların izlendiği, takip edildiği ve araştırıldığı alan da tamamen medya olmuş durumda. Fakat medya oyun, eğlence merkezli, popüler kültürün hakim olduğu, kontrolün kimin elinde olduğu çok muğlak olan bir alandır. Dolayısıyla bu alanda dinin öğrenilmesi ya da ele alınması, istismar edilip sömürülmesi yanında bir hiç mesabesindedir. Çünkü din, popüler ve medyatik bir konu değil bilakis bir dünya ve ahiret gerçeğidir.

Medyanın bir özelliği de algı yönetimi aracı olarak kullanılmasıdır. Bu özellik bir şeyin olduğundan farklı gösterilmesi ya da bir kişinin kendisini olduğundan farklı ifade etmesi anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda ve alanda din anlatımı ancak dinin başta kendinin zarar görmesi ile ayrıca takipçinin de yanlış bilgilendirilmesi ile neticelenecektir. Kaldı ki, başta sansürsüz yayın yapılabilen sosyal medya olmak üzere diğer medya kanallarının da içerikleri düşünüldüğünde, bu gayri ahlaki alanda hangi dini konu ne kadar ele alınabilir diye düşünmek lazım. Herhangi bir kanal değişiminde ya da bir sosyal medya kanalının zaman tünelinde biraz yol aldığınızda veya bir sonraki videoya geçtiğinizde sizin nelerin beklediğini çoğu zaman bilemezsiniz.

Bir Fransız sosyolog modernizmin ortaya çıkışının din üzerinde dört etkisi olacağını öne sürmüştür. Bunlar, gerileme, uyarlama ve yeni yorum, muhafazakâr tepki ve yeniliktir. Bu etkilerin en kolay hakimiyet kuracağı alan medyadır. Sonuç ise dinin tahrif edilmesi olarak karşımıza çıkacaktır. Yani dini ve yaratıcıyı insan hayatından tamamen çıkarıp merkeze insanı koyan seküler dünya görüşü ile din anlatımı ya da din tebliği yapmak pek mümkün gözükmemektedir.

Medya, sekülerizm ve kapitalizmin etkisi altında olan, kavramlara farklı anlamlar yüklemenin sorun olmadığı, her şeyin rahatlıkla alınıp satıldığı ve hatta din anlatan hocaların dahi fahiş fiyatlara kanaldan kanala transfer olduğu bir alandır. Din karşıtı bütün güçlerin hakim olduğu bir alan olmasına rağmen o alanda var olmak zorunluluktur ama sağlıklı bir tebliğ sürecinin yürütülmesi ciddi bir tartışma konusudur. Nihayetinde insan hayatında din kutsal olması gerekirken, medyanın insanlara kutsal olarak sundukları, kadın, para, makam, modern ve lüks bir hayat, oyun ve eğlence, içki ve kumar gibi birçok kötülük olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bu kadar keşmekeşin içerisinde sıhhatli bir manevi atmosferin oluşması, insanların akıl ve duygularına doğru mesajın gönderilebilmesi yukarıda saydığımız saikler de dikkate alındığında pek mümkün gözükmüyor.

Medya dini değerlere uzaktır ve tanımaz. Kendi varoluşu ve devamlılığı için ne gerekiyorsa yapar, ne tüketilmesi gerekiyorsa tüketir. Bu bağlamda aşırı egoist ve fazlasıyla çıkarcıdır. Mesela 2012 yılında bir medya organının Ramazan ayı iftar menüsündeki şu ifadesi oldukça dikkat çekicidir: “Baharatlı tavuk ızgara yemeği için önerilen malzemeler, sekiz çorba kaşığı beyaz şarap…” Yani medyanın her hangi bir dini hassasiyetinin ya da kaygısının olduğunu söylemek çok doğru olmaz. Medya Ramazan ayında bu programları dini bir çalışma ya da gerçeklik dolayısı ile değil, toplumsal tepkiyi azaltmak, talep edilen konuyu arz etmek, reyting ve para kazanmak için yapar.

İhtiyaçları ve değerleri arasına sıkıştırılmış, borca esir olmuş, gündelik hayatın içerisinde ciddi bir mücadele veren insan medya sektörünün tezgahlarında sunulan ürünlerin kalite ayrımını yapamaz. Yani herhangi bir dini görüntülü programı izlemeye başlayan insan yarın aynı kanal üzerinden, dizilere, evlendirme programlarına, gayri ahlaki birçok yayına kapılır gider ama bunun farkına varamaz. Özellikle televizyon yayınları dikkate alındığında toplumsal olarak gözden kaçırdığımız bir büyük tehlike ise gayri ahlaki birçok şeyin artık olağan karşılanmaya başlanmasıdır. Şöyle ki, bundan 20 yıl önce bir filmde ya da dizide ortaya koyulan edep dışı bir sahneye tepki oranı bugün inanılmaz derecelerde minimize edilmiş durumda.

Ahlaksızlığın normalleşmesi, dinin zamanla örf, adet, gelenek ve göreneklere dönüşmesi, günahın sıradanlaşması ve bu tükenişe karşı refleksin zayıflamasının önüne geçilmezse artık medya kanallarında sunulan post modern, hedonist, seküler ve kapitalist hayat tarzının evlerimize kadar girdiğini görebiliriz. Farkındaysanız yavaş yavaş, manevi büyüklerimizin yerini popüler sanatçı ya da siyasilerin, okumanın yerini oyun ve eğlencenin, ibadetin yerini çılgınlığın, zevk ve sefanın, tefekkürün yerini içki ve uyuşturucunun aldığını görüyoruz. Daha dikkatli olmalı, medyadaki tehlikeyi görmeli, her türlü akıl oyunlarına, algı yönetimlerine rağmen kontrolün hala insanın bizatihi kendinde olduğunu bilmeli ve ona göre dikkatli davranmalı, tepkimizi ortaya koymalıyız. Aksi halde sanal olduğu halde gerçek olarak pazarlanan yeni dünya ürünlerinin zamanla dinimizin yerini aldığına şahitlik edebiliriz.

 

 

Eğitimde Teknoloji Entegrasyonu Sorunu

24883197_1636931229700260_6559335402316393658_o     Eğitim, en basit tanımıyla belli bir bilim dalında, belli bir konuda, bilgi ve beceri kazandırma, yetiştirme ve geliştirme süreci olarak ifade edilir. Eğitim denildiği zaman ilk akla gelen bir okul, okul idaresi, öğretmenler, sınıflar, masa ve sıralar, akıllı tahtalar, öğrenciler ve onların kullandığı materyallerdir. Hâlbuki zaman değişti, artık eğitim yöntem ve stratejileri, mekanları, araç ve gereçleri bambaşka bir hal aldı. Online eğitim, uzaktan eğitim, dijital eğitim gibi teknoloji çağının modern tanımları hayatımızda çoktan yerini almış oldu. Artık sosyal medyanın eğitim süreçlerindeki rolü tartışılıyor ve sosyal medyanın eğitime katkıları anlamında araştırma ve uygulamalar deneniyor. Batıda bazı okullar bu bağlamda proje okulu olarak denemeler yapıyor.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken, hala sosyal medya kullanımını bilinçsizce eleştiren, gençlerin sosyal medya kullanımına laf etmekten başka bir şey yapmayan, yeniliğe kapalı, teknolojik gelişmelerden uzak bir toplumla ve bir kısım öğretmenlerle karşı karşıyayız. Bugün teknoloji akıl almaz boyutlara ulaştı. Artık her şey cebimizde. Bir tıkla yapılamayacak iş kalmadı. Gelişen teknoloji hayatımızın değişmez bir parçası haline geldi. Genç nüfusu dünya ortalamasının çok üstünde olan bir ülkenin vatandaşlarıyız. Yapılan araştırmalar gençlerin günde ortalama 6-7 saatini sosyal medyada geçirdiğini, saatte ortalama 16 kez telefonuna baktığını gösteriyor. Bu da gençlerin her dört dakikada bir telefonunun ekranını açıp kapattığını ve sosyal medya kanallarını kontrol ettiğini gösteriyor.

Dünyanın en fazla sosyal medya takipçisi olan ülkelerinden birisi olarak özellikle genç nüfus dikkate alındığında eğitim ve sosyal medya konularının, milli eğitime entegrasyonu sağlanmalı ve bu konuda gerekli adımlar geç de olsa atılmalıdır. Yeni medya ve iletişim araçlarının genelindeki gelişimler dikkate alındığında eğitim dünyasının sosyal medyadan ayrı düşünülmesi akla ve mantığa aykırı bir durum haline gelmiştir. Sosyal medya artık sadece fotoğrafların değil, bilginin de paylaşılıp, en kolay şekilde ulaşıldığı bir mecra haline gelmiştir.

Şimdi dikkate almamız gereken can alıcı problemlerden biri de şudur; X, Y kuşaklarının ve özellikle öğretmenlerin önemli bir bölümünün sosyal medya ve yeni iletişim araçlarına olan ilgisizliği, duyarsızlığı ve yabancılığı. Daha ergenlik dönemine girmeden takipçi olarak sosyal medya aleminin birer temsilcisi olan gençlerimize, onların yaşadığı topraklara, nefes aldıkları iklime o kadar yabancıyız ki, bir türlü içinde bulundukları psikolojiyi anlamıyoruz, anlayamıyoruz, anlamak istemiyoruz. Bilmediğimiz toprakları nasıl sürebiliriz, yabancı olduğumuz bir araziye ne ekip kaldıracağımızı nerden bilebiliriz, hiç solumadığımız bir havada ne zaman ne yapacağımızı nasıl kestirebiliriz ki?

Özellikle eğitimle uğraşan kişilerin sosyal medya dünyasını, orada olup bitenleri bilmesi artık bir tercih meselesi değil bir zorunluluktur. Bugünün gençlerini tanımak, onların nelerden hoşlandığını, neleri sevmediğini, nasıl bir düşünce yapısına sahip olduklarını, onlarla nasıl iletişime geçilebileceğini kestirmek için, kısacası onları anlamak ve onlara bir şeyler anlatmak, öğretmek için onların dünyasına girmek zorundayız.

Buna ilk olarak sosyal medyanın, bazı fotoğraf ve videoların paylaşıldığı ve insanların bir birini takip edip paylaşımlarını beğendiği bir alandan daha fazlası olduğunu öğrenerek başlayabiliriz. Artık geleneksel eğitim metotlarının ötesinde bir dünyanın varlığını kabul etmek durumundayız. Bilgiye ulaşma hızının eski dönemlere nazaran milyon kat arttığı bir dönemdeyiz. Öğretmen bir konuyu anlatırken araştırmaya başlama imkânına sahip olunan bir dönemdeyiz. Tüm bu araştırmaların, bırakın masa üstü ve diz üstü bilgisayarları, artık cebimizde taşıdığımız akıllı telefonlardan yapıldığı bir dönemin içerisinden geçiyoruz. Bir başka araştırma Google üzerinden yapılan 100 milyar araştırmanın %50’den fazlasının mobil telefonlardan yapıldığını gösteriyor. Artık sadece batı ülkelerinde değil doğu ülkelerinde bile hükümetler tarafından teknolojiyi ve sosyal medyayı eğitimde daha iyi kullanmanın yolları araştırılıyor ve yatırımlar yapılıyor.

Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda ise öğrencilerin sosyal medya kanallarında boşa zaman harcadıkları, oyun oynadıkları, arkadaşları ile lüzumsuz uzun süreli konuşmalar yaptıkları, saatlerce video izledikleri doğrudur ama eğitimciler bu durumu düzeltebilir. Yani onların sosyal medya mecrasında öğrencileri ile aynı ortamda olması, birbirlerini takip etmeleri, onlarla sürekli iletişim halinde olmaları çözüme yönelik önemli adımlar olarak görülmektedir. İşte size okul dışında öğrencilerle vakit geçirecek bir alan; sosyal medya. Eğer öğretmenler öğrencileri ile birer arkadaş gibi ilgilenirse belki de kötü alışkanlık edinmelerine, uygunsuz ortamlarda bulunmalarına, yanlış kişilerle arkadaşlık etmelerine engel olabilirler. Yine öğrencilerin birer telefon bağımlısı olarak görülmesi de rahatsız edici durumlardan bir tanesi. Fakat şöyle bir gerçeği de göz ardı etmemek lazım. Artık akıllı telefonlarla o kadar çok iş hallediliyor ki, bu telefonların sürekli insanların elinde olması çok da yadırganacak bir durum olmasa gerek. Ya da en azından uygun olmayan ortamlar dışında, mesela tek başına bir gencin akıllı telefonu ile vakit geçirmesinden daha doğal bir şey olamaz.

Bugünkü okullarımızı ve okullarımızın sahip olduğu fiziki şartları bir düşünün. Özellikle devlet okullarından bahsediyorum. Bir de sosyal medya dünyasının renkli ve eğlenceli alanlarını düşünün. Bugün çocuklarımızın okula giderken neden bitkin ve yılgın okuldan çıkarken neşeli ve heyecanlı olduklarını düşünün. Post modern dünyayı, dijital çağı, web 2.0, 3.0 ve 4.0 teknolojilerini, Big Data yani büyük veriyi bilmek, tanımak ve bu gerçeklere uygun, aynı zamanda hazırlıklı yaşamak zorundayız. Sosyal medyayı, yeni medya ve ileri teknoloji aygıtlarını tanımak, bu çağın gereksinimlerine ayak uydurmak zorundayız. Dijital dünyanın eğitim süreçlerinde ne büyük katkılar sağlayabileceğini araştırmak öğrenmek suretiyle öğrencilerimizin eğitim öğretim dünyasına en büyük katkıları sağlayabiliriz.

Artık teknoloji dünyasının internet üzerinden canlı görüşme ve toplantı imkânlarını, Word, Exell ve PDF dosyaları başta olmak üzere birçok eğitim dosyasının paylaşımının kolaylığını, anında iletişim sistemleri ile ders dinleme, soru sorma olanaklarını ve buna benzer sayısız imkânı tanıyıp kullanmak, kaçınılmaz apaçık gerçekler olarak önümüzde durmaktadır. Öğrencilerimiz 3-5 MB’lık programlarla anadil ya da yabancı dil sözlük sorununu, slayt sunum problemlerini, ödev yapımlarında destek hizmetlerini kolaylıkla sağlayabilmektedirler. İstedikleri konularda belgesel, bilimsel veri ya da anlatımlara kolaylıkla hem yazılı, hem görsel ve işitsel ulaşabilmektedirler. YouTube gibi bazı sosyal medya kanalları artık koca koca okullar haline gelmiştir. Hatta biraz araştırma yapan ve biraz da teknik destek alan bir öğretmen kolaylıkla sosyal medya üzerinden kendi eğitim dünyasını kurgulayabilir, nitekim buna yüzlerce örnek bulunmaktadır.

Sonuç olarak, bugün internet dünyasında bulunan sosyal medya mecralarının tamamı teknik olarak eğitim alanında kullanılmaya uygun şekildedir. Asıl mesele bu mecralara bir öcü gibi bakmadan ve zaten içinden çıkaramayacağımız gençlerin arasına girerek onların kullanımlarını faydalı hale dönüştürebilmeyi başarmaktan geçmektedir. Sosyal medya ve yeni iletişim teknolojileri her öğretmene kendi okulunu kurabilme imkânı sunmaktadır. Eğer öğretmenlerimi gayret eder, araştırır, öğrenir ve planlarsa. Yani tek yapacakları yıllardır öğrencilerine anlattıklarını uygulamak. Okumak, araştırmak, çalışmak.

 

 

Sosyal Medyada Kudüs Müdâfaası

26678096_1757897970915663_2048076107963134006_o     Her şey Amerika’da yapılan son seçimlerde yürüttüğü kampanyalar ile bütün insanlığın tepkisini çeken ve ilginç bir şekilde Amerikan başkanı seçilen ırkçı ve İslam düşmanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararını açıklaması ile başladı. Müslüman dünya hızlı ve sert bir şekilde başta sosyal medya olmak üzere her alanda tepki vermeye başladı. Tabi ki en hızlı ve yoğun karşı koyuş sosyal medya üzerinden başladı ve devam etti, çünkü sosyal medya artık adeta vücudumuzun bir parçası haline geldi. Hemen elimizin altında, mermisi namluya verilmiş ve tetiği çekilmeye hazır bir silah gibi.

Bu zelil açıklamanın ertesi günü bir arkadaşımız Google’da “İsrail’in başkenti” diye arama yaptığını ve karşısına “İsrail’in başkenti Kudüs” cevabı çıktığını söyledi. Hemen akıllı telefonumdan teyit etmek üzere ben de yazdım ve aynı sonuçla karşılaştım. Bu satırları yazarken tekrar baktım yine aynı şekilde “İsrail’in başkenti Kudüs” sonucu çıkıyordu. Yani Kudüs İslam’ındır, Kudüs kırmızı çizgimizdir, yıkılasın İsrail gibi sloganlarla atılan belki de milyarlarca twittten, milyarlarca sosyal medya paylaşımından sonra. İslam İşbirliği teşkilatının toplanmasından ve sonuç bildirgesini yayınlamasından sonra. Günlerce sokaklarda yapılan sayısız eylemlerden, basın açıklamalarından, İstanbul Yenikapı’da ve Ankara’nın göbeğinde yapılan mitinglerden sonra. İslam dünyasının dört bir tarafında yapılan milyonların katıldığı sayısız eylemlerden sonra hala Google’a İsrail’in başkentini sorduğunuzda size utanmadan, sıkılmadan gayet net bir şekilde Kudüs cevabını veriyor.

Eğer Facebook, Twitter gibi sosyal medya kanallarına Trump’ın açıklamasının olduğu gün kendini nasıl hissediyorsun diye sorma imkânımız olsaydı muhtemelen “bomba gibi” cevabını alırdık. Çünkü bu mecralar, kanallar, uygulamalar Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak görmek isteyenlere ait. Bunun yanında özellikle sosyal medya başta olmak üzere yine sayısız çalışma büyük İsrail projesine hizmet etmek durumundadır.

Ortadoğu diye pazarlanan ama esasen bizim için yakın doğu olan topraklarda büyük İsrail projesinin ne olduğunu anlamadan, İsrail’in nasıl kurulduğunu bilmeden, doların nasıl ve kimler tarafından dünya parası yapıldığını, medyanın asıl işlevini, sosyal medyanın ne amaçla kurulup aslında nelere hizmet ettiğini bilmeden Trump’ın Kudüs açıklamasını anlayamayız. Ne zaman bu ve benzeri olaylar yaşansa ilk olarak Arap Baharını hatırlayın. Nasıl olur da bilmem kaç tane İslam ülkesini dolayısıyla milyonları etkileyen bir olay sosyal medyadan başlayıp yine sosyal medya üzerinden devam eder bağlamında düşünün.

Dikkat ederseniz batı dünyasının liderlerinin hiç bağırdığını göremezsiniz. Sessiz ve sakin açıklamalarla kararlarını ilan ederek başta İslâm dünyası olmak üzere kimseyi dikkate almadan yollarına devam ederler. Onlar adeta dünyanın efendileri gibi konuşup, yapıp ve yol alırken bizler, sosyal medyadan, meydanlardan bağırıyor, toplantılar yapıp dağılıyoruz. Onların dediği oluyor, biz sadece izliyoruz. Onlar üretiyor, biz sadece tüketiyoruz. Onlar yapıyor, biz sadece konuşuyoruz. Bu durum uzun zamandır aynı şekilde devam ettiği için artık İslâm dünyasının hiçbir tepkisini dikkate almıyorlar.

Peki ne yapılabilir? Tek bir hamleyi bu konu ile alakalı olarak örnek gösterebiliriz. İslâm dünyasının yöneticilerinin yaptırım içeren, sosyal, siyasal ya da ekonomik kararlar alamadığını görüyoruz. O zaman şu yapılabilir. Kudüs davasının savunucusu olan Müslümanların çoğu Facebook’un sahibinin Mark Zuckerberg isimli bir Yahudi olduğunu bilir. Sadece Türkiye’de on milyonlarca ve İslam dünyasında belki de milyara yakın kullanıcısı olan Facebook hesabı olanlar geçici süreliğine de olsa hesaplarını kapatsa. Özellikle şirket, sivil toplum hareketleri ve siyasi partiler hesaplarını kapatmak bir tarafa, akıl almaz rakamlara ulaşan sponsorlu paylaşımlarını kesse nasıl bir etki oluşur hiç düşündünüz mü? Bu belki iktisadi açıdan İslâm İşbirliği Teşkilatının açıklamasından daha etkili bir hamle olurdu.

Şimdi gelelim sosyal medyanın Müslümanlara sosyolojik açıdan verdiği zarara. Öncelikle şu konuya dikkat çekmek istiyorum. Sadece Kudüs sürecini değil, aşağı yukarı on yıldan fazla zamandır Müslümanların saha refleksini kaybettiğini görüyoruz. Bizim inancımıza yapılan her türlü saldırıya mutlaka cevap veriyoruz ama cevap verme şeklimiz haddinden fazla pasifleşti. Bunu, sosyal medyadaki tepki sayısının bazen meydanlara yüzde bire varan oranlarda yansıdığından net bir şekilde anlayabiliriz. Eğer sosyal medyada paylaşılan Filistin davası ile alakalı bir basın açıklaması duyurusunu bin kişi beğeniyor ve açıklamaya on kişi geliyorsa orada farklı şeyler oluyor demektir.

İşte tam da değinmek istediğimiz nokta burası. Şu an zihinlere oturan en büyük yanılgı şudur; tebliğ, mücadele ya da insanlığa faydalı işler yapma gayreti sadece sosyal medya üzerinden yapılamayacak kadar önemlidir. Hemen ardından şunu da ekleyelim. Aynı kavramlar bugünün dünyasında sosyal medyayı kullanmadan da savunulamayacak kadar önemlidir. Bizim dikkat çekmek istediğimiz konu sosyal medyanın bize farkında olmadan vurmak istediği sanal prangadır. Bugün hepinizin mutlaka bir tane sabah akşam sosyal medyadan durmadan paylaşım yapan ama evinden çıkmayan, hareket kabiliyetini yitirmiş, aksiyonun verdiği heyecan ve etkiyi unutmuş tanıdığı vardır. İşte bunlar asıl kendine getirilmesi gereken kitle olarak duruyor.

Geleneksel medya dönemlerinde yani tek yönlü iletişimin hâkim olduğu, insanların sadece dinleyici ya da izleyici olduğu dönemlerde tepki ister istemez aksiyona dönüşüyordu. Çünkü yaşanan hadiseler karşısında bir söz dahi söyleyemeyen bireyler meydanlarda hızlı bir şekilde organize olabiliyorlardı. Sosyal medya ile gelişen çift yönlü iletişim insanlara oturdukları yerden kendilerini düşüncelerini ifade edebilme imkânı verince artık insanlar yerlerinden kalkamaz hale geldiler. İşte bütün bunlar asla bir takımın tesadüfi teknolojik gelişmeler olarak ifade edilemez. Her sosyal medya ya da teknolojik yeniliğin mutlaka psikolojik ve sosyolojik açıdan da değerlendirildiğini bilmek durumundayız. Yoksa Amerika’da bazı devlet yetkililerinin sosyal medya kanallarının kurucuları ile zaman zaman yaptıkları toplantıları ve ne amaçla bu toplantıların yapıldığını izah edemeyiz.

Özet olarak sosyal medya kanalları esasen sosyalleşmenin önünde en büyük engel olan, insanı içtimai hayattan kopararak sanal bir hayata hapseden, RTÜK uygulamalarına takılmadan her türlü ahlaksız ve şiddet içerikli yayının kolaylıkla ulaşılabildiği teknolojik bir hapishaneye dönüşmüştür. Müslümanlar Osmanlı’dan sonra kürsüyü kaybetti. Kürsüden kasıt birlik, beraberlik, söz sahibi olmak ve tek merkezden güçlü ve yaptırım kabiliyeti olan sağlam bir irade demektir. İşte bugün yaşadığımız modern zamanın sorunları başta olmak üzere o tarihten itibaren yaşadığımız bütün sorunlar kürsünün kaybedilmesinden sonra başladı. Tabi bütün bu olumsuzlukların yanında şunu da ifade etmekte fayda var. Kutsal, ortak değerlerimize saldırı olduğunda Müslümanlar olarak bizlerin hala hızlı bir şekilde organize olarak bir araya gelebilme kabiliyetini kaybetmemiş olmamız sevindirici. Tüm eksiklerimizle birlikte.

Her şeye rağmen Kudüs İslâm’ındır, Müslümanlar Kudüs’ten ve Filistin davasından asla vazgeçmeyecektir.