Hiçim Hiç

26220500_1675855199141196_8953386170680151716_o     “Ben”, dünya yaratılmadan önce başlayıp şimdilerde öz çekim çubukları vasıtasıyla sosyal medyada hayat bulan ve kıyamete kadar da devam edecek olan en büyük tehlike. “Ben”, namı diğer kibir, gurur ve modern tanımı ile ego. Karşı taraftan bakarsanız “sen” diye okunur. Yani çoğu zaman “ben” belasını başa saran “sen” diyerek insanı ateşe atan kitlelerdir. “Sen başkasın abi, neden sen değil de o, sen daha layıksın, aslında senin hakkındı, seni kıskanıyor da ondan” derken bir bakarsınız koskoca bir “ben” çıkmış ortaya. Artık kimsenin önünde durmaya bile cesaret edemediği koskoca bir “ben”.

Hadise ilk olarak şeytanın Ben’i ile başladı. “Ben dumansız ateşten yaratıldım!” demişti. “Dumansız ateşten yaratılan topraktan yaratılana secde eder mi!” dedi ardından. Eğer Ben’in penceresinden bakarsanız, ona göre doğru bir yaklaşım, çünkü Ben tehlikedir. Sonra şeytanın tecrübesi olayı akıllı telefonların ön kamerasına kadar taşıdı. Ben! Neden başkalarını çekeyim? Neden fotoğrafta ben de olmayayım? Ben’siz olur mu? Egoizme giden yolları açın gerisini oluruna bırakın demiş şeytan sanki. Gençlerin ne olduğunu tarif bile edemediği moda, medyanın pompaladığı popülizm, bireyselliğin tavan yaptığı bir artı bir dairelerde yaşam, asosyal hayatın mimarı sosyal medya, arkadaşlığı can evinden vuran yeni nesil oyunlar, bunların hepsi egoizmi hedef alır ve değerleri yok eder.

Mübarek şehadet makamını bile uğruna sömürdüğümüz egoizmden bahsediyorum. Kardeşime soruyorum: “şehidimize yönelik paylaşımının içinde biraz ego var mı acaba? Ne güzel paylaşım yapıyor desinler, daha fazla beğeni alsın, daha fazla kişi beni takip etsin diye bir kaygı var mı? Acaba?” Biz birbirimizi tanıyoruz kardeşim. Sen güzel konuşuyorsun, afili cümleler kuruyorsun ama yaşamıyorsun ve her geçen gün popüler kültür bataklığında yok olmaya devam ediyorsun.

Sosyal medya ile egoizm muhtemelen en güçlü dönemine ulaştı. Siz arkadaşlarınızın aile fotoğraflarını, neşeli anlarını, yaptıkları çalışmaları izlerken diğer taraftan gizli mesajlarla da muhatap oluyorsunuz. “Klas mekânlarda dolaşıyorum, her yeri geziyorum, para bende, makam bende, lüks ortamlarda vakit geçiriyorum, en lezzetli yemekleri ben yiyorum, Ben çok önemli bir insanım.” Bunlar tılsımı bozan haller ve tılsım çoktan bozuldu.

Artık insanların anlattıklarına ya da CV dosyalarına bakmanıza gerek yok. Sosyal medya hesapları size en samimi bilgiyi verecektir. Sadece biraz psikoloji ve sosyoloji bilmeniz gerekli belki biraz da pazarda insan ağzı görmüş olmanız lazım yani azıcık hayat tecrübesi.

“Sen benim bu âlemde namımı duymadın mı hiç? Ben bir hiçim, hiç!” der Hz. Mevlana. Tabi ki nihilist bir bakış açısıyla değil, tasavvufi anlamda hiç. Hiç, derin bir mana taşır, güçlü bir slogandır, kendini ve haddini bilmeyi ifade eder. Kısacası “hiç” bencilliğe verilecek en güzel cevaptır.

Post modern dünya “ben” diye haykırıyor, bizim inancımız “biz” diye fısıldar, kemâlât ise “önce kardeşim” diyerek bağrına basar. İnsan bencillikten kurtulmadan huzura kavuşamaz, ruhunu dinlendiremez, gerçek aşkı bulamaz. Aşk mutlu olmaktan ziyade mutlu etmektir. Daha fazla mutlu olmak için, benliğinizden geçin, mutlu edin.

 

Eğitimde Teknoloji Entegrasyonu Sorunu

24883197_1636931229700260_6559335402316393658_o     Eğitim, en basit tanımıyla belli bir bilim dalında, belli bir konuda, bilgi ve beceri kazandırma, yetiştirme ve geliştirme süreci olarak ifade edilir. Eğitim denildiği zaman ilk akla gelen bir okul, okul idaresi, öğretmenler, sınıflar, masa ve sıralar, akıllı tahtalar, öğrenciler ve onların kullandığı materyallerdir. Hâlbuki zaman değişti, artık eğitim yöntem ve stratejileri, mekanları, araç ve gereçleri bambaşka bir hal aldı. Online eğitim, uzaktan eğitim, dijital eğitim gibi teknoloji çağının modern tanımları hayatımızda çoktan yerini almış oldu. Artık sosyal medyanın eğitim süreçlerindeki rolü tartışılıyor ve sosyal medyanın eğitime katkıları anlamında araştırma ve uygulamalar deneniyor. Batıda bazı okullar bu bağlamda proje okulu olarak denemeler yapıyor.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken, hala sosyal medya kullanımını bilinçsizce eleştiren, gençlerin sosyal medya kullanımına laf etmekten başka bir şey yapmayan, yeniliğe kapalı, teknolojik gelişmelerden uzak bir toplumla ve bir kısım öğretmenlerle karşı karşıyayız. Bugün teknoloji akıl almaz boyutlara ulaştı. Artık her şey cebimizde. Bir tıkla yapılamayacak iş kalmadı. Gelişen teknoloji hayatımızın değişmez bir parçası haline geldi. Genç nüfusu dünya ortalamasının çok üstünde olan bir ülkenin vatandaşlarıyız. Yapılan araştırmalar gençlerin günde ortalama 6-7 saatini sosyal medyada geçirdiğini, saatte ortalama 16 kez telefonuna baktığını gösteriyor. Bu da gençlerin her dört dakikada bir telefonunun ekranını açıp kapattığını ve sosyal medya kanallarını kontrol ettiğini gösteriyor.

Dünyanın en fazla sosyal medya takipçisi olan ülkelerinden birisi olarak özellikle genç nüfus dikkate alındığında eğitim ve sosyal medya konularının, milli eğitime entegrasyonu sağlanmalı ve bu konuda gerekli adımlar geç de olsa atılmalıdır. Yeni medya ve iletişim araçlarının genelindeki gelişimler dikkate alındığında eğitim dünyasının sosyal medyadan ayrı düşünülmesi akla ve mantığa aykırı bir durum haline gelmiştir. Sosyal medya artık sadece fotoğrafların değil, bilginin de paylaşılıp, en kolay şekilde ulaşıldığı bir mecra haline gelmiştir.

Şimdi dikkate almamız gereken can alıcı problemlerden biri de şudur; X, Y kuşaklarının ve özellikle öğretmenlerin önemli bir bölümünün sosyal medya ve yeni iletişim araçlarına olan ilgisizliği, duyarsızlığı ve yabancılığı. Daha ergenlik dönemine girmeden takipçi olarak sosyal medya aleminin birer temsilcisi olan gençlerimize, onların yaşadığı topraklara, nefes aldıkları iklime o kadar yabancıyız ki, bir türlü içinde bulundukları psikolojiyi anlamıyoruz, anlayamıyoruz, anlamak istemiyoruz. Bilmediğimiz toprakları nasıl sürebiliriz, yabancı olduğumuz bir araziye ne ekip kaldıracağımızı nerden bilebiliriz, hiç solumadığımız bir havada ne zaman ne yapacağımızı nasıl kestirebiliriz ki?

Özellikle eğitimle uğraşan kişilerin sosyal medya dünyasını, orada olup bitenleri bilmesi artık bir tercih meselesi değil bir zorunluluktur. Bugünün gençlerini tanımak, onların nelerden hoşlandığını, neleri sevmediğini, nasıl bir düşünce yapısına sahip olduklarını, onlarla nasıl iletişime geçilebileceğini kestirmek için, kısacası onları anlamak ve onlara bir şeyler anlatmak, öğretmek için onların dünyasına girmek zorundayız.

Buna ilk olarak sosyal medyanın, bazı fotoğraf ve videoların paylaşıldığı ve insanların bir birini takip edip paylaşımlarını beğendiği bir alandan daha fazlası olduğunu öğrenerek başlayabiliriz. Artık geleneksel eğitim metotlarının ötesinde bir dünyanın varlığını kabul etmek durumundayız. Bilgiye ulaşma hızının eski dönemlere nazaran milyon kat arttığı bir dönemdeyiz. Öğretmen bir konuyu anlatırken araştırmaya başlama imkânına sahip olunan bir dönemdeyiz. Tüm bu araştırmaların, bırakın masa üstü ve diz üstü bilgisayarları, artık cebimizde taşıdığımız akıllı telefonlardan yapıldığı bir dönemin içerisinden geçiyoruz. Bir başka araştırma Google üzerinden yapılan 100 milyar araştırmanın %50’den fazlasının mobil telefonlardan yapıldığını gösteriyor. Artık sadece batı ülkelerinde değil doğu ülkelerinde bile hükümetler tarafından teknolojiyi ve sosyal medyayı eğitimde daha iyi kullanmanın yolları araştırılıyor ve yatırımlar yapılıyor.

Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda ise öğrencilerin sosyal medya kanallarında boşa zaman harcadıkları, oyun oynadıkları, arkadaşları ile lüzumsuz uzun süreli konuşmalar yaptıkları, saatlerce video izledikleri doğrudur ama eğitimciler bu durumu düzeltebilir. Yani onların sosyal medya mecrasında öğrencileri ile aynı ortamda olması, birbirlerini takip etmeleri, onlarla sürekli iletişim halinde olmaları çözüme yönelik önemli adımlar olarak görülmektedir. İşte size okul dışında öğrencilerle vakit geçirecek bir alan; sosyal medya. Eğer öğretmenler öğrencileri ile birer arkadaş gibi ilgilenirse belki de kötü alışkanlık edinmelerine, uygunsuz ortamlarda bulunmalarına, yanlış kişilerle arkadaşlık etmelerine engel olabilirler. Yine öğrencilerin birer telefon bağımlısı olarak görülmesi de rahatsız edici durumlardan bir tanesi. Fakat şöyle bir gerçeği de göz ardı etmemek lazım. Artık akıllı telefonlarla o kadar çok iş hallediliyor ki, bu telefonların sürekli insanların elinde olması çok da yadırganacak bir durum olmasa gerek. Ya da en azından uygun olmayan ortamlar dışında, mesela tek başına bir gencin akıllı telefonu ile vakit geçirmesinden daha doğal bir şey olamaz.

Bugünkü okullarımızı ve okullarımızın sahip olduğu fiziki şartları bir düşünün. Özellikle devlet okullarından bahsediyorum. Bir de sosyal medya dünyasının renkli ve eğlenceli alanlarını düşünün. Bugün çocuklarımızın okula giderken neden bitkin ve yılgın okuldan çıkarken neşeli ve heyecanlı olduklarını düşünün. Post modern dünyayı, dijital çağı, web 2.0, 3.0 ve 4.0 teknolojilerini, Big Data yani büyük veriyi bilmek, tanımak ve bu gerçeklere uygun, aynı zamanda hazırlıklı yaşamak zorundayız. Sosyal medyayı, yeni medya ve ileri teknoloji aygıtlarını tanımak, bu çağın gereksinimlerine ayak uydurmak zorundayız. Dijital dünyanın eğitim süreçlerinde ne büyük katkılar sağlayabileceğini araştırmak öğrenmek suretiyle öğrencilerimizin eğitim öğretim dünyasına en büyük katkıları sağlayabiliriz.

Artık teknoloji dünyasının internet üzerinden canlı görüşme ve toplantı imkânlarını, Word, Exell ve PDF dosyaları başta olmak üzere birçok eğitim dosyasının paylaşımının kolaylığını, anında iletişim sistemleri ile ders dinleme, soru sorma olanaklarını ve buna benzer sayısız imkânı tanıyıp kullanmak, kaçınılmaz apaçık gerçekler olarak önümüzde durmaktadır. Öğrencilerimiz 3-5 MB’lık programlarla anadil ya da yabancı dil sözlük sorununu, slayt sunum problemlerini, ödev yapımlarında destek hizmetlerini kolaylıkla sağlayabilmektedirler. İstedikleri konularda belgesel, bilimsel veri ya da anlatımlara kolaylıkla hem yazılı, hem görsel ve işitsel ulaşabilmektedirler. YouTube gibi bazı sosyal medya kanalları artık koca koca okullar haline gelmiştir. Hatta biraz araştırma yapan ve biraz da teknik destek alan bir öğretmen kolaylıkla sosyal medya üzerinden kendi eğitim dünyasını kurgulayabilir, nitekim buna yüzlerce örnek bulunmaktadır.

Sonuç olarak, bugün internet dünyasında bulunan sosyal medya mecralarının tamamı teknik olarak eğitim alanında kullanılmaya uygun şekildedir. Asıl mesele bu mecralara bir öcü gibi bakmadan ve zaten içinden çıkaramayacağımız gençlerin arasına girerek onların kullanımlarını faydalı hale dönüştürebilmeyi başarmaktan geçmektedir. Sosyal medya ve yeni iletişim teknolojileri her öğretmene kendi okulunu kurabilme imkânı sunmaktadır. Eğer öğretmenlerimi gayret eder, araştırır, öğrenir ve planlarsa. Yani tek yapacakları yıllardır öğrencilerine anlattıklarını uygulamak. Okumak, araştırmak, çalışmak.

 

 

Bu Bir İşgal Girişimidir

24273923_1635371743189542_8661750758486826287_o     Şöyle bir yokluyorlar, bazen sinema ile bazen birkaç karikatürle ya da bir dizi film ile. Sonra koltuklarına kasılıp seyrediyorlar neler oluyor, nasıl tepki veriyorlar diye. Tepkinin dozajına göre ayarlama devam ediyor. Bazen kavramlarla, televizyon programlarıyla, tişörtlerin üzerine uygulanan baskılarla ve buna benzer birçok yolla bu yoklamalar devam ediyor. Bunu yeni dünya düzeninin post modern işgal girişimi olarak adlandırabiliriz.

Kardeşim şöyle bir etrafına baksana! Bu manzara kolaylıkla oluşmadı. Mesela kaç tane ana dilde tabela var say bakalım. Şu şehirlerin en büyük ana caddelerinde sıra sıra dizilen bankalar ne iş yapar bilir misin? Kaç tanesi yerli kaçı yabancı o bankaların? Anlata anlata bitiremediğimiz duble yollarımızın üzerinde son gaz giden araçların markalarına dikkat ettin mi? Eskiden en azından Hacı Murat, Anadol, Doğan, Şahin diye Türkçe isimli montaj sanayi ürünü araçlar vardı. Şimdi onlar da azınlıkta. Hatta tek yerli olarak tarihin tozlu garajlarında hapsedilen Devrim otomobilini hiç göstermedi ocağı tütesiceler.

Kardeşim, sana post modern işgalden bahsediyorum. “Devleti yaşat ki, sömürü devam etsin” anlayışı ile devam eden işgal. Yıkarsan nasıl sömürebilirsin? Ne öldüreceksin, ne de olduracaksın ki iliklerine kadar tüketebilesin. En kötüsü de bizi bizden edip ardından bunu normalleştirmeleri. zamanla alışmak ve artık olağan karşılamak ne kadar da tehlikeli aslında. Yaşı 25’in altındakiler pek bilmez, bundan 20 yıl öncesine kadar bizim oralarda Ramazan ayında lokantalar kapatılırdı. Sizin oralar neresi diye sormanıza gerek yok muhtemelen sizin oralarda da durum farklı değildi. Lokantalar diyorum çünkü o zamanlar fast food pek yoktu. Hani şu meşhur mek danıltslar, börgır kingler falan. İslam olmasa da İslami hassasiyet biraz da insanlık vardı. İnanca saygı vardı. İnsanlar sokakta yiyip içmezdi! Çağdaşlaştıkça geriliyoruz kardeşim. Hem de cilalı taş devrine doğru.

Tespihler çekiliyor, namazlar kılınıyor, başlar örtülü, ellerde Kuran, minarelerde ezan, saçlar Amerikan, traşlar sinek kaydı, kıyafet Avrupai, ayakkabılar Çin malı, zihinler bulanık, düşünce felsefi, iman eleştirel, kotlar yırtık derken böyle değişik bir dünyalı olduk çıktık. Yavaş yavaş, azar azar, bize bir haller oldu. Benim bile bu satırları yazarken daha da dikkatimi çekti. Hakikaten ne hale gelmişiz yahu. Tabi bir de buraya satırların arasına edebimizden dolayı alamadığımız gerçekler var. Yazmayı bırakın konuşmaya cesaret edemediğimiz, düşünürken çıldırtan gerçekler. Aman Allah’ım.

Üretemeyen kitleler tüketim toplumuna dönüşüyor. Haliyle üretenler isim hakkına sahip oluyor, tüketenler de o ismi kullanıyor. Onun için Facebook, Youtube, Twitter var, yüz kitabı, senin kanalın diyeceğim ama kanal kelimesi de İngilizce ya da cıvıltı yok. Çünkü ruh yok, heyecan yok, azim yok, gayret yok, çalışma yok, plan yok, program yok, hedef yok, ideal yok.

Şimdi biz bu konuyu ele aldık çünkü üzerine düşünüyoruz. Siyasiler kürsülerden konuşuyor mu? Evet. Diğer taraftan memleketimizin çok muhterem hocaları vaazlarında bu konuları hep dile getiriyor mu? Evet. Eğitim kurumlarımızda öğretmenlerimiz bunları bilmiyor mu? Biliyor. Konuşmuyor mu? Elbette konuşuyor. Televizyonlarda sık sık tartışma programlarında bu konular enine boyuna müzakere edilmiyor mu? Elbette. Değişen bir şey var mı? Yok. Peki süreç daha iyiye mi gidiyor yoksa kötüye mi? Kötüye. Tabi konuya duble yollar, köprüler, hava alanları, yeni açılan imam hatipler açısından bakarsak ne olur? Yine bir şey değişmez.

Tamam. Başka sorum yok. Allah’a emanet olun.

Küresel Şirketlerin Medya Yönetimi

23622187_1621401444586572_2253475942665797513_n

Gazeteler, radyo, televizyon derken son olarak sosyal medya kanalları ile medya artık her alanda hayatımızın önemli bir kısmını işgal etmiş oldu. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. En küçük işletmeler dahi kendilerine medya sektörünün herhangi bir alanında yer bulmak ve reklam tanıtım ayağını kurgulamak zorunda. Aksi halde şirketlerin var olmaları, kendi sektörlerinde yer edinmeleri ve sürdürülebilir olmaları mümkün gözükmüyor.

Post modern dünyada herhangi bir şirketin marka olabilmesi ve bu markanın yok olma tehlikesinden uzak durarak varlığını devam ettirebilmesi başlı başına bir problemdir. Reklam ve tanıtıma dev bütçeler ayırmayan şirketlerin marka olabilmesi ise neredeyse imkansızdır. Son yıllarda ise sadece ana akım medya üzerinden yürütülen yüksek bütçeli reklamlar bile yeterli gelmemektedir. Özellikle genç neslin neredeyse hiç televizyon izlememesi, ortalama her bir insanın en az üç yada dört sosyal medya hesabının olması, yine genç neslin haber alma kaynağı olarak da sosyal medya hesaplarını yada akıllı telefon uygulamalarını kullanması bütün şirketlerin reklam ve tanıtım çalışmalarını sosyal medya kanalları üzerinden ayrıca kurgulaması gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Sosyal medya kullanımının artması, her girişimcinin şirket işlemlerini bitirir bitirmez şirket adına bir sosyal medya hesabı açmasını zorunlu hale getirmiş durumda. Küresel şirketleri ele aldığımızda durum çok daha ilginç boyutlara ulaştı bile. Bugün bırakın küresel şirketleri orta ölçekli işletmelerin dahi sosyal medya yöneticileri ya da kurumsal olarak sosyal medya yönetimini devrettikleri yönetici/danışman firmaları var. Artık sosyal medyada var olmadan bir şirketin hayatına devam etmesi pek de mümkün gözükmüyor. Hele hele bu şirket küresel ölçekte iş yapıyorsa durum çok daha farklı noktalara ulaşmış bulunuyor.

Burada şirketlerin sosyal medya üzerinden yaptıkları reklam ve tanıtım çalışmalarından bahsediyoruz. Yani e-ticaret konusu bahsimizin dışında yer alıyor. Son yıllarda popülaritesi ve kullanımı her gün biraz daha artan e-ticaret ayrıca değerlendirilmesi gereken bir büyük alanı ifade ediyor. Sadece e-ticaret üzerine açılan web adresleri, sosyal medya kanallarının    e-ticaret amaçlı kullanımı akıl almaz boyutlara ulaştı bile. Bu konuyu başka bir yazımızda müstakil olarak ele almak üzere burada noktalayarak biz yine konumuza dönelim.

Sadece işletmelerin değil, vakıf, dernek, siyasi parti ve sair tüm kurumların sosyal medya hesapları bulunmaktadır. Tıpkı işletmelerde olduğu gibi hangi kurum ya da kuruluş olursa olsun sosyal medya hesabı olmadan toplumda yer edinmek gibi bir konu söz konusu bile değildir. Bugün, kişi, kurum ve kuruluşların neredeyse tamamına yakını sosyal medya hesapları açıyor. Bu durum çok da zor değil ve hatta bir sosyal medya hesabının açılmasının kolaylığı, maliyetinin olmaması meselenin çok daha basit gibi görülmesine sebep olsa da aslında konu bir sosyal medya hesabı açmakla bitmiyor, bilakis sosyal medya hesabı açtıktan itibaren başlıyor.

Günümüz dünyasında neredeyse tüm işletmelerin sosyal medya hesabı olmasına rağmen çok azının bu alanda başarılı olduğu görülmektedir. Bunun sebepleri özetle, sosyal medya kullanımının bilinmemesi ve bu sebepten ortaya çıkan yanlışlıklar, kalitesiz ve hatalı paylaşımlar, nitelikli içerik üretiminin olmaması, stratejik kullanım hataları gibi durumlardan kaynaklanmaktadır. Özellikle sosyal medya kullanımında profesyonel destek alınmaması, konuya hakim olmayan kişilerin istihdam edilmesi, takipçi psikolojisini bilmeden ortaya konulan reklam ve tanıtım çalışmaları, yetersiz personel ve bütçe ile iş çıkarma gayreti gibi sebepler arzu edilen sonucun aksine durumların oluşmasına vesile olmaktadır.

Yukarıda kısaca özetlediğimiz hususlara dikkat eden küresel şirketlerin sosyal medyayı en nitelikli şekilde kullandıkları ve istedikleri etkiyi fazlası ile başardıkları bilinmektedir. Bu bağlamda gereken tüm tedbirleri almalarına rağmen bazen bu şirketlerin dahi zorluklarla karşılaştıkları da görülmektedir. Mesela ülkemizin en büyük hava yolu şirketlerinden birisinin sosyal medya üzerinden yürüttüğü bir sosyal sorumluluk projesinde karşılaştığı zorluk bu konuya verilecek önemli örneklerden biridir. Geçtiğimiz yıllarda Van’da yaşanan deprem felaketine karşı her sayfa beğenisine bir miktar yardım yapma taahhütü toplum tarafından depremzedelerin içinde bulundukları durumun suiistimal edilmesi olarak algılanmış ve şirket büyük bir toplumsal tepki ve dolayısıyla zarar ile karşı karşıya kalmıştır. Yani sosyal medya kullanımı kolay gözükse de çok kırılgan bir yapıya sahiptir. En ufak bir hatanın bir anda toplumsal bir trajediye dönüşmesi an meselesidir. Yine buna benzer örnekleri sıklıkla, özellikle siyasilerin ve popüler kişilerin zaman zaman sosyal medya hesapları üzerinden yaptıkları açıklamalardan sonra ülke gündemine bomba gibi düştüklerini ve ne zor zamanlar geçirdiklerini bilmeyen yoktur.

Yine küresel şirketler bağlamında konuyu ele alacak olursak, sosyal medya dünyasının en nitelikli kullanıcılarının onlar olduğunu görüyoruz. Yani, hem geleneksel hem de yani medya kanallarında kontrol yine küresel şirketlerin elinde. Birçok küresel marka, medya çalışmalarından dolayı müşteriyi kendisini aramaya sevk ediyor. Kullanımın haram mı, helal mi olduğu tartışılan bir içecek markası Ramazan ayında duygulara ve insan psikolojine yönelik yaptığı başarılı bir reklam çalışması neticesinde sofralarımızın baş köşesini işgal edebiliyor. Yine iyi bir reklam, küresel bir markanın, hak ettiğinin çok üzerinde bir tutarın ödenerek kendisine sahip olunmasına sebep olabiliyor. Bir başka marka, yine reklam çalışmalarındaki başarı neticesinde kendisine sahip olmanın bir ayrıcalık olduğu duygusunu işleyebiliyor.

Sosyal medyanın bizatihi kendisinde de aynı algı söz konusu. Bugün hepimizin elinde akıllı telefonlar var çünkü herkes akıllı telefon kullanıyor. Hepimizin Facebook hesabı var çünkü herkesin Facebook hesabı var. Hepimiz Whatsapp üzerinden haberleşiyoruz çünkü Whatsapp’ı olmayan garip karşılanıyor. Hepimizin Twitter hesabı var çünkü takip edilme arzusu psikolojik bir konu. Lise çağındaki gençlerimizin çoğu Instagram kullanıyor çünkü arkadaşlarının çoğu aynı hesap üzerinden iletişim halinde.

Diğer küresel markalarda da durum bundan çok farklı değil. Sebebi çok bilinmese de Swatch marka saat takmak bir ayrıcalık meselesi, gençler spor ayakkabı alacaksa bu Nike ya da Adidas olmak zorunda, kot Mavi Jeans olmazsa rahat edilemiyor, gözlük eğer Rayban ise anlamlı, eğer kola içen birisi iseniz bu Coca Cola olmak zorunda, kahveyi Starbucks’tan içmek durumundasınız ve daha neler neler. Peki neden? Bu algı nasıl oluştu? Mutlaka bahsi geçen markaların ortaya koydukları bir kalite var ama onları diğerlerinden ayıran konu insan psikolojini iyi bilmeleri, reklam ve tanıtımda başarılı olmalarıdır. Bir vesile ile medya üzerinden kendilerinin farklı olduğu algısını oluşturmayı başarmış olmalarıdır.

Aslında hemen her küresel markanın bir muadili var ama onları ayakta tutan ve vazgeçilmez oldukları algısını oluşturan sebeplerin başında reklam ve algı yönetimi gelmektedir. Bir diğer enteresan detay ise geleneksel dönemlerden bugüne her zaman reklam çalışmalarına önem vermiş olmalarıdır. Mesela hatırlarsanız, daha köy bakkallarının ilk açıldığı yıllarda bakkal tabelalarına Coca Cola’nın sponsor olması. Pazarlama ağının Amerika’dan Anadolu’nun en ücra köylerine kadar uzanabilmiş olması. İşte bu reklam ve tanıtım faaliyetlerinin gücünün bir göstergesidir. Meşhur bir anlatım vardır, Yahudi bir iş adamı şöyle der, “eğer 10 liram varsa bunun 9 lirasını reklama harcarım.” İşte bu örnek belki de başından beri anlatmak istediklerimizi en güzel şekilde özetlemektedir.

Son olarak, marifet, bağırmak, protesto etmek değil, eğer ortada istemediğimiz halde bile olsa bir başarı varsa, buna kızıp karşı propaganda oluşturmak yerine, bu başarının sebeplerini araştırıp daha iyisini ortaya koyabilmektir. Onlar başardıysa, biz de başarabiliriz.

Dünya

22519863_1591843064209077_5204212592722308841_o     Yaşanan her gün aslında dünü ve yarını içerisinde barındırır. Anı yaşarken, dünü hatırlar, yarını planlarız. Yaşam yarınlar için devam eder. Ortaokula gidebilmek için ilkokula başlar, liseye gidebilmek için ortaokula devam ederiz. Zaten kesintisiz, zaten zorunlu olarak. Evlilik ve iyi bir iş için üniversiteye başlarız. Yoksa perişan oluruz, maazallah tamirci, terzi, boyacı yada inşaat işçisi oluruz, tabi onlar iş değil ya! O işleri yapanlar insan değil ya! Aile sahibi olmak, çoluk çocuğa karışmak için evleniriz. Akşam eve ekmek getirebilmek için sabah işe gideriz. Çocuklarımızın geleceği için iş planları yaparız. Sonra torunlarımız için daha fazla çalışırız. Hatta emeklilik dönemimiz gelir ama emekli olmayız. Diğer taraftan rahat bir emeklilik hayatı için birikim yaparız. Ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ederiz. Hiç ölmeyecekmiş gibi.

Bazen arabesk tadında anlamlandırmak lazım hayatı. Üstat Urfa’lı İbrahim efendinin dediği gibi; “Bitmeyecek sandığımız, rüyasına daldığımız, bile bile kandığımız, ölüm gerçek ömür yalan.” Siz de düşünmüşsünüzdür, acaba hayat mı gerçek rüya mı diye? Aslında hayat dediğimiz rüya, rüya zannettiğimiz de gerçek olmasın. Dokunup hissettiğimiz, etten kemikten olan biz gerçeksek o zaman neden beden toprak olurken yola ruhla devam edilir ki? Peki ya algılara inanan ve apaçık gerçekleri kabul etmeyen kitlelere ne demeli! Bize gösterilene aldanıp, gizleneni fark etmemek bu kadar zor olmamalı. Gerçek, her şart altında doğru ve değişmez olansa diye devam etmeyelim, fazla kafa karıştırmadan biz konumuza dönelim.

Hani yağmur duasına çıkan bir topluluk vardı ama içlerinden sadece bir çocuk elinde şemsiye ile gelmişti ya. Heh, işte aslında anlatmak istediğim o çocuğun ruh hali. Hayat, düşünce, söylem ve eylemden ibaretse, bu üç olgu arasında bir mantık örgüsü olması lazım. Eğer yağmur duasına çıkıyorsak yola inanarak çıktığımıza dair delilimiz olması lazım, şemsiye gibi. Bir düşünceyi, söyleme geçirdikten sonra eğer tavrımızla da bütünlüğü sağlayamadıysak o vakit nasıl hakikatten bahsedebiliriz ki? Sigara içen bir baba evladına sigara hakkında bir şey konuşmazsa belki o çocuk ileride sigaraya başlamayabilir ama “evlat, sakın sigara içme, bak bu meret çok zararlı” falan derse o çocuk ileride büyük ihtimalle sağlam bir tiryaki olur. Bir babadan evladına karşı en beklenmeyen durum muhtemelen söylem eylem tutarsızlığıdır. Hakikati arıyoruz ya, insan sormadan edemiyor; “duvara kafa atmak mı yoksa dokuz aylık hamile bir kadının katledilmesi mi daha çok can yakar?”

Zavallı insan bazen ümitsizliğe düşer. Yani hayat hakikati anlamakla da yetmiyor. İnsan sabah uyanacağı ümidiyle her gece başını yastığa koyup uyuyabiliyorsa neden başka konularda ümitsizliğe kapılsın ki? Son bir madde ile bitireyim. Sanki mükemmel olarak dünyaya gelip büyüdükçe köreliyor gibiyiz. Bir çocuğun bakış açısı, hisleri, gerçekçiliği her daim örnek alınası gibi geliyor bana. Yani onlardan öğreneceğimiz çok şey varken hep anlatan biziz. Zaten öğretme, dikte etme kaygısı öğrenmenin önünde büyük bir engel değil mi? Haksız mıyım? Bence öyle. Tartışılabilir de ama tartışabilirseniz.

Tekrar konumuza dönersek, modern ötesi dünyanın en büyük problemlerinden biri güven olduğu halde, neden havaya fırlattığınız bir çocuk kahkahalarla güler hiç düşündünüz mü? Hatta yerden hışımla alarak sanki ona kızarmış gibi havaya fırlattığınız halde! Çünkü o çocuğun, sizin onu tekrar kucaklayıp, bağrınıza basacağınıza olan inancı tamdır. Çünkü o çocuk size güvenir. Bize ne yapıyorlar da büyüdükçe insani değerlerden uzaklaşıyoruz abi?

Kişilik Özellikleri Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı

22450079_1588663171193733_2877118838778207470_nKişilik kelimesi sözlükte kısaca, “bir kimseye özgü belirgin özellik, manevi ve ruhi niteliklerinin bütünü, şahsiyet” olarak geçmektedir. Köken olarak Latince “Persona” kelimesinden gelmektedir. Eski Roma döneminde tiyatro oyuncularının yüzlerine taktıkları maske olarak da bilinmektedir. Sosyolojide ise bireyin toplumsal hayatı içinde edindiği alışkanlıkların ve davranışların tamamı olarak ifade edilmektedir. İnsan kişiliği, kişinin hayatı boyunca içerisinde bulunduğu toplum, kültür ve inanış biçimlerine, bunun yanında örf ve adetlerine göre şekillenmektedir. Her insan farklı hal ve tavırlar içerisinde bulunabilir. Eski Roma örneğinden yola çıkacak olursak, her insan hayatı boyunca farklı maskeler kullanabilir. Bir insanın evdeki tavır ve davranışları şüphesiz iş hayatındakilerden yada arkadaş ortamındakinden farklılık arz edebilir. Modern ötesi dünyada bu farklı davranış biçimlerinin en bariz örneklerini kişilerin sosyal medya hesaplarında görmek mümkündür.

İnsanın kişiliğinin, gerçek hayattaki ile sosyal medya hesaplarındakinin farklılık göstermesi olumsuz bir durum olarak değerlendirilmeyebilir. Fakat bu durumun bir psikolojik sorun haline dönüşmesi mümkün olduğundan dolayı bu yazımızda konuyu ele almış olacağız. Sosyal medya hesaplarında kişilerin psikolojileri ele alındığında genel itibariyle dört farklı kullanım biçimi dikkat çekmektedir. Bunlar, sahte hesaplar, kopya kişilik yani kes yapıştır usulü hesaplar, olduğundan farklı bir kişilik olarak kurgulanan hesaplar ve son olarak da gerçek hayattaki kişiliğini sosyal medya hesaplarında da koruyabilen hesaplar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sahte hesaplar, kasıtlı olarak ve kötü niyetli bir şekilde açılan hesaplardır ve takipçilerin en çok dikkat etmesi gereken türdür. Profil bilgilerinin tamamen sahte olduğu ve insanlardan haksız fayda sağlamak üzere kurgulanmış hesaplardır. Bunlar cinsel istismar merkezli, yalan haber kaynağı, dolandırıcılık, fenomen olma kaygılı ve buna benzer akla hayale gelmedik kötü niyetlerle açılmış hesaplardır. Kopya kişilik, kes yapıştır paylaşımları yapan hesaplar, esasen hiçbir bilgi ve kültür seviyesine sahip olmadıkları halde özellikle takip ettikleri bazı hesapların paylaşımlarını hızlı bir şekilde sanki kendi özgün içerik üretimleriymiş gibi paylaşan hesaplardır. Tek amaçları, itibar sahibi bir profil görüntüsü sergileyerek popüler olma kaygısı ile bazı çıkar hesapları gütmektir. Sosyal medya dünyasında bu şekilde itibar gören birçok kopyacı hesap vardır. Olduğundan farklı görülmeye çalışan hesaplardaki ayrıntı ise şu şekildedir. Aslında ilk iki maddede saydığımız hesap türleri de olduğundan farklı görülmektedir ama bu bahsedeceğimiz grup diğerlerine nazaran biraz daha iyi niyetli olmakla beraber, yine de kendince bir imaj oluşturma adına gündelik hayatından farklı bir davranış içerisindedir. Mesela gerçek hayatta çok tembel olmasına rağmen çalışmaktan, çok yalan söylemesine rağmen doğruluktan, kimseye yardım etmemesine rağmen yardımseverlikten bahseden tiplerin sahip olduğu sosyal medya hesapları bu gruba girmektedir. Dördüncü ve son grup sosyal medya kullanıcıları ise gerçek hayatları ile paylaşımları örtüşen kesimdir. Sosyal medya dünyasının en nadide kişilikleri işte bu gruba dahil olanlardır.

Bugün yaşadığımız toplumda belki de internet bağımlılığı olmayan hiç kimse yoktur. Sadece bağımlılık dereceleri tartışılabilir. İnternet bağımlılığı ile kişilik özelliklerini dile getirdiğimizde “sosyal ağ kuram” akla gelmektedir. Bu kuram, kişilik özelliklerinin sosyal medya iletişimindeki motivasyon ve davranışları belirleyen en önemli faktör olduğunu öngörmektedir. Her birey kendi kişilik özelliklerini paylaşımlarına yansıtmaktadır. Yani siz bugün herhangi bir vatandaşın sosyal medya paylaşımlarına bakarak, o kişi hakkında, başta inanış, siyasi görüş, alışkanlıkları, ilgi alanları gibi birçok önemli konu hakkında bilgi edinebilirsiniz. Bu sebepten dolayıdır ki, son yıllarda işletmeler, işe alacakları adayların sosyal medya hesaplarını incelemektedir. Aynı şekilde işe aldıktan sonra da bu hesapları takip etmektedirler.

Bazen yapılan araştırmaların aksi durumlarla karşılaşmak mümkün. Mesela içedönük ve dışadönük kişiler üzerinde yapılan araştırmalarda dışadönük kişilerin sosyal medya kullanımında daha başarılı oldukları görülmektedir. Fakat içedönük kişilerin gerçek hayatta yani yüz yüze iletişimde başaramadıkları durumu sosyal medya hesaplarında tam aksine başardıkları görülmektedir. Normalde bir arkadaş ortamında dahi kendini ifade edemeyenlerin tek başına içerik oluşturdukları ekran karşısında hem yazılı hem de görsel olarak çok farklı ve becerikli kişiler olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. İşte buna benzer durumlarda bir kişinin, gerçek hayatının mı yoksa sosyal medya iletişimindeki halinin mi gerçek kişiliğini yansıttığı tartışmaya açıktır. Sosyal medyanın hakikatten uzak yüzü, alay konusu olma tehlikesinin minimum seviyede olması, hata riskinin az olması ve kişinin kendini saklayabilme ihtimalinin olması bu durumları etkilemektedir.

Kişilik özelliklerine göre sosyal medya kanalı tercihleri de değişmektedir. Mesela bir kullanıcının Facebook, Twitter, Instagram, YouTube yada LinkedIn kullanması o kişinin hakkında bazı bilgiler vermektedir. En popüler sosyal medya kanalı olan Facebook’un kullanıcı sayısının iki milyarı geçtiği dünyada, çevremizdeki ortalama birçok arkadaşımız Facebook kullanmaktadır. Twitter kullanıcısı biraz daha elittir, daha çok okuyan, az söz ile çok şey anlatabilen bir kitle anlamına gelir. Instagram kullanıcısı şimdilerde Facebook’taki ebeveynlerinden kaçan gençleri ya da alış veriş telaşına düşmüş kitleleri ifade etmektedir. YouTube, oyun meraklısı, film yada dizi izlemeyi seven, müzikten hoşlanan genç kitleler anlamına gelir. Eğer LinkedIn hesabınız varsa, iyi bir işiniz, çalışanlarınız, yüklü bir banka hesabınız var demektir. Ya da işsizler ordusuna katılmış, iyi bir iş, dolgun maaş telaşına düşmüş, üniversiteden yeni mezun olmuş bir genç de olabilirsiniz. Yani her sosyal medya hesabının bize söyledikleri ve kısmen tahmin edilebilir bir kullanıcı profili vardır.

Özet olarak, sosyal medya hesaplarının kullanımı kişilik özellikleri ile doğrudan bağlantılıdır. Hatta kullanım amacınıza göre kendi kişilik özelliğiniz ya da bir arkadaşınızın kişilik özellikleri hakkında bazı önemli bilgilere sahip olabilirsiniz. Bu sizin sosyal medya hesaplarınızı iletişim amaçlı, bir gruba dahil olma arzusu ile, reklam ve tanıtım amaçlı, alış-veriş maksatlı, haber alma merakı ile, ego tatmini merkezli ya da insanlara faydalı olma hassasiyeti ile kullanmanıza göre değişiklik göstermektedir. Siz siz olun, her şeyi gözden geçirin ve sosyal medya hesaplarınızı önce kişiliğinize zarar verecek sorunlardan kurtardıktan sonra kendinize, ailenize, çevrenize ve diğerlerine faydalı olacak şekilde kurgulamaya çalışın.

Medya ve Siyaset İlişkisi

22406016_1585739751486075_821113076319918655_n     İnsan özü itibariyle akıl sahibi, düşünen, karar veren, sosyal ve siyasal bir varlık olarak yaratılmıştır. Dolayısıyla bugün sosyal dünyamızın önemli bir alanını kaplayan medya ve hayatımızdan hiç çıkmayan, hayatın ta kendisi olan siyasal düşünce arasındaki ilişki iyi bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli alanlardır. Medya ve siyaset, post modern dünyanın belki de birbirine en sıkı bağlarla kenetlenmiş iki olgusudur. Artık birbirinden bağımsız düşünülmesi mümkün olmayan ve günlük hayatın en merkezine yerleşmiş iki gerçek. Toplumun tüm kesimlerinin bütünüyle dahil olduğu iki sosyolojik durum.

Bu durum aslında medyanın çok büyük bir güç olduğunu da ortaya koymuş oluyor. Medya gücü arttıkça bunu kontrol etmek isteyen iktidarlar dikkat çekiyor. Medya ve siyaset ilişkisinde medyayı önemseyen, elinde tutmak isteyen hatta kendi medya ordusunu kurma gayretinde olan siyasal alan asıl üzerine düşünülmesi gereken kısım olarak dikkat çekiyor.

Dougles Kellner “ideoloji görüntülerin içinden geçmektedir” der. Her akşam ana haber bültenlerinde, her an ceplerde dolaşan akıllı telefonlarda kendine yer bulan siyasal hareketler, onların gönüllüleri ve paralı askerleri, kendi siyasal bakış açılarını görüntülerin, fotoğrafların ve yazıların aracılığı ile kitlelere ulaştırmaktadır. Artık medyanın gücünün farkında olmayan siyasal hareket kalmamıştır. Bu durum son dönemlerde haksız rekabet neticesinde medya gücünü belli birkaç siyasi hareketin kontrol etmesinden dolayı sosyal medyanın önemini biraz daha artırmıştır. Fırsat eşitliğinin daha güçlü olduğu sosyal medya artık tüm siyasal hareketlerin asla boş bırakmaması gereken bir mecra haline gelmiştir.

Medya ve siyaset alanında medya patronlarından, siyasilerin medya patronları ile olan kirli ilişkilerinden, adaletsiz medya ekranı tutumlarından, ahlaksız yayın politikalarından söz ederken sosyal medya mecraları da kontrol edilemeyen ve kendi çıkarları için her türlü yalan ve iftiraya başvuran ahlaksız kullanıcılarla diğer bir ifade ile trollerle dolmuştur. Sansürsüz ve kontrolsüz yayın yapmaya en müsait medya dünyası olan sosyal medya hesapları bu alanda kişi, kurum haklarına saldırı oranında adeta çığır açmıştır. Arap baharı ile başlayan ve kitleleri toplu olarak ateşe atan, başta adına özgürlük ve demokrasi denilen yangının işaret fişeği sosyal medya üzerinden verilmiştir. Ardından bu ve benzeri felaketler ülkemizdeki gezi olayları gibi hep yalan ve iftiranın kol gezdiği sosyal medya hesapları üzerinden devam etmiştir. Siyasiler ise maalesef oluşan bu kaos ortamlarını, ana akım medya üzerinden yapılan haberlerin de desteği ile kendi lehlerine kullanma adına her türlü söylemi geliştirmiştir.

Yine bugün medyada verilen haberler aynen siyasette olduğu gibi asla tesadüf eseri değildir. Yazılan her bir metnin, paylaşılan fotoğraf ve videoların mutlaka bir amacı vardır. Hatta kitleleri belli bir alana yönlendirme adına bir algı yönetimi şekli olarak fotoğraf ve videolar kurgulanmaktadır. Birçok sahte hesap üzerinden bu operasyon herkese yayılmaktadır. Siyasal kampanya dönemlerinin en önemli çalışma tekniklerinden biri olan “çerçeveleme modeli” medya alanında da etkin bir şekilde kullanılmaktadır. İzleyici yada sosyal medyadaki takipçinin bilmesi ve görmesi gereken alan çerçeve içine alınarak sakıncalı kısım gizlenmekte yada gösterilmemek için bin bir türlü tezgah kurulmaktadır.

Kontrol, denetim ve haber alma mekanizması olarak bilinen, insanlara doğru ve gerçek bilgiyi ulaştırması gereken medya, maalesef zamanla istismar aracına dönüşmüştür. Özellikle Gustave le Bone’nun kitleler psikolojisi kitabında ele aldığı toplumun zayıf noktalarını belirleyerek, planlı ve kasıtlı bir şekilde küresel sömürü düzeninin bir argümanı haline getirilen medya, siyasete bir renk katması gerekirken aksine daha da çirkinleştirmiştir. Amerika’da en son gerçekleşen başkanlık seçimlerinde yaşanan “Pizza Gate” skandalı bu konunun küresel bağlamda en bariz örneklerinden bir tanesidir. Gerçek olup olmadığı belli olmayan bir olayın sosyal medyada yayılarak, demokratların seçimi kaybetmesinin önemli sebeplerinden bir tanesi olması meselenin ne büyük boyutlarda olduğuna önemli bir örnektir.

Medya bugün iktisadi dünyamızda da önemli bir yer tutmuştur. Her geçen gün, hem reklam hem de alış-veriş bazında kullanımı artmıştır. Siyasal açıdan ise toplumun gündemini bir an olsun boş bırakmadığı, sosyal ve kültürel olaylara her yönüyle dahil olduğu süreçlerin yaşandığı, toplumun zamanının önemli bir kısmını geçirdiği bir gerçek olarak hiçbir olaydan bağımsız düşünülemez. Özellikle sosyal medya kullanımının gün geçtikçe artması siyasal iletişim ve kampanya süreçlerini etkilemiştir. Artık bir sosyal medya hesabı olmayan, çalışmalarının reklamını sosyal medya üzerinden yapmayan, bazı programları sosyal medya hesaplarından canlı yayınla takipçilerine duyurmayan, günlük popüler meseleler hakkında sosyal medya hesaplarında açıklama yapmayan bir siyasi işini önemli oranda eksik yapmış demektir.

Özet olarak medya ve siyaset ilişkisi, adalet, barış, haber alma özgürlüğü, haber kaynağının güvenilirliği hususlarında çıkar odaklı ve toplumu topyekûn huzursuz eden bir ticaret haline dönüşmüştür. Bu çıkar ilişkisinin normal bir iletişim sürecine dönüşmesi ancak ahlaki bir bakış açısı ile mümkündür. Yani her alanda olduğu gibi medya ve siyasette de “Önce Ahlak” anlayışı gelişmeden aldığınız haberleri ve siyasi tercihlerinizi gözden geçirin.

Fetih Nesline Vurulan Teknopranga “Sosyal Medya”      

22366730_1583631391696911_1546163093342358716_n              Fetih, kalplere vurulan kilitleri kırmak, rahmete susayan gönülleri Rahman’a kavuşturmaktır. Fetih, zor zamanlarda en büyük fedakarlıkları yapabilmek, ahiret için dünya nimetlerinden vazgeçebilmektir. Fetih, insanları Alemlerin Rabbinin yüce mesajı ile buluşturmak, hakikate kavuşturmaktır. Fetih, savaşlara başlamadan engel olmak, barış ortamını oluşturmak için gereken tüm şartları yerine getirmektir. Fetih neslinin mimarı olmak ise, Peygamberimizin sav hadisine mazhar olabilmek, bu hedefi yıllar boyu hayal edebilmek ve gereken tüm gayreti ortaya koyabilmektir. Yaşanılan dönemin ilimlerine sahip olmak, imkansız denilende imkanı görebilmektir. Herkese ve her şeye rağmen mücadele etmek, sabretmek ve asla vazgeçmemektir. İlim sahibi olmak, yabancı dil bilmek, kültür ve sanatta başı çekmek, en büyük teknolojik araştırma ve yatırımları yapmak ve gemileri karadan yürütebilmektir. Bir çağı kapatıp, bir çağı açmak, düşmanlarının dahi kendisinden övgüyle bahsettiği, Allah’a sığınan, sa’ye sarılan ve hikmete ram olan, irfanda kemale eren, ilim, fikir ve aksiyon adamı Fatih Sultan Mehmet olabilmektir.

Çağın Fatih’i olabilmeyi kuru bir iddiadan çıkarıp gerçekle buluşturmak gerekir. Bu buluşma, asırlar boyu dünyaya nizamat veren bir neslin torunları olarak tarihimizi bilmek ve gereken dersleri çıkararak günümüzü planlamak anlamını taşır. Bu bağlamda fetih nesli ifadesi güçlü bir iddiadır.

Tarih boyunca elde edilen bütün zaferler önce hayal edilmiştir. Onun için hayal etmek, bir hedefi önce zihinlerde arzu edilen kıvama getirmek önemlidir. Ardından bu hedefe yönelmiş güçlü bir iman gerekir. İnsan, samimi bir gönül ile kararlı, duyarlı ve devamlı çalışma neticesinde üzerine düşeni yapmış olur. Bütün çalışmalar takip ve intaç gerektirir son olarak da tüm benlik ile ortaya koyulan teslimiyet hedefin taçlandırılması anlamına gelir. Ancak netice olarak İstanbul defalarca aynı niyet ve duygularla kuşatılsa da Fethi Cenab-ı Allah takdir ettiği zamanda takdir ettiği asker ve komutana verir. Fetih nesline dahil olmak ancak bu esaslara uygun hareket edenlere nasip olur.

Şimdi fetih neslinin üzerinde oynanan oyunlardan biri olan sosyal medyaya değinelim. Bilindiği üzere hiçbir ilah yoktur demeden, Allah vardır ifadesi eksik kalır. Önce zihinlerdeki tüm batıl ilahları, düşünceleri yok etmek gerekir. Yani, önce sağlıklı, temiz, bütün olumsuzluklardan arındırılmış bir zihin oluşturmak şarttır. Dolayısıyla evvela fethe giden yoldaki engelleri, önyargıları bertaraf etmek gerekir. Bu bağlamda çağımızda fetih neslinin çalışmalarına, idealine, yaşantısına ve karakterine menfi anlamda etki eden birçok hadiseden bahsedilse de en önemlilerinden biri sosyal medyadır.

Sosyal medya kısaca, zihni performansı psikolojik olarak sürekli tahrik eden bir mekanizma olarak özetlenebilir. Sürekli yanımızda, her an elimizin altında, aklımızın bir köşesinde durarak tüm çalışma motivasyonumuzu negatif manada etkileyen bir düzen. Akla gelebilecek bütün günahların işlendiği sihirli bir dünya. Yalan, iftira, ahlaksız yayın, zaman israfı, kumar, sahtekarlık ve daha nice hayırsız işlerin yeniden hayat bulduğu bir teknoloji.

Eğer fetih nesli iddiasında bulunan gençlerimiz günlük en az bir kitap okuma süresini sosyal medya hesaplarının sonu gelmeyen içeriklerini takip etmeye ayırıyorsa burada ciddi sorunlar var demektir. Dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, narsistik kişilik bozukluğu, zihinsel dağınıklık gibi birçok rahatsızlığımızın sebebi yanımızdan ayıramadığımız akıllı telefonlarımızdan kaynaklanmaktadır. Bizi yavaş yavaş ve hissettirmeden yok eden, beynimizi işlevsiz hale getiren bir mekanizmadan bahsediyoruz. Bu teknolojiden uzak kaldığımızda adeta ampütasyona uğramış bir hasta gibi hissediyorsak mesele kriz seviyesine gelmiş demektir. İlahi kanunlar gereği var olan insan, iman ışığında ve aklın önderliğinde hareket etmeli. Akıl, bir teknolojik ürünün ne amaçla üretildiğini, nasıl kullanılması gerektiğini ve kullanımı neticesinde ne gibi sonuçlar doğuracağını bulmamızı sağlar. Maalesef bugün sosyal medya kullanım oranlarına baktığımızda özellikle genç nesle bir teknopranganın vurulduğunu görmekteyiz.

Fetih neslinin en önemli özelliklerinden biri, küresel oyunlara karşı koyabilme iradesine sahip olmasıdır. Fetih nesli aklını yitirilmiş, sömürülen milyonların kurtuluşu için kullanan, gündelik boş işlerin arasında kaybolmayan, popüler kültüre teslim olmadan karada gemiler yapan az da olsa inanmış ve ayakları üzere sabit duran insanlar topluluğu demektir. Bu öyle bir nesildir ki, hiçbir güç ve idareye teslim olmaz, önüne sunulan dünyalıkları elinin tersiyle iter ve gece gündüz demeden zerre miktarı hayrın da şerrin de hesabının sorulacağı zamanın hazırlıklarını yapmak için çalışır.

İşte bu inançtaki bir neslin tebliğ faaliyetlerini birebir iletişimden, tamamen sanal aleme taşıma tehlikesinden bahsediyoruz. Sosyal medyaya kapılmak insanlardan kopmak demektir. Sosyal medyada sınıf arkadaşlarınıza çay ısmarlayamazsınız, bir yetimin başını okşayamazsınız, yolda kalmışın elinden tutamazsınız ama 140 karakterde en duygusal mesajları verebilirsiniz. Duygusal ama faydasız mesajlar. Sosyal medya iyi tarafları da olan çok tehlikeli mecralar bütününün adıdır. Onu daha sakıncalı hale getiren de iyi taraflarının olmasıdır. Tıpkı doğruya en yakın olan yanlışın en kötü olması gibi.

Sosyal medya fetih nesline vurulmuş bir teknoprangadır…

Ne Oldu

     22366647_1586569124736471_7368973092354874044_n     Bizim arkadaşımız, bizim mahallenin adamı, son yıllarda öyle şeyler yapıyor ki, inanamıyorum! Hâlbuki biz böyle konuşmamıştık, biz böyle değildik. Hani güçlü de olsa eğer zulmediyorsa karşı çıkacak ve zayıfı koruyacaktık? Hani bizim davamız vardı, konjonktürel olarak her devrin adamı olmayacaktık? Biz dava adamı olacaktık, kimse bizi tanımasa da olur deyip vazifemizi hakkıyla yapacaktık? Bizi bilmesinler ama davamızı anlasınlar yeter diyorduk? Ne oldu?

Hani Allah’tan başka kimseye tapmayacaktık? Hani ideallerimize inanacaktık ve gücümüzü inancımızdan alacaktık? Hani derdimiz iktidar olmak değildi, yürüyecektik, kimseye aldırmayacaktık, gücümüzü fikirlerimizden alacaktık? Paraya, makama ve başkaca şeylere tapmayacaktık? Üç-beş dünyalık için sığ sularda yüzer olduk, hani okyanusun derinliklerine açılacaktık? Ne oldu?

Alkıştan, iltifattan, övgüden, avantadan beslenmeyecektik, hani düşüncenin gücünden, tefekkürün derinliğinden, münazaranın veriminden kuvvet alacaktık? Biz nasıl oldu da her defasında, yapılan her türlü haksızlığa rağmen “çok yaşa padişahım” der olduk? Hani gerekirse “kral çıplak” diyecektik? Ne oldu?

Hani nabza göre şerbet vermeyecektik, sakala göre tarak çekmeyecektik, dokuz köyden de kovsalar yalnız Hakk’ı haykıracak ve gerçekleri dile getirmekten her ne pahasına olursa olsun vazgeçmeyecektik? Hani her davete ayrı bir kürkle gitmeyecektik? Hani bir hırkamız bir de hurmamız olacaktı ve hasır üzerinde uyuyacaktık? Hani biz Kureyş’li kuru ekmek yiyen bir kadının oğlunun ümmetiydik? Ne oldu?

Hani sabunun aslı olacaktık, kirli elleri temizleyen, manevi kirleri yok eden? Sabun köpüğü olmayacaktık, birazcık suyla yok olup giden. Hani bizim kutsalımız adalet olacaktı, hani suçlu olan kendi evladımız da olsa cezasını verecektik? Hani menfaat, çıkar ilişkileri, fırsatçılıkla hiç işimiz olmayacaktı? Hani çıkarımız ahlak olacaktı, ahlakımız çıkar olmayacaktı? Hani zor zamanların adamı olacaktık, haksızlık karşısında susmayacaktık? Ne oldu?

Hani kuytularda, gölgelerde, arka sokaklarda, garip gurabanın, fakir fukaranın gönlünde yaşayacak, mücadele edecektik? Hani filim adamı olmayacaktık, bazı menfaatler uğruna her role girmeyecektik, hani başrol olmak gibi bir derdimiz olmayacaktı ve sahnede ölmek istemeyecektik? Hani her güç sahibine “emredersiniz efendim” demeyecektik, her iktidara “neden?” diye soracaktık? Ne oldu?

Hani asla vazgeçmediğimiz yol arkadaşlarımız olacaktı, çıkar ilişkilerimiz değil, dostluk ve kardeşlik bağlarımız olacaktı? Hani kendi davamızın neferi olacaktık, her para verene asker olmayacaktık? Hani bir yıl sonrası için tohum ekecek, 10 yıl sonrası için fidan dikecek ve 100 yıl sonrası için insan yetiştirecektik? Hani kendimiz için değil de kardeşimiz için yaşayacaktık? Hani alem-i İslam’ı ayağa kaldırıp yeni bir dünyayı kuracaktık?

Ne oldu? Nasıl oldu? Ne ara oldu? Neden oldu?

Allah aşkına bize ne oldu?

Söz Uçar Acı Kalır

22365288_1584394028287314_8130011356078099901_n     Biz milyonlardık, yıllarca söz verdik. Şehrimizi, ülkemizi ve sonra bütün dünyayı değiştirmek üzere, mazlum coğrafyaları kurtarmak ve yenilsek de vazgeçmemek üzere söz verdik. Yeminler ettik, gerekirse kendimizden, sevdiklerimizden geçecek ama vatan, millet ve Millet-i İbrahim’den asla vazgeçmeyecektik. Biz milyonlardık ve yıllarca söz verdik.

Önce dava, vatan ve millet dedik. Davamız aşkımız, sevdamız Türkiye, rüyamız yeni bir dünyaydı. Uyursak yoruluyor, koşturdukça dinleniyorduk. Çalıştıkça rahat ederken, dinlendikçe sıkılıyorduk. Duvarlara sloganlarımızı yazarken yorulanlarımız, direklere bayrak asarak enerji depoluyordu. Takvimler günü, gece ve gündüz diye ayırırken, biz bu ayrımı çalıştığımız ve çalışmadığımız zaman olarak yapıyorduk. Çalışmalarımızı, sokakta kimse kalmayana kadar devam ettiriyorduk çünkü söz vermiştik ve biz milyonlardık.

Mücahedenin kralını yapıyorduk, belki kelli felli değildik ama orta yol ehliydik. İddia sahibiydik, bir elimize Karun’un hazinelerini, diğerine şehrin anahtarlarını verseler davamızdan vazgeçmeyiz diye anlatıyorduk. Zor günlerin adamıydık, bizim için olmaz diye bir şey yoktu ve imkansız dedikleri belki biraz zaman alabilirdi. Yavuzlar, Fatihler, Abdülhamitler’dik. Biz Ulubatlı Hasan, Seyit Onbaşıydık, Anadolu’nun Fatih’i Sultan Alparslan’dık.

Bosna’ya her gün ağlar, Çeçen dağlarının marşları ile heyecanımızı perçinlerdik. Bağdat, Bağdat, aahhh Bağdat diye haykırırdık. Şehit tahtında Rabbe gülümsemek en büyük hayalimizdi. Zincirleri kırarak Ayasofya’yı açmaya ant içmiştik. Eyy Kudüs, gözü yaşlı Kudüs ve Selahattin’in mücahit torunları, onlar her daim dualarımızın en hisli kısmında yer alırdı. Çok imtihanı yüz aklığıyla verdik. Biz milyonlardık, söz vermiştik ve vazgeçmeye de hiç niyetimiz yoktu.

Sonra birden bir şey oldu. Durduk! önce başparmaklarımızı indirdik sessizce, biraz da mahcup. Dünyanın aldatıcı nimetleri ile buluştukça, teknoloji arttıkça, cüzdanlarımıza kredi kartları girdikçe, yüksek maaşlar hesaplarımıza yattıkça, şatafatlı ofislerin rahat koltuklarına yayıldıkça, sekreterlerimiz ikramlarda bulundukça bir şeyler değişmeye başladı. Bir şeyler gitti bizden. Asla ama asla dediklerimize dünya gerçeği demeye başladık. En büyük hayallerimiz birden ütopya oldu. Dostlar düşman, düşmanlar dost oldu. Meğer aşk, azim ve gayretle mücadele, dünyalık nimetlerin yokluğundan ibaretmiş. Ey akıl, ey mantık, ey şuur, ey ihlas, ey aşk, ey büyük dava, meğer sen muhafazası ne zor bir değermişsin, meğer imtihan daha bitmemiş. Meğer sona geldiğimizi zannettiğimiz yer, daha yolun başıymış!

Bir varmış, bir yokmuş. Düşünmek, konuşmak, aslında gerçekten inanmak değilmiş. Bir yerde durmak oradan ayrılmamanın garantisi değilmiş. Gayret etmek vazgeçmemek için yeterli değilmiş. İnanmak, inkar etmeme sebebi değilmiş. Söz vermek, sözünden dönmemenin ispatı değilmiş. Meğer o şey öyle değilmiş, aslında bambaşka bir şeymiş. Yokluk nimet, varlık hezimetmiş. Darlık huzur, rahatlık yok oluşmuş. Zayıflık kolaylık, güç sarhoşlukmuş.

Gördük ve öğrendik. Artık herkes biliyor…